Alaturka saat, Türk toplumunun yüzyıllar boyu kullandığı, kendini, işlerini, hayatının tüm düzenini ona göre ayarladığı bir zaman düzenidir. Alaturka saatte güneşin konumu esastır. Güneşin batma anı, boylamlara göre her yerde değiştiğinden alaturka saat şehirden şehire değişir. Mevsimlere göre günler uzayıp, kısaldıkça ezan saati yine değişir. Dolayısıyla alaturka saat, standart bir saat değildir. Dünya sabit olmayıp kendi ve güneşin etrafında döndüğünden güneşe göre uzayıp günlere, daha doğrusu ışığa sahiptir. Batı’nın, bizim de bugün kullandığımız alafranga saati, gece 12’de ertesi güne devreden, saatin sabit olarak gösterdiğini esas alan saattir. Oysa alaturka saatte, günlerin kısalmasına göre havanın rengi ile saat eşittir. Yazın olduğu gibi akşam sekiz buçuk, dokuzda hava aydınlık olmaz. Akşam ezanı gece on ikidir. Gün, o an sonraki güne devreder. Akşam ezanı kaçta okunursa, saat on ikidir. Bu suretle günlerin kısalmasına göre alaturka saat üçte, hava hep karanlıktır. Saat ile tabiat, ışık olarak da, mevsim olarak da her anlamda uyumludur, söylenen ile görünen birbirini yadırgamaz. Bu aslında daha ince bir ölçümdür, sert hatlı, kat’i sözlü, yanlışını kabul etmeyeni, hiçbir şey için, hiçbir değişime katlanamayan alafranga saatin ergen inadının yanında alaturka saat çok olgun, çok çelebi, her günü başka yaşayacak tahammülde, her günün getirdiğine de katlanacak güçte, aynı zamanda çok daha naif ve kırılgandır.
“Saat şu” demek için ne yere ne göğe, ne kendine haline bakmayan alafranga saat, yaşarken katı geçişleriyle hayatın hep sabitliği üzerinde durur. Halbuki insan ruhu sabit olmadığından, bu söylenişlerde incinecek bir yan bulur. Akşam ezanının maveraî sesini duyan kulağı ağılıksız kişi, bunu hemen saate de öğretir. Saat neticede bir makinedir, ondan bir şey öğrenmek yakışık almaz, öğretmek ve onun neticesine göre davranmak uygundur. Alafranga saatte, saatin itiraflarına papaz olmamak gerekir ki, Müslüman saatine bu yine yakışmaz; itirafla kurtarılacağına inanmadığından itiraflık şeyleri biriktirmemeye bakar. Alaturka saat kendi başına işlerliğiyle değil, ayarlama ile rabıtalı olduğundan güneşin eve girmiş, solmuş, ışıksız halidir. Hatta denebilir ki alaturka saat, gökteki güneşin evdeki gölgesidir, sanki bu nedenle de loş, gölgeli evlere daha yaraşır ve gölgeli, yekpare olmayan kalplere… Alaturka saat kullanan, akşam ezanı okunduğunda gecenin on ikisi olduğunu saate öğreteceğinden, günün bitip yeni günün başlayacağı ana dair uyanık olur. Ezanı duymayan ya da duymamış olanlar için hazırlanmış çizelgeler vardır. Bu çizelgeler, o dönemde, cepte taşınacak şekilde basılmış, daha önceki devirlerde muvakkitler tarafından isteyenin talebine göre elde yazılmış, kenarları tezhiple süslenmiş, sekiz on sahifelik küçük kitapçıklardır.
Bir yıl için on iki aydaki gün uzayıp kısalmalarını, alaturka saati alafrangaya çevirme çizelgesini, hicri ve miladi yılı, ayların Osmanlıca – Fransızca adlarını, hatta bazıları burçları ihtiva ederdi ve bunlar, o zaman şehirlerde yaşayan hemen hemen her erkeğin cebinin bir köşesinde bulunurdu (elbette her şehir için ayrı). Yine, bazı eski kitaplardaki söz arasında öğrendiğimize göre hep cepte taşınmaktan yıpranmış, lime lime olmuş halde olurlarmış, bir sokak fenerinin ya da lambasının altında, çizelgenin kopuk yerlerini birleştirmeye, yazılanı görmeye çalışanlar sıralanmış, tertip ehlince “hem kulağı ezanda değil, hem günler ne vakit uzayacak da kuşbazlık vakti gelecek diye dört gözle bekliyor, elinden gelse dünyanı eliyle şöyle bir hızlıca çeviriverip dere kenarına yanlayacak, necaset konservesini yiyip işret edecek, insanı bakma rağbetinden kesen kuyu anaları ile işaretleşecek, her şiirden birer beyit çakıştırıp okuma akşamcılığı yapacak… diye, haklarında eve varana kadar söylenip, yürüklerin ferahlatıldığını, yatsıda tövbe edip rahat rahat sağ tarafa dönerek yattım ya Allah kalkarım inşallah!...” okunduğunu da tahmin edebiliriz.