Ahlâkîliğin Doğası üzerine nazarî hikmet bağlamında bir ahlâk tasavvuru

Ahlâkî hayat sadece insânî öznenin ahlâkî oluşum süreci değil, aynı zamanda öznenin herhangi bir fiziksel tecrübeyi aşan metafizik varlığının da inşa edilme sürecidir.
Ahlâkî hayat sadece insânî öznenin ahlâkî oluşum süreci değil, aynı zamanda öznenin herhangi bir fiziksel tecrübeyi aşan metafizik varlığının da inşa edilme sürecidir.

Dondurulmuş anlamların ahlâkî sürekliliğinin olamayacağını belirten Türker, sadece insanın ferdiyeti ve iradesi üzerinde değil aynı zamanda ahlâkî özne ve anlamların hareketliliğine vurgu yaparak anlamların, nesneleştirilmesi ve dondurulmasının birinci derecede bertaraf edilmesi gerektiğini belirtir.

"Din güzel ahlâktır" ve "Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim" diyen Peygamberimizin Kuran-ı Kerim'deki temel niteliği "Şüphesiz ki sen yüce bir ahlâk üzeresin" âyet-i kerimesinde müşahhaslaşır. Bu bağlamda gerek din-ahlâk ilişkisi gerekse ahlâkın neliği tartışmaları, İslam düşünce geleneğinde, üzerinde en çok durulan husustur. Kuran-ı Kerim'deki ayeti kerimelerin çoğunluğunun ahlâkî temelde olması, Efendimiz'in hadis-i şeriflerinin; dinin ete kemiğe, insana, hayata bürünmüş hâli olan sünnetinin, söz konusu ahlâkî temelde bir insan, ev, şehir ve hayatı öngörmesi meseleyi daha da önemli hâle getirmektedir. Kimi düşünürlerin vahyin hayat hâli olan sünneti sâlih amel, güzel ahlâk olarak nitelemesi de tesadüf değildir. Ahlâkın mahiyeti, İslam düşünce geleneklerinden başta irfan geleneği olmak üzere hikmet, fıkıh ve kelam geleneklerinde ortaya çıkan temel eserlerin birinci derecede ele aldığı hususlardandır. İhyâ'dan Kûtu'l Kulûb'a, Ahlâk-i Alaî'den Ahlâk-ı Nâsirî'ye bütün eserlerin özü, varlık, bilgi, değer, zaman, mekân ve siyaset ekseninin ferdî olarak insanda ve küllî olarak da bir şehirde, devlette, hayatta ve toplumda nasıl tezahür ettiği meselesidir. Bu minvalde herkesin üzerinde uzlaştığı temel ahlâkî ilkeler söz konusu metinlerin ana içeriğini oluşturur. Ancak bunun irfan veya hikmetten, fıkıh veya kelamdan müstakil ayrı bir ilmî disiplin olarak ortaya çıkıp çıkmadığı hususu tartışmalıdır.

Nitekim Ömer Türker gerek Ahlâk ve gerekse Ahlâkîliğin Doğası kitaplarında ahlâkın müstakil bir ilim olarak hâlâ oluşmadığı iddiasıyla ortaya çıkar. Ona göre son iki yüz yıllık süreçte özelde bizim genelde de tüm insanlığın tıkanmasında bu eksikliğin önemli ölçüde etkisi vardır. Ahlâkla ilgili en önemli ve ciddi iddialar elbette son iki yüz yıllık Aydınlanma sürecinde ortaya çıktı. Bilhassa Kilise'nin din ve ahlâk anlayışına karşı yeni bir insan, toplum ve ahlâk anlayışı iddiası Aydınlanma sürecinin en önemli iddiasıdır. Bu minvalde Kant'ın ahlâkla ilgili temellendirmeleri modern insanın "yeni ve son umudu" hâline gelmiştir. Kant ve Aydınlanma düşünürleri, Aydınlanma öncesi Rönesans ve Yeni Çağ filozoflarının doğa bilimleri ile ilgili yaptığı çalışmalardan etkilenerek tıpkı matematik ve fizik gibi doğa bilimlerine benzeyen bir ahlâk ve teoloji geliştirmeye çabaladılar. Temel amaçları herkesin matematik ve fizik ilkeler gibi üzerinde uzlaşacakları temel ahlâkî ilkeleri ortaya koymaktı. Bu bağlamda numen/fenomen ayrımı ile birlikte imanın konusu olan tanrı, dinî ve ahlâkî ilkeler gerçekliğin dışına atılırken insanın ve aklın konusu olan ahlâkî ilkeler ve hatta tanrı, insan tarafından inşa edildi. Aşkının reddedilmesi aşkınsal olanın "yaratılmasını" engellemiyordu. Aydınlanma düşünürlerinin sözünü ettiği aşkın olmayan ama aşkınsal olan, Tanrı ve din merkezli değil insan ve "akıl" merkezli bu akıl anlayışı her ne kadar insanın bireyselliği ve akıl zeminindeymiş gibi görünse de bir süre sonra kilisenin dogmatizminden daha dogmatik bir bağlama dönüşürken, insanın ferdiyetini ve iradesini de egemen insan ve irade uğruna bertaraf etti.

