3 soruda Mustafa Özel
Tecrübeme binaen, gençlere yedi sır vereyim: Önce yöntem. Usulsüz ilim olmaz. Bol ünvanlı, anlı şanlı bir hocayı saatlerce dinliyorsunuz; iki saat konuştuktan sonra, “bu kadar derin bir mevzuyu, bu kadar kısa zamanda nasıl anlatayım?” diye bir de şikâyet ediyor.
Neden okuyalım?
Medenilik, alınyazımız. Tarihçilere göre, medeniyet son kertede Şehir ve Yazı demektir. Hatem-ül Enbiyâ’nın şehirli/tüccar bir topluma gönderilmesi ve Allah’ın (ona ve bize) ilk emrinin Oku! olması, tarihin akış ‘mantığı’ ile uyumludur. Bir önceki büyük dinde, mesaj elçinin kendisiydi. Hz. İsa, Allah’ın kelimesiydi. Son dinde, Kelamullah elçi değil, ona verilen Kitap’tır. Hülasa, Dîn’in son halkası olarak İslâm, Allah’ın ve insanın, hayatın ve ölümün hakikatını kavramak için, okumayı farz derecesine yükseltmiştir. “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum!” şiarı, son medeniyetin şiiridir. Hz. Musa’da ‘ses’ ile açığa vurulan Hakikat, adeta zamanın temposuna uyarak, Hz. Muhammed’de ‘harf’e dönüştü. Son medeniyet, hurufat medeniyetidir.
Son medeniyet mi? Evet, medeniyet bir “yaşama ve yaşatma sanatı” ise, İslâm son medeniyettir. Bu yakada insanları yaşatma azmi olmayanların, öteki yakada yaşatılma umutları da olamaz. Allah’ın kullarını hatırlamayanları, Allah da hatırlamaz. Son medeniyetten talan ettiklerini Yunan-Roma mirasıyla harmanlayan modern Avrupa, medeniyeti bir “yok etme sanatı”na dönüştürdü. Hem bu yıkıcı anti-medeniyete direnebilmek, hem de yeni bir yaşatma sanatı geliştirebilmek için, okumak şart!
- Ne okuyalım?
- Yunus, ideal cevabı vermiş: “Okumaktan ma’ni ne?/ Kişi, Hakk’ı bilmektir!”, Dinimizin anahtar kavramı, Hakk’tır. Ayet-i kerimede, “Hüve’l-Hakk” buyuruluyor: O, Hakk’tır. Mutlak yahut benzersiz Gerçeklik. Bilimsel/ Felsefî okumalarımız, Gerçekliğin mahiyetini kavramamıza yardımcı olur; beşerî ve toplumbilimsel okumalarımız ise, dünya sürgünündeki diğer hemcinslerimizi tanımaya ve anlamaya. Anlamazsak, haklarına riayet etmeyebiliriz. Yunus’un ikinci dizesi virgülsüz de okunabilir: Okumaktan maksat, “kişi hakkı” bilmektir. Sürgün, sürgünün hâlinden anlamalıdır. Ebediyete ayarlı tahsilimizin karnesindeki en kritik not Fizik yahut Matematik değil, “Hâl ve Gidiş” notumuzdur. Bu dersten geçemeyen ne burada kalabilecek, ne anayurduna kavuşabilecektir!
- Anayurdumuz, Cennet’tir. Yoksa bu kadar özler miydik? Cennet’ten dünyaya düşüşümüzün sebebi, merak yahut hubris: tanrı pozu takınmak. İnsanî varoluş bu bakımdan paradoksaldır: Yasak meyveyi (Bilgi ağacını? Uluhîyetin sırrını?) merak ettiğimizden sürgün cezası yedik ve ancak merakta ayak direyerek ana yurdumuza dönebiliriz. Bu seferki merakımız, ayartılmanın mahiyetine dairdir. Okumak, Şeytan’ın oyunlarını deşifre etmektir.
- Bu bağlamda edebî okumaları, diğer bütün ‘bilimlerin’ önüne koyuyorum. Bilimler dünyanın ve toplumun “dış gerçekliğini” kavramada yardımcı olur. Şeytan’ın doğrudan müdahil olduğu “iç gerçekliğin” esrarı ise şiir, hikâye ve romanlardadır. Fizik okuyarak dünyayı/evreni, toplumbilim okuyarak toplumu/insanlığı; her iki durumda da başkasını, ötekiyi; şiir/öykü/ roman okuyarak da kendimizi tanıyabiliriz. Kendini tanıma arayışı içinde olmadan Kitab’ı okumaya çalışanlar, bir dizi formül ezberlemekten öteye gidemezler!
Nasıl okuyalım?
Tecrübeme binaen, gençlere yedi sır vereyim: Önce yöntem. Usulsüz ilim olmaz. Bol ünvanlı, anlı şanlı bir hocayı saatlerce dinliyorsunuz; iki saat konuştuktan sonra, “bu kadar derin bir mevzuyu, bu kadar kısa zamanda nasıl anlatayım?” diye bir de şikâyet ediyor. Oysa TED konuşmalarında, işinin ehli insanlar, en çapraşık meseleleri 15 dakikada anlaşılır kılabiliyor. ‘Okumayı’ bilmeyen, anlayamaz. Anlamayan, anlatamaz.
İkinci sır, çokyönlülük. İki sırrı birleştiren revaçta bir ifadeyle, metodik bir disiplinlerarasılık. Fakat genelde bununla toplumbilimlerin kendi aralarındaki paslaşmalar kabul ediliyor. Tarih ile siyaset, sosyoloji veya antropoloji disiplinlerini iç içe geçirmek gibi. Bunlara dinî bilimleri de ilave edenler oluyor. Fakat bence asıl disiplinlerarasılık, toplum bilimleriyle beşerî bilimler arasındaki yakınlaşmadır. Siyaset ve iktisatı bu yüzden “roman diliyle” okumaya çalışıyorum.
Üçüncü sır, paylaşım. Agorasız çatı katı, fikir üretmeye yetmez. Okuyup düşündüklerimizi, paylaşmalı ve tartışmalıyız. Bizim gençliğimizin talihsizliği, yeterli tartışma ortamı bulamayışımızdı. Bilim ve Sanat Vakfı böyle bir arayıştan doğdu. Bugünkü gençliğin talihsizliği ise, henüz okuyup düşünmeden, aklına gelen her şeyi sosyal medyada “yazabilmesi”dir. Herkes kendi kalemine âşık; okumadan âlim, yazarak zalim.
Dördüncü ve belki en önemli sır ise, bilginin merkezîliğine inanarak okumaktır. Bilgiyi siyaset ve iktisat (iktidar ve para) için bir araç sayanlar, gerçekte okumaz; çıkarlarına ayarlı önyargılarını doğrulayacak malumat ararlar. Ve bilgi, o malumat bolluğu içinde buharlaşır.
Hepsi bu kadar, desem, “hani yedi sır?” der misiniz? Eh, sırların cümlesini medya üzerinden konuşmak da olmaz ki! Cins şair bir kez daha imdadıma yetişsin bari: “Yunus yedi sır söyledi / Evet, üçünü gizledi / Onu dahi deyiverem / Gelip halvet soranlara.”