Amacına ulaşmayan teselli
Genç Adam artık düşünemiyordu. Daha kötüsü bunun bir tedavisi de yoktu. Genç Adam ise artık kaybetmeyi değil, düşüncesizliği iliklerine kadar hissediyordu. Doktorlar yapabilecekleri hiçbir şey olmadığını söyleyerek aileyi tekrar evlerine yolladı. Genç Adam ise hiçbir şey düşünemeden; işini ve sosyal hayatını kaybederek büyük bir boş vermişlik içinde hayatına devam etti.
Ayrılık; kimi zaman yalnızlığın görkemli zaferidir. Leyla ile Mecnun’u hatırlayın… Mecnun, ayrılığın ardından elinde kalan yalnızlığı ile zafer kazanmış gibi emin adımlarla, kararlılıkla, büyük bir istekle ve hakimiyet kurmuş bir kral edasıyla çöllere yürüdü. Çünkü onca insan kalabalığı dururken, Leyla’nın tesellisini neredeyse hiçliğin ortasında bulacağını biliyordu. Bana göre bu hikâyede Mecnun çöle hiç düşmedi, oraya gitmek tamamen kendi seçimiydi. Çünkü iyi bir ayrılık sonrası gururlu bir yalnızlık yaşamak Mecnun’un hakkıydı. Bu öyküde anlatacağım Genç Adam ise yaşadığı ayrılık nedeniyle bir yenilgi hissediyordu. Hayatının tamamını birlikte yaşamak istediği insan; üstelik her şey çok güzel giderken tüm hayatını onunla geçiremeyeceğini anlamış ve kendi yolunu çizmek için gitmişti. Kim bilir belki de o insan gitmek istediği başka yerler olduğunu fark etmiştir. Genç Adam, bu beklenmedik ayrılık sonucu o bitmek bilmez kasvet havasına girdi. Bazı ölümlerin ardından yaşanan yas süreci ile bazı ayrılıkların ardından yaşanan duygusal süreç benzerlik gösterir. Genç Adam, tıpkı öyle bir yas sürecine girmişti. Çünkü duygularını kaybetmiş gibi hissediyor, dahası “Ya ben bir daha hiç kimseye böyle duygular hissedemezsem?” korkusunu yaşıyordu. Öyle ya kolay değil ki sevmek! Yoksa bunca şiir, türkü, şarkı yazılabilir miydi?
Hal böyle olunca tabi ki Genç Adam’ı teselli etme görevi en yakınlarına düştü. Elbette hiç kimse arkadaşını böyle bir keder içerisinde bir başına bırakmamalı. Çünkü kötü günler geçiren insan dostlarını yanında görmek ister. Öyle zamanlar gelir ki bir kelime duymaya bile muhtaç olur insan… Onlar da hemen dostlar arası bir teselli toplantısı organize etti. Herkes Genç Adam’ın yanındaydı ancak gidenin arkasından kalana ne denirdi ki? İlk başta en yakın arkadaş karakteri, duyduğu sorumluluk gereği teselli için ilk adımı attı. Yıllar yılı Genç Adam’ın arkadaşıydı ve onu çok iyi tanıyordu. Oldukça samimi ve yakın bir ses tonuyla “Dostum,” diyerek cümleye girdi. Kendini bu kadar yıpratma diye devam etti ve “düşünme, boş ver” diyerek tesellisini sona erdirdi. Sonra başka biri benzer cümlelerle teselli etmeye başladı, onun arkasından bir başkası… Genç Adam, içten içe teselli edilmek istiyor olsa da duyduğu cümleler hissettiği duyguları barındırmıyor ve empatiden de çok uzaktı. Çünkü günümüzde insanlar ayrılıkları olağan şeyler olarak görmeye başlamıştı. Bu yüzden her teselli cümlesi “düşünme ve boş ver” ile bitiyor, hiçbir tesiri olmadan hiç konuşulmamış gibi yok olup gidiyordu. Genç Adam’ın duyduğu şeyler; yaz sıcağında hem de güneşin tam tepede olduğu vakitte gölgesi olmayan bir duvarın dibine sığınmak gibiydi… Hal böyle olunca Genç Adam; teselli bulabilmenin çok uzağındaydı… Günü böyle tamamladı, evine geldi ve fazlaca oyalanmadan yatağına uzandı. Zaten saat epey geç olmuş ve yapacak başka bir şeyi de yoktu. Uyumak ise kederinden uzaklaşmanın en iyi yoluydu.
