Antik çağdan modern zamana müziğin estetik evrimi
Estetik kelimesi yunanca "aisthesis"ten geliyor. His, duyum, duygu, duyumsamak, hissetmek demek. Bugün zamanın bize hissettirdiği parçalanmışlık hissinin çok bariz bir okumasını müzik sanatıyla yapıyoruz. Dünya değiştikçe algılarımız, duyumsama biçimlerimiz de değişiyor ve insan sanata, sanat insana karşılıklı olarak yansıtıyor bu dönüşümleri.
Bugün hayatımızın her alanına sirayet etmiş, sürekli dinlediğimiz müzik, etimolojik olarak "mousa" ve "ikos" sözcüklerinin birleşimiyle oluşmuş bir kelime. Eski Yunanca Moúsa "Mούσα" (ilham perisi) sözcüğü ve "+ikos" sonekinin bir araya gelmesiyle meydana gelmiş bir isim. Hesaplı bir ilhamın, düzenli, koordine bir ses ve tesir birliğinin organizasyonuna işaret ettiğini kelimeyi tahlil ederken bile fark etmek mümkündür bu sebeple. İlhama, tesire, büyüye, harekete çağrı noktasında "doğayla kurulan iletişimde en estetik araç" kabul edilmektedir müzik. Bu düşüncede hem matematikle olan ilişkisi, hem de insanoğlunda bıraktığı estetik tesir ana etkenler sayılabilir. Ana etkenlerden biri olan müzik-matematik iletişimine&etkileşimine baktığımızda ve 26 asır evveline gittiğimizde (MÖ 570 – MÖ 495) Pisagor'un oluşturduğu bir müfredatla karşılaşırız. Quadrivium / dörtlü yüksek eğitim adı verilen bu program biçiminin sadece Pisagor döneminde değil, Orta Çağ'da da öğrencilere verilen bir müfredat eğitimi olduğunu görürüz.
Programın içeriği şu bilimlerden müteşekkildir: Aritmetik(mutlak -soyut sayı bilimi), müzik (göreceli- uygulamalı sayı bilimi), geometri (sabit- sükûnet hâlindeki büyüklükler bilimi) ve astronomi ( hareketli- hareket hâlindeki büyüklükler bilimi). Pisagor'un bu şekilde tasnif ettiği bilimler matematiğin alt dalları ve ilişkide olduğu disiplinler. Matematiğin evrenin dili olduğunu ve kâinatın matematikle anlaşılabileceğini savunur Pisagor. Yaratılmış olan tüm şeylerin sayılarla düzenlendiğini, evrenin kökeninde matematiksel ilkelerin bulunduğunu savunur. Evreni sayıların yasalarıyla yani matematikle izah etmeye çalışır. Pisagor'un dikkatini çeken uyum ve orantı, müziğin matematikle ilişkisinin kozmolojik bir harmoni olduğu düşüncesidir aslında. Bu harmoni seste uyum ve orantıyı dizayn eden, aralıkları hesaplayan, konuşma sesini yumuşatan, teoriyle pratik, bilimle mistik arasındaki bağıntıyı kuran yönüyle müziğin matematiksel harmonisini tesis ettiği kadar; tanrısal ve büyüsel yanını da tesis eder; yani hem bir dualitenin hem de bir dikotominin imkânlarını sağlar esasında.
Müziğin ihtiva ettiği bu kozmolojik harmoniden ve evrensel birlikten bir başka filozof Nietzsche de Tragedya'nın Doğuşu'nda Apollo ve Diyonisos diyalektiğini ele alarak bahseder. Tragedya'nın Apollo ve Dionysos etkileşiminden, diyalektiğinden doğduğunu öne sürer ve sanatları bu iki kavram başlığı altında kategorize eder özgün felsefesinde. Dionysos'un ihtiva ettiği hareket, devinim, çağrı, ritim, dinamizm, tutku, vecd -coşkulu ibadet ve tapınma- gibi birtakım sanatsal deneyimlerle karşılaşırız. Özellikle bu vecd ve coşkulu ibadet duygusu, dionysosçu özden kaynaklanmakta olduğunu ifade eder Nietzsche. Yaratıcılığın hareket ve tutku noktasında, kişiyi Dionysosçu birliğin coşkusuna katarak, evrensel olanla temas etmesini sağlaması söz konusudur. Kişi, Nietzsche'ye göre bu evrensele yönelik temasta sonsuzluk duygusunu keşfeder. Dionysos'un bu evrenselle olan birlik ve teması sebebiyle, müzik Dionysosçu sanat dalı olarak sınıflandırılır Nietzsche tarafından. Özellikle altı çizilen vecd ve coşkulu ibadet vurgusu oldukça önemlidir düşünüre göre.
