Aleykümselam 1995, tümevarıyoruz!
Seçmelerdeki iki genç kıza “oyuncu olmak istiyorsanız kalın, insancıl olmak istiyorsanız gidin” der. Kızlar gitmeyi tercih eder. Ağlamayı bir türlü beceremeyen kızlara lafını esirgemez: “Kadınların başarısının yarısı, gerektiğinde nasıl merhamet uyandırılacaklarını bilmeleridir.”
Kul diliyle kutsanmış her şey… Atanamamış bütün putlar (bunu ne vakit fikretsem beynim patlar)... Hatalar, ardışık sayıları hayatımıza katan bilmediğim bilim gibi şeyler… İşte böyle… Hayatın tanımı için kimi zaman tümevarıyorum, kimi zaman tümdengelemiyorum. Kalıyorum. Kutsalıma dokunanın alnını karışlıyorum, başa dönüyorum… Septik miyim neyim? Sepetime doldurmayı beceremediklerimle büyüyen şüphelerim… Başladığım ve yol aldıkça soluklandığım yer burası. Sinemanın tam da sırtı… Aaa, sinema, selam. Tanışıyor muyuz?
Adı Muhsin. Mahmelbaf’gillerden. Acem adamı.
Sinemacı. 1995’te kamerasını eline aldığında, sinemanın 100. yaşına selam çakan destansı bir eser üreteceğini tahmin ediyor muydu, bilemem. Filmine ‘Selam Sinema’ ismini vermesi de, üslubu da, belgesel nitelikteki kurmacası da, kıvrak dili ve kurgudaki oyunları da Mahmelbaf’ı dünya harikaları arasına sokmuştu, işte bunu biliyorum fakat.
1995’te, sinemanın birinci asrının sene-i devriyesi (Lumiere Kardeşler’in 1895’te Paris’te düzenledikleri ilk toplu gösterim sinemanın başlangıcı sayıldığından) için işe koyulur Mahmelbaf. Gazetelere ilan verir, yeni filmi için oyuncu seçimi yapacaktır. Seçmelere ilgi o denli yoğun olur ki, -filmin hemen başında da göreceğimiz üzere- izdiham yaşanır, insanlar ölüm tehlikesi atlatır. Bütün bunlar, İran İslam İnkılabı’nın üzerinden 16 sene geçmişken, dünya bir İslam ülkesine öcü muamelesi yaparken olur (İran’ın bugün İslam coğrafyasında yürüttüğü öcülük var ya, neyse.)
Muhsin Mahmelbaf, seçmelere katılanlarla diyaloglarını, doğaçlama yaşananları, planladıklarını ve planlayamadıklarını kurgular ve ortaya hem belgesel, hem kurmaca fekat muhakkak bir sinema çıkar… Sanatın ne olduğu, oyuncunun neleri feda etmesi gerektiği, yönetmenin esasında neyi yönetemediğini ve senariste kimin ne yazdırdığını sorgulayan ve izah eden film; tam manasıyla sinemanın 100 yaşına yakışır bir iş ortaya koyar.
Mahmelbaf’ın hayat hikâyesine bakınca bu film daha da kıymetli oluyor. Çünkü kendisi savrulmalar ve felaketlerle dolu bir hayatı sürdürüyor… Yeni Dalga İran Sineması’nın en önemli isimlerdendir Muhsin Mahmelbaf. Şu an Paris’te yaşıyor. Ve ülkesindeki yönetime muhalif…
Toplumsallık adına sanatı halktan ve topraktan uzaklaştırmaya çalışanlara inat yola koyulan Muhsin Mahmelbaf, asırlık sinemaya selam duran eşsiz filmi ile bize çok şey anlatır.
Hatta Batı’da kendisi ‘rejim muhalifi’ olarak nitelendiriliyor. Oysa Mahmelbaf şu anki rejim için zindana düşmüş biridir. Evet, yanlış duymadınız. 1979’daki inkılaptan hemen önce Şah’ın polislerinden birine karşı silah kullanır, adamı yaralar ve hapse düşer. Sonrasında çıkar ve uğruna mahpus damlarının rutubetini çektiği şeyler için sinema yapmaya başlar. Yani ilk eserleri öyledir. Hidayet filmi de yapar. Ancak sonraları sistemi eleştirmeye başlar ve sonunda iş sürgüne kadar varır.
Selam Sinema’da seçmelere katılan kişilerden biri de Mahmelbaf’ın hapishane arkadaşıdır. 2 çocuğuyla gelmiştir. Ancak çocukları bi’ numara gösteremez. Torpil mi istemektedir? “Bir zamanlar adalet için hapis yattık, şimdi benden adaletsizlik yapmamı istemezsin, değil mi?” diye sorar, Mahmelbaf. Elbette istenen bu değildir. İlginç olan şu ki, “ağlayın” dediğinde arkadaşı da ağlar. Oyunculuk becerisini gösterebilmek için. Malmelbaf ise “hapishanede işkencede ağlamayan arkadaşım sinema için ağlıyor” der. Dokunaklı, değil mi?
Filmde daha dokunaklı diyaloglar var. Sanat sorgulaması ve kadın dokundurması en dikkat çekicileri… Seçmelerdeki iki genç kıza “oyuncu olmak istiyorsanız kalın, insancıl olmak istiyorsanız gidin” der. Kızlar gitmeyi tercih eder. Ağlamayı bir türlü beceremeyen kızlara lafını esirgemez: “Kadınların başarısının yarısı, gerektiğinde nasıl merhamet uyandırılacaklarını bilmeleridir” der. Söz meclisten dışarı, mı?
Kendi sanat anlayışının sorgulamasını da katılımcılar üzerinden yapar Malmelbaf. “Sinema, kendilerinden istendiğinde duygularını satabilenlere aittir” diyerek ağlamaları gerektiğini söyler. Ağlamalarını ister. Çoğu beceremez. Fakat hepsi emeline ulaşır, oyuncu olur, filmde görünür.
Selam Sinema’yı çok özel yapan unsurlardan birini de vurgulamadan geçemeyeceğim… Seçmelere katılan genç bir kız, Mahmelbaf’tan bir istekte bulunur. Özetle; kızı sevdiği erkeğe vermemişlerdir ve erkek de İran’dan gitmiştir. Kız peşinden gidemez, zira yaşı küçük olduğu için vize alamaz. “Sizin filmleriniz Cannes’a gidecekmiş, oynarsam ben de giderim, vize verirler belki” diyerek yardım ister. Sadece birkaç dakikalık bu sahne o dönem İran toplumuna yönelik tespittenkitlerle dolu olarak yapılacak ve saatlerce sürecek bir dramanın anlatamayacağı şeyi anlatır. Ve o kız istediğini alır. Sonraki filminde (Gabbeh) başrol oynar ve Cannes’a gider.
Hâsılı…
Toplumsallık adına sanatı halktan ve topraktan uzaklaştırmaya çalışanlara inat yola koyulan Muhsin Mahmelbaf, asırlık sinemaya selam duran eşsiz filmi ile bize çok şey anlatır. Kendisinin nasıl bir savrulma içinde olduğunu da anlarız. 2000 senesindeki Kandahar filmiyle birlikte oryantalist gözlük ile toprağına ve sinemaya bakmaya başlayan Mahmelbaf’ı Selam Sinema sayesinde beraat ettiriyoruz.
- Aleykümselam 1995, aleykümselam Muhsin, aleykümselam sinemamız, aleykümselam tümevarım… Tümdengeliyorum, hoş geldim… Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi sinemanın üzerine olsun. Zira buna çok ihtiyacımız var...