Ah Fahim Bey!

İllüstrasyon: Cemile Ağaç

Öğrencileri soru sorarak seçen ve onları olur olmaz yerlere yerleştiren imtihan merkezimizin hazırladığı sorularda edebiyat sahasında bir genel kültür sorusu olarak sorulan bir romandır Fahim Bey ve Biz.

Babasının şairlere ve yazarlara olan muhabbet ve hürmetinin bir ifadesi olarak adı Abdülhak Şinasi konulan yazarımızın kendi muhayyilesinin marifetiyle biraz hikâye çokça hatırat ekleyip ortaya koyduğu eserde Fahim Bey anlatılır. Ama nasıl bir anlatmak. Anlatıcısını nasıl kandırdıysa Şinasi Hisar Bey’in anlatıcısı neredeyse hastalıklı bir merakla didik didik eder Fahim Bey’in hayatını. Efendim roman biraz da didiklemek değil midir? Roman yazan kişi başta kendisi ve hayatı olmak üzere her hayata her kişiye o gözle yani potansiyel didiklenecek malzeme gözüyle bakmaz mı? Bakanlar baksın tabi ama hikâye ile meşgul biri olarak fazla merakın öyle çok matah bir şey olmadığını düşünürüm. Merakla değil de ilham vesilesiyle elde edilenleri daha kıymetli bulurum. Neyse mesele benim tahkiye anlayışım değil zaten.

Eser yayınlandığında eleştirenler olmuş. Fahim Bey bir karakter gibi belirmiyor da geçmişten gelen rezervler üzerine kuruluyor diyenler olmuş. Karakterler romandaki iş ve işlemleri, kararları, alışkanlıkları, kabulleri ve retleri vesilesiyle karakter olurlar. Hâlbuki Fahim Bey hiç bir şey yapmadan yaşıyor demişler. Olay yok diyenler olmuş. Ama neticede yeni ve güzel bir “şey” olduğunda birleşmişler.

Bu kadar peşrevden sonra ben de acizane fikrimi söyleyeyim de maksat hasıl olsun. Yoksa yazı için ayrılan yer bitecek ama ben daha konuya girememiş olacağım. Bendeniz Fahim Bey romanını diğer romanlara yaptığım gibi araya başka bir sürü eser katarak okudum. Baştan sona aynı eserin atmosferine katlanamıyorum. Nefesim daralıyor. Rahmetli Müslüm Gürses’i konsere getirdiklerinde “söyleyeyim de gideyim” dermiş. Ben de roman okurken öyle diyorum ne söyleyecekse söylese de bitse bu iş diyorum. Ama romancılara kısa kes demek abesle iştigaldir malum. Ben de sabrettim, ahdettim bitirdim.

Fahim Bey’i pek sevdim. Kendisine benzeyen çok insan tanıdım. Onları da çok sevmiştim. Ama ne yalan söyleyeyim Fahim Bey’i anlatırken kullanılan ironiden rahatsız oldum. Abdülhak Şinasi Bey roman kahramanından ne istemiş? Neden Fahim Bey’den bahsederken mesela hatıralarını anlatırken kullandığı dili kullanmamış? Hatırlarında anlattığı hayatı yaşayanlarda az veya çok Fahim Bey esintisi olduğunu düşünmüyor mu? Eğer öyleyse roman yazarken “vur abalıya” der gibi ezdiği Fahim Bey gibileri neden hatıralarında ezmeden anlatmayı tercih etmiş? Roman yazmak insanı ironik, dalgacı, eleştiren, meraklı, bezgin, şüpheci mi yapıyor? Hatırat yazarken büyük laflar etmeye, aforizma parçalamaya gerek yok da roman yazarken var mı? Hatıratlar süt içmek gibi de romanlar neden içinden her an cam kırığı çıkabilecek buzlu şerbetler gibi?

Gördünüz mü ne kadar çok sorum birikmiş.

Ben Fahim Bey’e hayran oldum. Zaten onun gibi olanları yani kendi çizgisinde yaşamayı dünyanın geri kalanına tercih edenleri hep çok sevdim. Ve onları sevmenin bir usulü olduğuna inandım. Onlar yani aramızdaki Fahim Bey’leri severken onların gidişatını bozmadan mümkünse uzaktan seveceksiniz. Zaten onlara çok yaklaşmak istediğinizde küstüm çiçeği gibi kendi içlerine kapanıyorlar. Uzaktan sevebilirseniz ne ala yoksa sizi ortada bırakırlar. Benim Fahim Bey’e olan muhabbetimin en temel nedeni bu kişilerin ısrarla kendi gibi olmaya özen göstermeleridir. Herkesin her şeye karıştığı, devasa bir tarassut altında yaşadığımız, tek tipleştirmenin hayatın her yanına sızdığı günümüzde sayıları azalan Fahim Beygiller tam istedikleri gibi bir hayatı sürüklerler peşlerinden. Kızları, oğulları, akrabaları, komşuları, ahbapları ne derse desin onlar tam kendilerine göredir.

Bak bu listeye hanımlarını yazmadım. Çünkü hanımları onları eleştirmez, onları değiştirmeye çalışmaz eğer öyle olsaydı onlar tam anlamıyla Fahim Bey olamazlardı. Fahim Bey olmanın en birinci şartı hanımlarının da kendileri gibi olmasıdır. Fahim Bey’in sigara içen, mangal başında hasta serçeler gibi perişan ellerini ısıtan hanımı da Fahim Bey’e göre olmasaydı romancıları iştahlandıracak bir karakter olamazdı… Zamanın değiştirici, dönüştürücü, hatta öğütücü etkisinden mustarip olan anlatıcı ve yazarın Fahim Bey’den yani zamana direnen yumuşak huylu bir adamdan ne istediğini gerçekten anlamadım. Ve sorular sordum. Ama sorularıma cevap bulamayacağım.

Çünkü yazar aramızda değil. Bu işlerle iştigal eden eleştirmen ve akademisyenler de kendi soruları dışındaki sorulara pek gönül düşürmüyorlar. Ama ben Fahim Bey’i ve onun gibileri sevmeye devam edeceğim. Onlara bu durumu anlatabilsek “...efendim kimseyi sorularımızla meşgul etmeyelim işimize bakalım...” gibi bir şeyler söyleyerek meseleyi başka bir zamana havale ederlerdi... Ben de öyle yapayım bir fırsatını bulursam sormak üzere erteleyeyim sorularımı ve işimize bakalım vesselam…