Çünkü müzik tam da bu yönü itibarıyla ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda müzik, mistik törenlerin, resmi toplantıların, eğlencelerin, ibadetlerin, birtakım ritüellerin âdeta vazgeçilmezidir. Ses fenomeninin konuşma sesinden müzik sesine kadar yaşadığı evrim, aslında sesin tanrısal ve sezgisel varlığına uzanıyor bu çağlarda. Ses duygular için bir çeşit taşıt, iletkenliği olan görünmez bir kanal, bir tür çağrı aracı çünkü. Birini hem somut olarak çağırmak hem de duygularını uyandırarak onu harekete, vecde, ibadete davet etmek. Bu sebeple antik Yunanlılar onun tanrıdan geldiğine inanıyor. Karşısında pasif bir tutumdan ziyade aktif bir tavır takınmaya zorluyor çünkü bizi. Dansa, savaşa, doğuma, ölüme, ibadete çağırıyor müziksel ses kişiyi.
Bunların yanında tedavi edici gücü de var üstelik. Geçmişten bugüne makamlı müziklerin birçok medeniyet ve kültürde hastaları tedavi etmek amaçlı kullanıldığını biliyoruz. Müziğin coşku ve çağrışımsal boyutuna işaret eden sonuçları gibi şifa saçtığına da inanılmasının bir göstergesidir bu. Kendi imgeleri içerisinde yaşattığı füzyon, bir çeşit kimlik kaybını tecrübe ettikten sonra tekrar kazandığımız evrensel birlik, bizde ilahi bir tasavvurun tesirini oluşturur, tanrısal bir kudretin telkininde bulunur ister istemez. Tam bu noktada "harekete ve duyguları coşturmaya çağıran estetik telkin ve tesir" diyebiliriz bu sebeple müziğe. Fakat coşturduğu gibi yatıştırıp, çekip çıkarır da büyülü dünyası içinden. Yine de bilinir ki tanrısal olan ve tanrı katından inen müzik, bir daha da eski hâline döndürmez kişiyi.
ANTİK ÇAĞDAN MODERN ZAMANLARA
Tabii yukardaki tanımlar Antik Çağ tininin müzik anlayışına ait. Antik çağın müziğe yüklediği anlamla, bizim ona bugünden bakarak elde etiğimiz anlam elbette bir değildir. Örneğin o dönem için müzik bir sanat değildir. Müziğin sanat olarak algılanışı, bizim ona bugünden nasıl baktığımızla ilgilidir. O zaman için hayatın bir uzvu gibi algılanan ve diğer eylemlerden ayırt edilmeksizin var oluşuyla müsemma kabul edilen bu durum, zamanla formel anlamda sınırlandırılarak estetik bir boyut kazanmıştır. İbadetlerde, ayinlerde, tragedyalarda bir bütünlük içerisinde var olan müzik; bugün modern dönemlerde atomize olmuş, fragmanlara ayrılmış, kesik, kopuk, geçici, parçalanmış gerçekliğinde müziksel ses daha yeni bir form ve muhteva kazanmış vaziyette. Fakat günümüze gelene kadar yine medeniyet tarihinde yine Antik Yunan müziğine dönmeyi hedefleyen bazı dönemler görüyoruz.
Klasik müziğin içinde özellikle Rönesans Dönemi ve Aydınlanma'ya denk düşen klasik dönem, Antik Yunan müzik anlayışını örnek almasıyla öne çıkıyor. Kurallılık, geleneksel yapı, yüzyılları aşacak bir kalıcılık hedefleniyor çünkü. Rönesans'ta bunun amacı yeniden doğuş, bir çeşit kök kültür keşfi iken Aydınlanma Dönemi'nde ise müzik sanatını en üst seviyede icra hedefi var. Sanatsal kaygının tanrısal kaygıyı işaret ettiğini görüyoruz aynı zamanda. Klasik, homojen, kuralcı, özcü, disiplinli, tek sesli, formatif; kısaca tüm unsurlarınca mükemmelliğe şartlanan bir estetik duyuş müzik. Günümüzde ise müzik bu yukarıda saydıklarımızdan uzaklaşmış bir form ve muhtevaya sahip. Polifonik, akıcı, protest, tinsel düzeyde bir ilahi vuslat arzusu ve vecd duygusu olmayan(her ne kadar müzik, hâlâ mistik olana göz kırpıyor olsa da ), gündelik olanı içinde barındıran ama bu hâliyle de başka bir gerçekliğe kapı aralayan bir sanat dalı.
