Aliya İzzetbegoviç
Hicret diye adlandırdığımız tarihî olay çoğu insan tarafından bilinir. Allah’ın peygamberi Hz. Muhammed’in (sav) önderliğindeki küçük Müslüman topluluğu, Mekke’deki evlerini terk etmek ve uzaktaki Medine’ye taşınmak zorunda kalmıştır. Bunu yaparken tüm mallarını geride bıraktılar ve yanlarına sadece imanlarını aldılar. Tarih 622 yılının Eylül ayı, Muhammed’in (sav) risaletinin 13. yılıydı.
Her zaman insanların hayal güçlerini tetikleyen bu olay, çok sayıda canlı ve sarsıcı detayla tasvir edilerek nakledilmiştir. En heyecan vericisi kuşkusuz, iz peşinde olanları geri döndürebilmek için örümceğin bir çırpıda ağ ördüğü, güvercinin yuva yaptığı ve Hz. Muhammed’in (sav) Ebu Bekir’e (ra) meşhur “Korkma, Allah bizimledir,” sözünü söylediği mağara hikayesidir.
Hicret’ten sonraki 14 ile 15. yüzyıllar arasındaki sınırda, tarihî açıdan bu kadar uzak mesafedeyken bir kez daha bu olay ve neticeleri hakkında düşünüyor ve ikilemde kalıyoruz: Hicret’in hangi anlamını bilhassa öne çıkarmak gerekir? Olayların giriftliğinde en fazla anlam neye yüklenmelidir?
Örneğin İslam’ın bir düşünce ve hayat programı olarak gelişiminde Hicret’in anlamı hakkında konuşmak mümkün. Ve daima Hicret’in İslam tarihinde bir dönüm noktasını temsil ettiği ve Kur’an’ın nüzul etmeyi sürdürdüğü 23 yıl gerçekleşen en mühim hadise olduğu sonucuna varılacaktır. Tabiatta güneşin doğuşu ne ise İslam tarihinde de hicret odur. Çünkü yeni günün şafağı Mekke’de sökmeye başlasa dahi gün, parlak ışıklarıyla Medine’nin üstüne doğmuştur. Hicretle birlikte o zamana kadar sadece manevi bir hareket olan İslam, sosyal grup seviyesine yükselerek bir toplum, örgüt ve devlet haline gelmeye başlamıştır. Eğer dinin sırları ile göz göze gelmek veya imanın koyu mavi derinliklerini gözlemek isterseniz, Mekke’de nazil olan bazı sureleri dinleyin. Eğer İslam’ı, bir kanunlar bütünü, bir hukuk düzeni olarak tanımak isterseniz; o halde bunu Medine’de inen sureler olmadan yapamazsınız. Hicret, Mekke ve Medine arasındaki bağ, bu yol üzerinde bir kilometre taşı, İslam’ı oluşturan bu iki dünyaya manzarası olan yüksek bir tepedir. Bu nedenle de Hicret, yeni İslami çağın ilk gerçek eylemidir.
Hicret’e ilişkin düşünmenin yegâne ve aynı zamanda tamamen doğru ve gerçekçi usulü budur. Fakat aynı derecede doğru ve çok daha güçlü bir mesaj taşıyan başka bir gözlemde de bulunulabilir: Evet, Müslümanlar Mekke’yi terk etmişlerdir; fakat aynı zamanda geri de dönmüşlerdir. Daha 8 yıl geçmeden Mekke’ye muzaffer olarak geri döndüler. Tanrı tanımazlığın ve sahte inancın merkezini, dünyada Allah’a hakiki imanın merkezine dönüştürdüler. Müşriklerin baskısıyla Mekke’yi terk ettiklerinde manevi açıdan güçlü; fakat fizikî açıdan zayıftılar.
Mekke’ye döndüklerindeyse fizikî açıdan da güçlüydüler. Buradaki mesaj açıktır: Müslümanlar vahşi yaratıklar gibi kovalanmak için değil hazırlık yapabilmek için gitmişlerdir. Giderler fakat geri dönerler. Gerçek Hicret ancak budur.
- İslami Yeniden Doğuşun Meseleleri, Hicret Üzerine Düşünceler