Bir başka deyişle ahlâkın, insanın, aklın, dinin ve tanrının rasyonelleşmesi en başta bunlara atfedilen aşkınsallığı totaliter bir dayatmaya dönüştürdü ve içini boşalttı. Dolayısıyla evrensellik iddiasıyla ortaya çıkan bu ilkeler modern batının ilkeleri olarak kaldı ve kendi aralarında bile evrenselleşme krizi yaşadı. Kant'ın modern ve laik metafiziğinin bir metafizik olmadığı belki bir metafizik imajı ve simülasyonu olduğu açıktır. Çünkü ahlâkın maddi şartlara indirgenmesi insanın müteâl yanını ortadan kaldırır. Ömer Türker de bu bilinçle insanın aynı zamanda müteâl anlamda mesul ve mükellef bir varlık olduğu bilincini yeniden hatırlatarak insanın ferdiyeti, iradesi ve hareketi temelinde yeni bir nazarî hikmet önerisi ile ortaya çıkar. Ahlâkî olanın ilmî anlamda kurulması diyebileceğimiz bu öneri, ahlâkın ana yurdunu herkesten önce kendi için keşfetme çabası. Dolayısıyla bu anlamıyla ahlâkîlik müteâl/metafizik bir kavrayışa dayanır.

Dondurulmuş anlamların ahlâkî sürekliliğinin olamayacağını belirten Türker, sadece insanın ferdiyeti ve iradesi üzerinde değil aynı zamanda ahlâkî özne ve anlamların hareketliliğine vurgu yaparak anlamların, nesneleştirilmesi ve dondurulmasının birinci derecede bertaraf edilmesi gerektiğini belirtir. İslam düşünce geleneğinde amelî hikmetin mücessem hâli diyebileceğimiz tasavvufî ahlâkın hakkıyla incelenmediğinin altını çizen Türker, tarihsel tecrübemizden ahlâkın bütünlüğünü bozmadan toplumsal bağlamını bertaraf etmeden ferdî yanına dikkat çeker ve "neyi yapmalıyım" sorusu çerçevesinde ele alır. Ona göre ahlâkîliğin ne anlama geldiğini anlamak için ahlâkîliğin mahiyetine veya tabiatına ilişkin bir çözümleme aynı zamanda onun niçin ve nasıl tahakkuk ettiği sorularına da cevap teşkil edecektir. İrfan geleneğindeki kendilik bilinci de diyeceğimiz benlik bilinci seküler ve rasyonel anlamda öznel/kişisel/bireysel/ bencil değil aksine ferdiyeti ve toplumsal olanı yekpareleştiren bir niteliğe sahiptir.

Bildiğini bilmiyor gibi davranamama zemini ancak varlık anlamını idrakle mümkündür. Çünkü iyiyi iyi olduğu için tercih edebilmenin gereği budur.

Hareket niteliğinden dolayı da sürekli kendini yenileme ve geliştirme özelliğine sahip olarak bir dondurulmuş anlamlara ve durağan olgu ve olaylara yol açmaz. Ancak bu hareket, süreklilik ve değişme, ferdiyete bağlılığından ve bilme mertebelerinin en ileri seviyesinde meydana geldiği için kendisi kalmaya devam ederken toplumsal anlamda da ortak ilke olur. Ferdiyeti ve benlik idrakini kendine ait şuur olarak niteleyen Türker, insanın kendinin ve diğer varlıkların farkında olmasının varlığın saflığına doğru ilerledikçe ferdiyetin de saflaştığını ve yalın bir birlik idrakine dönüştüğünü belirtir. Bildiğini bilmiyor gibi davranamama zemini ancak varlık anlamını idrakle mümkündür. Çünkü iyiyi iyi olduğu için tercih edebilmenin gereği budur. Varlığın bilgisi ferdiyetin bilgisini yani benliğin bilgisini, benliğin bilgisi tercihi, tercih ise özgürlüğü zorunlu kılar. Bu durumu kendine ilişkin farkındalık olarak niteleyen Türker'e göre, insan iradesiyle inşa edilen varlık alanında iyi ve kötü değerlemelerin tamamını içerecek şekilde ahlâkî vasfından daha kapsamlı bir küllî vasıf yoktur ve insanın inşa ettiği varlık alanındaki bütün değer ifade eden vasıflar ahlâkî vasfının bir türevidir.

