Afganları niçin öldürmeliyiz?
Türkiye'de yaşayan bir insanla, başka bir ülkede yaşayan insanın hayati kavramları ve hayat biçimleri farklıdır. Örneğin nezaket, Avrupa'da ve Türkiye'de farklı karşılıkları olan bir kavramdır. Bu yüzden mülteci düşmanlığıyla, iltica sonrası oluşan sıkıntılar neticesindeki tepkileri birbirinden ayırmamız gerekir.
Eskiden bir yazı yazmadan önce konuya odaklanıp, doğrudan bir düşünce ve fikirle yazıya girilirdi. Şimdi ise bir konuya girmeden önce konunun iç değil de dış cephesiyle, yani gelebilecek eleştiriler yekununu düşünerek yazıya başlıyoruz. Yine bu konulardan bağımsız birkaç şeyden bahsederek yazıya girmemiz gerekiyor. İstanbul'u Türkiye'den koparıp ayrı bir yer hâline getirilme çabasının bir sonucu olarak bu olayları yaşıyor olabilir miyiz? Kültürel işgal ya da yozlaşma mı? Veya tek sıkıntımız sosyal hayattaki gündelik meselelerimiz mi? İstanbul'un mozaik yapısı tarihi boyunca her zaman vardı. Bugün de olduğu gibi. Yukarıda bahsettiğim bütün sorunlar hayati sorunlar. Bu hayati sorunların yöneltilme biçimleri ve mevkileri ise işin en garip yönü. Etrafımdan ve sosyal medya üzerinden gördüğüm görüntü bariz aslında. İstanbul'un içinde her ilçe kendine göre farklı bir kavramla eleştirilerini yöneltiyor.
ÜSKÜDAR
Üsküdar'da oturan insanlar genellikle, mültecilerin ülkeye alınmasını savunan insanlardan oluşuyor. Bu insanlar zengin olmasalar bile refah seviyeleri nispeten yüksek, asgari kültür seviyesine sahip insanlar. Kabaca okumuş tayfa olarak ifade edebiliriz. Üsküdar'a gidip gelen, ama orada yaşamayan bir insan olarak söyleyebilirim ki, Üsküdar; esnafların yanında çalışan az sayıdaki mülteciler haricinde, mülteci kültürünü, yaşama şeklini, varsa mültecilerle yaşamanın zorluğunu ya da kolaylığını, değiştirici gücünü hissetmeyen bir bölge. Bu yüzden Üsküdar, hâlâ yapısını aynı şekilde koruyor. Ama Üsküdar'da oturanların fikirleri gerçekle ve tecrübeyle ne kadar isabetli, üzerine düşünülmesi gereken bir konu olarak duruyor masada.
BOSTANCI
Diğer yandan Kadıköy, Bostancı, Bakırköy gibi bölgelere baktığımızda ise farklı bir fotoğrafla karşılaşıyoruz. Bu bölgelere genellikle, mülteci olarak yerleşen varsa, belli bir maddi seviyenin üzerinde varlığa sahip olan, oraya yük olmayan, kendi kültürünü getirmeyip, aksine oranın kültürüne (böyle bir şey varsa?) ayak uydurma kompleksi yaşayan insanlardan oluşuyor. Çalışan grup ise akşamları farklı ilçelere dağılıyorlar. Bu bölgelerin gündelik yaşamlarında herhangi bir şikayet duymamız zor. Bayramda seyranda diğer ilçelerden gelen mültecileri görünce, kültürel yozlaşma, her şeyin karmakarışık hâle gelmesi gibi sabiti belli olmayan dönemsel şikâyetler görüyoruz. Bu da üzerinde düşünülmesi gereken bir konu mu emin değilim. Senenin belki 15 günü bu sıkıntıyı yaşayanlar insanlar, sosyal medya haricinde bu konu hakkında bir tecrübeye sahip değiller. Genel kanı üzerine yargı bildiren, sonra yargısını unutan topluluklardan oluşuyor.
