Almanya'nın özgün sosyoloğu: Max Weber
Gerek kapitalizmin ruhu ve Protestanlık ahlakı gerek kapitalizm ve modern bürokrasi arasında bulguladığı seçmeci yakınlaşmalarla, otorite, meşruiyet, karizma ve rasyonalizasyon analizleriyle bilinen Max Weber'in çalışmalarında, 19. yüzyılda siyasi birliğini sağlayan Almanya'nın özgün sorunlarının yerini ıskalamamak gerekir.
Modern sosyolojik düşünce metinlerinde sık sık rastladığımız "büyüsü bozulmuş dünya", "kalın kalası delmek", "demir kafes", "seçmeci yakınlaşma", "rasyonelleşme", "karizma", "rutinleşme" vb. yer yer felsefi yer yer şairane birçok kavram, deyim ve ibarenin ilk kullanıcısı bir Alman sosyolog olan Max Weber'dir. En temel ilgisini, toplumsal eylemliliği anlayıp yorumlayarak açıklamak şeklinde özetleyebiliriz. Din, iktisat, siyaset ve hukuk alanlarına ilişkin bütün çözümlemelerinin temelinde toplumsal eylemi gerçekleştiren öznelerin saik ve niyetlerini de göz önünde tutarak "toplumsal düzen"in şekillenişini açıklama gayreti görülür.
KAPİTALİZM VE PROTESTANLIĞIN SEÇMECİ YAKINLAŞMASI
Max Weber dendiğinde aklımıza ilk gelen, kapitalizmin tarihsel olarak ortaya çıkışı ile Hristiyanlığın çileci mezhepleri, dolayısıyla da Protestanlık arasında kurulan rabıta olması kaçınılmazdır. Konuyla ilgili yazdığı temel eseri Protestan Ahlâkı ve Kapitalizmin Ruhu'nun önsözünde "Batı'ya özgü ve yalnız orada ortaya çıkmış kültür olgularının, yine de evrensel anlam ve geçerliliğe sahip bir gelişme çizgisi içinde yer almalarına, ‘koşulların ne tür bir aradalığı' yol açmıştır?" şeklinde son derece kışkırtıcı bir soru sorduğunu bildiğimiz Weber, bu şartların bir aradalığında Protestanlığa müstesna bir yer tanır. Öncelikle Ortaçağ Hıristiyanlığına hâkim çilecilikteki değişimi resmeden Weber, merhum Sabri F. Ülgener'in müthiş benzetmesiyle Ortaçağ çileciliğindeki "tanrının kabı" olma yöneliminin zıddına yaşanan değişimle birlikte daha dinsel görünmesine karşın, yeni çilecilik biçimlerinin kişiye "tanrının kırbacı" olma misyonu yüklediğine işaret eder. Ortaçağların manastırlara, manevi dünyaya, bir nevi "halvete çekilme" şeklinde kendini gösteren çileciliği, yeni zamanlarda çalışma hayatında Tanrı'yı razı etme biçimine dönüşmüştür. Kişi kendisine Tanrı tarafından nasip edilen işi en güzel şekilde yapmalı, Tanrı'nın buyurduklarını mesleki yaşamında hayata geçirmelidir.
Protestanlığın rolü de buradadır zaten. Artık Tanrı kişinin kendi işindedir, o işi düzgün ve en güzel şekilde yapıyor oluşundadır. Bu yaklaşım kişiye Tanrı'yı razı ve memnun etmek adına bulunduğu işte, meslekte en iyi olmaya çabalamasını da önerir. Tanrı'nın kişiden razı olup olmadığı handiyse sosyal ve mesleki statüsünde görünür bir hâle dönüşür. Böylelikle Weber'in sözleriyle yeni zamanların çileci Hristiyan'ı "Manastırın kapısına kilidi vurmuş, adımlarını yaşam pazarına doğru atmıştır." Diğer taraftan çağdaş kapitalizmin geleneksel medeniyetlerde görülen para kazanma hırsının ötesindeki özelliklerini de zikreden Weber onun temel ilkelerinin akılcılığa yaslandığını ifade ederek bu akılcılığın iki aşamadan geçtiğini de sarahaten vurgular: Ev ile işin birbirinden ayrılması ile rasyonel muhasebe. Weber için kapitalizm, bürokratik örgütlenen işletmelerde işverenler tarafından rasyonel bir şekilde yönetilen ücretli emeğe dayanmaktadır ve işverenler bu emeği kullanarak kâr elde etmenin ve sermaye biriktirmenin peşindedirler. Weber'in sunumunda geleneksel işveren ve işçi tiplerinin yerildiği görülür. Bunlara ek olarak çağdaş kapitalizmin ortaya çıkmasında bağımsız şehirlerdeki esnaf ve zanaatkârların oynadığı önemlice bir rol de vardır.