Ona göre ahlâkîlik ile bireyin kendisi arasında herhangi bir aracı olmadığı gibi ahlâkîliğin insânî varlığın sadece bütün alanlarıyla ilgili olduğunu değil, aynı zamanda bütün alanların temelinde bulunan aslî vasıf olduğunu da gösterir. Kant'ın tamamen simülatif olan aşkınsallığının yerine yeniden aşkın olanı işaret eden Türker, aşkınsal olanın totaliter, donuk ve seküler bağlamına karşılık aşkın olanın özgürlükçü, hareketli ve metafizik bağlamına ısrarla işaret eder. Amelin yani fiilin insânî olmasının gerek şartının ahlâkîlik olduğunu belirtir ve failine nispeti bakımından fiil öncelikle ahlâkîdir der. Şüphesiz ki burada Kartezyen bir dualiteden de söz edilemez. Zihinsel olan ile amelî olanın neredeyse birbirine ilişmediği seküler bağlam, insanın zihni ile ameli arasındaki kırılmadan dolayı ahlâkî bağlamda bir tutarsızlığa da zorunlu olarak sebep olur. Bundan dolayı Türker'in sözünü ettiği husus bireyin zihniyle kâim olanın ameli ile taayyün etmesinin yekpareliğidir. Taayyün ve tahakkukun olması için önce tahallukun olması gerekir. Onun içini doldurduğu benlik ve benlik bilinci ahlâkî birlikten, ahlâkî birliği ise aslında müteâl ferdiyetten başka bir şey değildir. Nitekim bu anlamda insan, mevcuddan vücuda değil vücuddan mevcuda gider.

Dolayısıyla bu, insanın kendini ve varlığı idrak etmesinin başından beri müteâl olduğunun göstergesidir. Bir başka deyişle ahlâkî öznenin her türlü farkındalığı metafiziktir. Öyleyse insânî öznenin bilincinde bulunmayan bir ahlâkî anlam var olamaz ve insânî özne ahlâkî varlık alanını aşkın olduğu sürece insan için ahlâkî iyilik hem apaçık olmalıdır hem de insanın bütün ahlâkî potansiyeli genel iyilik anlamında içerilmelidir. Türker'in sözünü ettiği ferdiyetin ve ahlâkî tecrübenin, müteâlden soyutlanan "birey" ve "ödev ahlâkı" ile ilgisi söz konusu değildir. Onun kastettiği anlamda ferdiyet ve ahlâkî tecrübe, öznenin kendisini inşa ettiği ama inşa sürecinde bizzat kendisinin de inşa edildiği bir oluş sürecine tekabül eder. Dolayısıyla ona göre ahlâkî hayat sadece insânî öznenin ahlâkî oluşum süreci değil, aynı zamanda öznenin herhangi bir fiziksel tecrübeyi aşan metafizik varlığının da inşa edilme sürecidir.

Sonuç olarak Ömer Türker, Batı'da Aydınlanma ahlâkının içinde bulunduğu tıkanma sonucunda yeniden Aristo'nun ya da Platon'un ahlâkına dönme çabalarına benzer bir çaba içine girmek yerine zaten İslam düşünce geleneğinde zengin bir biçimde, hikmet, irfan, fıkıh ve kelam ekseninde var olan ahlâkî bağlamla ilgili unsurları zemin edinerek tarihe gitmek yerine onu bugüne yeniden tevil ve tabir ederek bugün için bir nazarî hikmet teklifi sunmakta ve bunun da ilkelerini ilmî bir bağlamda temellendirmektedir. Modern dönemde gittikçe cisimleşen, tasarım hâline gelen kurgusal, mekanik, insan merkezlilik iddiasına rağmen gerçekte insanı "aklına" ve fenomenler dünyasına indirgeyerek yok eden bir ahlâk telakkisi yerine, insanın kendilik bilincinin merkezinde olduğu, küllî, sürekli ve hareketli, müteâl/metafizik bir gaye düşüncesini temel alan, beşerî ilimlerin tamamını etkileyecek ve amelî hikmetin ahlâk zemininde yeniden inşasına sebep olacak bir ahlâk telakkisi önerisidir.