BAĞCILAR
Biraz daha gerçeğe gelmek istiyorum aslında. Akşam mesai saati dönüşlerinde trafiğin kitlendiği, metroların, kira bedelleri yüksek olan yerlerden ucuz olan yerlere doğru kalabalıklaştığı hayatın akan tarafına gelmek istiyorum. Yirmi dört saat sokaklarında müzik sesi eksik olmayan, kavgaları bitmeyen o yerler… Bağcılar, Sultangazi, Pendik… Bu yerlerde yaşayan insanlar, bireysel komşuluk ilişkileri dışında mültecilerden rahatsız olmaya meyilli topluluklardan oluşuyor. Hepsi mi? Hayır elbette. Ama çoğunluğun olumsuza meyilli düşüncelerinden bahsedebiliriz. Bu olumsuza meyilli düşüncelerin de içinde esasa dayanan eleştirilerle birlikte topluma uyum sağlamak anlamında, bir moda gereği karşı çıkan insanlar da var. Yani televizyondakilerin tartıştığı, Bostancı ahâlisinin ürktüğü, Üsküdar ahalisinin konforlu gölgeleri arasında, bütün konuşulanların, doğrudan yaşandığı yerler bu bölgeler. İnsan ilkel bir varlık olsa bile, milliyetler, diller mütekâmil hâle gelmese bile, kendileri gibi iletişim kurmayan insanlardan çekinir veya uzak durur. Bu çok tabii bir mesele. Buna rağmen Bağcılar, bu meseleyi hemen aşabilen bir olgunluğa da sahip.
Bağcılar'ın geçemediği konuların başında ise usûl geliyor. Her şeye rağmen asgari bir yaşama usulünün olduğu bu yerler, uzaklardan gelen insanları doğrudan karşılayan, onların kusurlarını gören, nispeten onların Türkiye'ye alışmalarını sağlayan bir mekân. Gecenin bir vakti on kişi hâlinde gezen bir grup genç sizi işkillendirebilir. Aileniz veya mülkünüz hakkında bir endişeye kapılabilirsiniz. Yan binaya her gün tam kadro hâlde, farklı kıyafetler giymiş bir grup adamın dolaşması, gözünüze batabilir. Bunlar olağan şeylerdir. Bostancı ahalisinin derdini çektiği şey bu değildir. Ya da Üsküdar'ın fast food kabulcülüğünü zor durumda bırakabilir. Mesela bu yabancı gruplardan kağıt toplayıcı mafyası falan çıkabilir. Konu komşusuna yardım eden insanlar da çıkabilir. Mesela Suriyelilerin aile yapılarını koruyarak yaşamaları, Bağcılar'da Suriyelilere karşı olan olumsuz görüşleri kırmış durumda. Her şeye rağmen bazı sorunları yedeğine alarak elbette. Ama bekâr olarak yaşayan bir grup Afgan veya Pakistanlı insanları rahatsız eder. Burada atladığımız şey ise, bekâr olarak yaşayan bu grupların insanları olumsuz düşünceye yönlendirmesinin sebebi, bir grup insanın Afgan veya Pakistanlı olması değil, bekâr olup olmamasıdır.