KAPİTALİZM İLE BÜROKRASİ DE SEÇMECİ ŞEKİLDE YAKINLAŞIR
Weber'in benimsediği yaklaşımda Protestan etiği ve kapitalist ruh arasında bulguladığı seçici yakınlaşmaya benzer bir yakınlaşmayı da kapitalizm ve bürokrasi arasında teşhis eder. Her ikisi de farklı tarihsel kaynaklardan ortaya çıkmasına karşın rasyonel birer örgütlenme modeli olarak bir yandan kapitalizm bürokrasiyi gerektirir diğer yandan da bürokrasi kapitalizmin gelişimi açısından en rasyonel ekonomik temel işlevi görür, çünkü gerekli mali kaynakları sağlar. Şu sözler ona aittir: "Bürokrasinin gelişmesinde kapitalist sistem, tek başına olmamakla beraber, hiç kuşkusuz en önemli rolü oynamıştır. Gerçekten de bürokrasi olmaksızın kapitalist üretim devam edemez. Ayrıca tüm rasyonel sistemler de bürokrasiyi benimseyip ve önemini artırır." Weber sosyolojisinde toplumun organik bir bütün olarak kabul edildiğini; topluma, çeşitli işlevlerin bir toplamı gözüyle bakıldığını söyleyebiliriz. Bütün içindeki parçaların her birinin yerine getirdikleri işlev ve ürettikleri etkiler kadar diğer parçalara bağımlılık ve karşılıklı etkileşimlerini de göz önünde tutan Weber, bu bütünlüğe yorumlayıcı bir tarzda bakar. Weber'in bu açıdan toplumsal eylemlere kendi tarihsellikleri içinde kavrayıp genelleme yaptığını, buna mukabil yaptığı bu genellemelerin içini de çeşitli gözlem verileriyle doldurmaya çalıştığını vurgulayabiliriz.
POZİTİVİZM LATENT, TARİHSELLİK BASKIN
19. yüzyılda başlayan doğa bilimlerinin başardığı bilgi üretimini insani sayılabilecek alanlarda başarması umulan sosyal bilimler arayışında iki kutup vardır: Sosyal bilimlerin oluşumuna doğa bilimlerine cari kesin bilgi ve yöntem imgesinin yol göstermesini savunanlar, yani pozitivistler ile insani konuların doğa bilimleri yöntemleriyle ele alınamayacak özellikler arz ettiğini, sosyal bilimlerden doğa bilimlerindeki kesin bilgi benzeri bilgi üretmesini talep etmenin mahiyeti gereği yanlış olduğu, sosyal bilimlerin "anlama" ve "kültür" gibi kavramlar aracılığıyla kendi bilgi nesnelerini ve bilimsellik statülerini kazanabileceklerini savunan görüş. İlk görüş genel olarak bir nevi "sosyal fizik" arayışına yol açar, bu görüşün bir ucunda İngiliz empirisizmi dururken diğer ucuna da Auguste Comte ile Durkheim gibi sosyologları yerleştirebiliriz. Buna karşın, ikinci görüş tamamen Kant ve Hegel'in bir uzantısıdr ve tarihselciliğe dayalı Alman sosyal bilimler geleneğini tamamen bu görüşe dâhil edebiliriz.
Weber'in de içinde yer bulduğu, hatta 1903-1905 yılları arasında gerçekleşen ünlü yöntem tartışmalarında (Methodenstreit) Dilthey ile Rickert gibi kültür bilimlerine has yöntem arayışlarına koltuk çıktığı öne sürülebilir. Weber giderek sanayileşen ve karmaşık görünüm arz eden modern toplumların doğuşundaki etkenleri, bu toplumlarda geçerlilik kazanmış otorite tarzlarını, modern devlet ve bürokrasiyi, Avrupa'da aydınlanma sonrası oluşan sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik şartları tartışan yaklaşımının en temelde modern ile gelenek zihni ayrışmaları merkeze alarak çözümler. Bu ayrımı esas ittihaz ederek meşruiyet, rasyonelleşme, toplumsal eylem, kültürel ahlâk, ekonomik gelişme, bürokrasi, karizma, rutinleşme gibi hâlen üzerlerinde birçok tartışmanın sürdüğü bir kavramsal sözdağarına çözümlemelerinde yer veren Weber'in yönteminde Alman tarihselcilik geleneğinin izleri baskın şekilde izlenirken yer yer pozitivist etkilerin de bulunduğu görülür.
"İdeal tipler" ve "tarihsel tipler" gibi kendine özgü bir kavramsal avadanlık geliştiren Weber'e göre sosyal bilimlerin ürettiği bilgi ile doğa bilimlerinin ürettiği bilgi arasında nitelik bakımından önemlice farklar olsa da sözgelimi sosyolojik bilgilerde en az fizik ve kimyanın "kesin" bilgileri kadar geçerlidir. Tarihsel-toplumsal olayların tikelliği içinde anlaşılmasını önemseyen bakış açısına sahip olmasına karşı bu tikelliklerin tekrarlanan, farklı kültürel havzalarda farklı biçimlerde tezahür eden biçimlerine de genelleştirilebilir özelliklerini arayan Weber, onların bütünselliğini tek bir nedene dayalı açıklama modellerine peşin peşin karşı çıkar. Bu bakımdan onun nedensel açıklama kavrayışını "çoklu nedensellik" olarak tanımlayanlar da olmuştur. Sözgelimi Weber, Protestan ahlâkın kapitalist ruhun yükselmesinde önemli bir faktör olduğunu vurgulasa da onu yegâne faktör olarak algılayanları da kıyasıya eleştirir.