Müzik sanatındaki bu evrimi gerçekleştiren ana etkeninse zamanın, dünyanın değişimi olduğunu ifade edebiliriz. Evrimleşen ve değişen dünyamız, Dionysosçu kategoride bahsettiğimiz evrensel birlik ve vecd duygusundan yoksun bir dünya. Müzik de bu sebeple parçalı, heterojen bir karaktere sahip artık. Klasik müzikteki bütüncül ve makamlı yapı; müziğin belli kurallar, birtakım hiyerarşik kaideler içindeki devinimi bugün daha parçalı, kuralsız, heterarşik bir yapıya evrilmiş durumda. Örnek verecek olursak özellikle rap müzik bu çok sesli karakteriyle ön plana çıkıyor günümüzde. 2017'den önce indie folk, indie rock, soft rock gibi türler özellikle gençler tarafından oldukça dinleniyordu. O tarihlerde çok fazla Türk rock grubu kurulmuştu. Tabii kitlenin dinlediği müzik yine pop müzikti. Pop müziğin yüzeysel, suni ve derinleşmeyen söz-müzik kombinasyonu daha çok eğlence amaçlıydı çünkü.
2000'lerde ise yine ara ara şahit olduğumuz bir rap müzik furyası vardı. Gençlerin çoğu yine bu dönemki gibi rap dinliyordu. Fakat pop müzik rap müziğe nazaran 2000'lerin geneline yine hakimdi. Zamanın ruhunun şekillendirdiği üzere insanlar da piyasalaşmış müzikten nasiplerini alarak kısa süreler içinde bile birbirine çok uzak müzik zevklerini anında benimseyebiliyorlardı. Bu yakın tarihimizde kısa sürede değişen müzik seçimlerinin ayrımını yaparsak, rap müziğin pop müzikten farkının, pop müzikte eleştirilen söz-müzik yapısıyla alakalı olduğunu söyleyebiliriz. Rap müzik bir şekilde sistem eleştirisi yapan, protest bir tavır takınan, mesaj niteliği taşıyan bir müzik. Derdi olan ve bu derdi müzik kanalıyla iletmeye çalışan bir tür. Pop müzikse çoğunluğun yerleşik eğlence algısına hitap eden, kişide estetik haz ve doyum oluşturmayan, geçici ve aynı zamanda herhangi bir mesaj iletme kaygısı da gütmeyen bir müzik.
Bu şekilde müzik tüketimlerini/tercihlerini ele alırken çağın ruhunu inceleme, irdeleme fırsatı geçiyor elimize. Geçmişten bugüne müziğin yaşadığı bu evrim; zamanın, mekânın, tarihin, bilimin yaşadığı evrimle paralel görünüyor; çünkü her eser kendi zamanının ürünü ve içinden neşet ettiği zamanın perspektifini sunuyor bize. Müziğin bu çeşit estetik evrimi de ait olduğu zamanın bir verisi; fotoğrafı, bir çeşit yakın okuması sayılır bu sebeple. Estetik kelimesi yunanca "aisthesis"ten geliyor. His, duyum, duygu, duyumsamak, hissetmek demek. Bugün zamanın bize hissettirdiği parçalanmışlık hissinin çok bariz bir okumasını müzik sanatıyla yapıyoruz. Dünya değiştikçe algılarımız, duyumsama biçimlerimiz de değişiyor ve insan sanata, sanat insana karşılıklı olarak yansıtıyor bu dönüşümleri. Üstelik iyi bir müzik, insanda öyle etkiler bırakıyor ki bazen gerçek manada bir tedavi edici olabiliyor, bazense en büyük tahribatı bırakabiliyor dinlerken..
Nietzsche'nin bir adamla derdi vardı; Wagner. Wagner'in müziğiyle o kadar uğraşıyordu ki ölürken bile o ve onun müziğiyle hemhâldi: "Yaşadığım en büyük olay iyileşmekti." Diyor Nietzsche. "Wagner yalnızca hastalıklarımdandı."