İkinci bir mesele ise asgari düzeyde yaşama müşterekliğini barındırmamalarıdır. Bu ne demek? Kalabalıkta nasıl davranılacağını bilmek, oturup kalkması, ses gürültü vs. gibi şeyler. Bazı tartışmalara denk geliriz. Tartışmanın tam ortasında, ayet ve hadisleri ortaya sürerek tartışmayı veya düşünmeyi yarıda kesmeye çalışan, zeki insanlar vardır. Ayeti anlamaya bile fırsat vermeyecek derece konuyu sıkıştıran insanlar. Oysa mesela bir meseleyi konuşurken ayete veya hadise getirmeden tartışma, düşünme gibi durumlar için kültürümüzde yüzlerce argüman veya yöntem geliştirilmiştir. Sanki insanlar bilmiyormuş gibi ucuz bir meseleyi ayet veya hadisle sonlandırmaya çalışan bu zekiler sosyal medya üzerinde de var. Gelen mülteciler hakkında yapılan ciddi bir eleştiriye ayet ve hadisle mukabele edip, içlerini rahatlatıyorlar. Mesele ayeti veya hadisi tartışmanın ortasına koymak değil. Önemli olan bu iki kavrama meselenin sonunda sağlıklı bir şekilde varabilmek. Bütün bunları bir tarafa çekmemizi gerektiren şey can meselesidir.
Türkiye'de can meselesini anlamayacak bir vatandaşın olduğunu düşünmüyorum. Fakat can meselesi ile ilgili kabulün ardından gelen mülteci gruplarının barındırılması, düzenlenmesi vs devlet organlarının yapacağı organizasyonlarla ilgili şeylerdir. İnsanların mustarip olduğu diğer mesele de budur mesela. Her gün elini kolunu sallayarak İstanbul'a gelen insanları; ecdat, Allah, kitap kelimeleriyle açıklayamayız. Bu hem yerleşikler için bir zulüm hem de mülteciler için bir zulümdür. Ümmetçilik yaparken, İran sınırından temizlenen mayınları da düşünmemiz gerekiyor. Ayrıca gelen insanların arasında mesela PKK'lı teröristlerin olup olmadığını biliyor muyuz? Böyle bir garanti var mı? Gelen insanların sicil ve asayiş bilgilerine sahip miyiz? Bu soruları soranların kafir ilan edildiği ortamların cehaletine ise hiçbir şey yapamayız.
Gelelim meselenin öznesi Afganlara. Afganların kim olduklarını neler çektiklerini bilmeyen bir Türk olabilir mi? Bu imkânsız bir şey. Afganların doğrudan Türkiye'ye gelmelerini, Türkiye'nin büyüklüğüne bağlama kolaycılığı da ayrı bir bahis. Afganları kimler yönlendirdi? Kimler organize ettiler bu işleri? Organik olmayan bu süreçleri, organik usullerle çözememenin sıkıntılarını yaşayacağız. Bakırköy, Bostancı, Üsküdar biraz sussun ama. Gerçeğe ihtiyacımız var çünkü. Ülkelerin seneler içerisinde geçirdiği değişimler, o ülkelerde yaşayan milletlerin kavramlarını ve tanımlarını değiştirir. Bu ne demek? Türkiye'de yaşayan bir insanın merhamet kavramıyla, Hollanda'da yaşayan bir insanın merhamet kavramı aynı değildir. Aynı dini veya tarihsel ortaklığı taşıyan "uzak akraba" milletlerin bile günümüzde ortak kavramları tanımları yok. Bırakalım başka ülkeleri, kendi ülkemiz içerisinde bile ortak tanımlarımız, büyük şehirler haricinde yok. Buradan bakınca, bir Afgan ile Türk'ün ortak bir merhamet anlayışı yok. İyilik, kötülük, nezaket, kabalık gibi kavramlara ise hiç girmiyorum. Bütün göç hareketlerinin oluşturduğu gündelik sıkıntılar da bunlara dayanıyor.
Mültecilerin Türkiye'ye gelmesi şahıs bazında bakıldığında organik gibi gözükse de kitlesel anlamda bir yönlendirme ve yapaylık içeriyor. Bu yönlendirmenin neticelerini önümüzdeki dönemlerde göreceğiz. Bununla birlikte mülteci düşmanlığını, düzensiz göçlerden duyulan rahatsızlıklardan ve toplumsal sıkıntılardan ayırarak şunu da söylemek gerekir: Müslümanlara sövemediği için mültecilere söven yeni bir kitleyle karşı karşıyayız.