Weber'in yönteminde önemlice bir yeri olan ideal tipler, Weber'in arayışlarını tatmine kavuşturmak için sık sık başvurduğu kavramsal formülasyonlardandır. İdeal tipler, toplumsal gerçekliği anlamayı ve açıklamayı kolaylaştırmaları için başvurulan metodolojik kurgulamalar olarak kavranabilir. Bu bakımdan onların birçok yanlarıyla gerçekliğe yaklaşmaya izin veren zihinsel vasıtalar olduğunu vurgulamak gerekir. Weber ideal tipler aracılığıyla toplumsal olay ve tarihsel fenomenleri analiz etme fırsatı bulabileceğimizi, somut kültürel fenomenleri nedensel şartları ve anlamları içinde ifşa edebileceğimizi düşünür. Sözgelimi "bürokrasi" böyle bir ideal-tip olarak görülebilir. Çünkü Weber'in kavradığı şekliyle "bürokrasi", farklı toplumlarda değişik biçimlerde ve yoğunlukta genel nitelikleri açısından tekrar eden toplumsal bir vakıadır. Buna karşın kapitalizm ise sadece Batı'ya has kılınabilir.
Weber'in ideal tiplerinin işlevi onların gerçeklik ile karşılaştırma yaparak aradaki benzerlik ve farklılıkları ortaya koymaya ve bunları anlaşılır kavramlarla anlama ve nedensel olarak da açıklamaya imkân tanımalarıdır. Weber için sosyal bilimlerde kesin anlamda geçerli kavram oluşturmak mümkün değildir. Geliştirilen kavramlar bize gerçekliğin sadece bir veçhesini anlatır, bununla sınırlıdır; gerçekliğin değişimiyle birlikte kullanılan kavramların yeniden yapılandırılması gerekir. Weber'e göre sosyolojik bir yöntem, önce genel toplumsal ilişki kalıplarını ifade edebilecek kavramları (ideal tip) kurmalı, bundan sonra da kavramlardan yararlanarak toplumsal eylemleri (sosyolojinin en temel olguları) nedenleriyle birlikte anlamaya çalışmalıdır. Sosyolojik bir genellemeye ancak bu yolla ulaşılabilir. İdeal tipler bu bakımdan Weber'in "anlama dayalı" sosyolojisinin belkemiğini oluştururlar.
SONDERWEG'İN PEŞİNDE
Weber'in siyaset ve sosyoloji alanındaki düşüncelerinin üzerinde Alman özgüllüğü (sonderweg) olarak bilinen tarihsel-toplumsal durumun etkisi çok büyüktür. Anthony Giddens, Weber'in çalışmalarında kapitalizmle, kapitalizmin ön gerekleri ve sonuçlarıyla ilgilenmesini, büyük ölçüde sanayi gelişiminin ilk aşamalarını yaşamakta olan Alman toplumunun karşı karşıya kaldığı özgül sorunların özelliklerini kendine takıntı ölçüsünde dert edinmesinin bir sonucu addeder sözgelimi. 19. yüzyılın başlarında aralarında Prusya ve Avusturya'nın da bulunduğu otuz dokuz prensliğe bölünmüş Almanya'nın eski büyük Slav arazilerine sahip olmalarından alan toprak sahibi aristokrasi Junkerlerin ve onların sözcüsü pozisyonundaki Bismark'ın öncülüğünde, Prusya'nın liderliği altında yüzyılın sonunda birleştiğini biliyoruz.
Almanya'nın gecikmiş modernleşmesinden kaynaklı sorunlardan hareket eden Weber'in daha sonra bu özgün sorunlara ilişkin ürettiği analizlerden daha genel sonuçlar çıkardığını iddia eden Giddens, sözgelimi onun siyaset sosyolojisinde "Junker'lerin konumu", "devlet memurları sınıfının, denetim dışı bürokratik tahakküm kurma eğilimleri", kaht-ı rical gibi sorunları analizinin önemli bir paya sahip olduğunu ileri sürer. Yaşadığı coğrafya ve yüzyıl Weber'in sadece konularını değil, bu konuları ele alış şeklini de derinden etkilemiştir. O, gerek sosyoloji anlayışıyla gerekse yönteme bakışıyla Almanya'nın felsefi geleneğinde önemli bir yer tutan tarihselciliğin, yani tarihi de fizik benzeri bilimler gibi kesin bir yöntem ve yasa bilincine sahip bir bilim hâline getirmeye çalışan pozitivist anlayışa karşı Alman tarihçilerin giriştiği ve anlamayı (verstehen) önceleyen tinsel bilimler/kültür bilimlerine karşı çıkışının izindedir. Bu açıdan etkilendiği isimler arasında ünlü Alman hermenötikçi Dilthey, ünlü neo-Kantçı Rickert gibi isimler yer alırken, Protestanlık tezini özelde kendisine karşı geliştirdiğini düşündüğümüz Werner Sombart'la da birlikte bir dergi çıkarmışlardır.