Genç Adam, o sabah her zaman olduğu gibi gözlerini yavaş yavaş aralayarak uyandı. Kendinde bir tuhaflık hissetti ama bunu hissettiği yorgunluğa verdi. Sol tarafında hafif bir uyuşukluk hissi vardı, belki de kolunun üzerine yatmıştı. Biraz daha yatsam mı yoksa kalksam mı diye düşünmek istedi. Ancak tam bu anda hissettiği tuhaflık daha da ilginç bir hal aldı. Çünkü Genç Adam istediği şeyi bir türlü düşünemedi. Her düşünmek istediğinde bir anda boş veriyordu! Genç Adam, korkuyla hızla yataktan fırladı. Hemen banyoya gidip elini yüzünü yıkadı ve aynada kendine baktı. Gözlerindeki derinlikten, manadan ve duygudan uzak boş vermiş bakışları gördü. Ne olduğuna bir türlü anlam veremiyordu. Hızlıca o gün yapması gereken şeyleri düşünmeye başladı. İşe gitmesi gerekti, bir bankada çalışıyor ve gelen müşterilerin parasal işlerini hallediyordu. Bu işi düşünmeden yapabilmesinin imkânı yoktu. Ama o ne kadar çabalasa da ısrarla beyni düşünmeyi reddetti. Yüzünü defalarca yıkadı ama gözlerindeki boş vermiş bakışlardan bir türlü kurtulamadı.
Genç Adam, hızla evinin salonuna gitti. Annesi kahvaltı masasını daha yeni hazırlamış çayları dolduruyordu. Babası ise çoktan sofraya kurulmuştu bile… Annesi “Oğlum gel otur sofraya” dedi ama kendi oğlundaki tuhaflığı hemen fark etti. Bu yüzden anne telaşı ile cümlesi “oğlum ne oldu sana?” olarak devam etti. Genç Adam, tedirginliğini belli eden sesle “Anne ben düşünemiyorum” dedi. Aile kahvaltı sofrası birden matem havasına dönüştü.
Ailesi, apar topar Genç Adam’ı şehrin en iyi hastanesine getirdi. Yapılan muayenelerin sonucuna inanmak çok güçtü ancak gerçekti. Doktorların ortak kararı Genç Adam artık düşünemiyordu. Daha kötüsü bunun bir tedavisi de yoktu. Genç Adam ise artık kaybetmeyi değil, düşüncesizliği iliklerine kadar hissediyordu. Doktorlar yapabilecekleri hiçbir şey olmadığını söyleyerek aileyi tekrar evlerine yolladı. Genç Adam ise hiçbir şey düşünemeden; işini ve sosyal hayatını kaybederek büyük bir boş vermişlik içinde hayatına devam etti. İnsanlar, onun yaşadığı ayrılık yüzünden mecnuna dönüştüğüne kanaat getirdi. Ama onu teselli eden arkadaşları buna kendilerinin sebep olduğunu anladılar. Kimseye bir şey diyemediler fakat bunun suçluluğunu içlerinde taşıdılar. Çünkü ihtiyaç anında bir insanın maruz kalabileceği sözlerin gücünü, onu nasıl etkileyeceğini ve değiştireceğini düşünememişlerdi. Onların öylesine söylediği sözler, olmayacak bir şeyi oldurmuştu. Kim bilir, belki de Mecnun böylesi tesellilerden kaçmak için kendini çöllere atmıştı.