Ünlü Osmanlı hattatı: Karahisârî
16. yüzyıl, Osmanlı’nın her bakımdan ihtişamlı olduğu bir dönemdi. Sanatta da belirgin bir yükselişin olduğu bu devrin önemli hattatlarından birisi de Karahisârî’ydi. Özellikle Kanûnî Sultan Süleyman için Karahisârî tarafından yazılan mushaf-ı şerif, dönemin medeniyet seviyesini gösteren en ünlü eserlerden biri olarak görülür. Hat’ta Yâkūt el-Müsta‘sımî ekolünün önde gelen temsilcilerinden olan Karahisârî, yaşadığı dönemde Osmanlı zevkini ortaya koyar.
Yazının başlığındaki mısra İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif’e ait. Buradan başlayarak Karahisârî’nin hayatına bakmak daha anlamlı olacak. Zira tıpkı bu mısradaki bilinmezlik anlamı gibi Karahisârî’nin de hayatı birçok bilinmezliklerle dolu. Oysa tercüme-i hal ilmiyle mütenevvi bir millette, böylesine önemli bir sanatçıya ait biyografik bilginin zayıf olması düşündürücü bir durum. 16. yüzyıl geleneksel sanatı denince akla gelen eserlerden biri de; Süleymaniye Camii ve dolayısıyla bu caminin hat yazılarıdır. Süleymaniye Camii’nin hatları Karahisâri’nin talebesi ve varisi ve hatta manevi oğlu Hasan Çelebî tarafından yapılır.
Karahisârî’nin hayatına dair bilgiler oldukça sınırlı ve hakkında yazılanlar çoğu kere efsanelerden ibaret olarak bilinir. Üstadın ilk hocası olarak daha çok Yahya Sofî zikredilmesine rağmen imzalarına bakılınca Esedullah Kirmanî dikkati çeker. Kaynaklarda, hocalarıyla ilişki düzeyleri hakkında herhangi bir bilgiye rastlanmaz. Karahisârî, takriben Fatih’in ölümü sıralarında çocukluk dönemini; İkinci Bayezit zamanında ise gençlik dönemini idrak eder ve yazıyı da muhtemelen bu devrede öğrenir.
Tüm bunlara ek olarak, dikiş yerleri belli olmayan ve terziler tarafından fark edilemeyen mintan yapımındaki ünü, sultana kadar varır. Yavuz Sultan Selim dönemine ait evraklarda da onun sesi okunmaz. Merhum Süheyl Ünver, meşhur makalesinde Karahisâri’den genelde rikkat-perver sıfatlarla bahseder. Mazbut, nizamı seven, ince ve pürüzsüz, sırf sanat ve ruh heyecanları içinde ömür süren bir derviş, hayata hırsı olmayan bir münzevi olarak onu anar. Hatta modern şiirimizin usta kalemlerinden İlhan Berk dahi onu inceler ve hakkında bir şiir yazar.
- Karahisari altınlı besmelesini yazıyor. Kamış bir kalemle.
- Yatık duruyor bir kalemtraş. Gümüş kakmalı, hattati ve imzalı.
- Hattı bozuk IV. Mehmet gibi eli titriyor.
- Ta uzakta miktası ve diviti - ki kuşağına sokar çıkar -
- Üst üste duruyor kâğıtları: Ebru, Firuze, Jengar.
- Ve kâğıt makası ve asılı mintanı - ki kendisi dikmiştir ve ek yerleri bulunamamıştır.
- İlk sayfasına mı çalışıyor bir Kur'an'ın? Sülüsle. Uzatarak bir S'yi vavlı ve üstünlü esreli.
- Yazar gibi kendi mezar taşını: GEÇTİ HAYFÂ KARAHİSARÎİ PİR diye.
- Nesih hattıyla. (İlhan Berk, Toplu Şiirler, sy: 377, Yapı Kredi Yayınları)
Karahisârî, gönülleri vakar ve mülayemet hisleriyle dolduran o büyük ve incelikli eserlerini, Kanuni döneminde verir. Süleymaniye Camii’nin bittiği yıl, bir pirifâni olarak kendine has bir çehre ve sanatla âlem-i bekaya göçer. Vefatında, Hüdâyî Mustafa Efendi, "Geçti hayfâ Karahisârî-i pîr" (963) ibaresini tarih düşer. Hayatının kaba hatlarıyla anlatımı bu şekilde olabilir. Oysa onun sanatına bakıldığında; mütevazı yaşanmış bu hayatın çok üstünde saltanatlı, her bakımdan mütehakkim bir sanat yaşantısı göze çarpar.
Sanatı
Karahisâri, aklam-ı sitteyi (tevkî, rik’a, muhakkak, reyhani, sülüs hatları) Yakut el- Müsta’sımî ekolünün önde gelenlerinden Esedullah-ı Kirmâni’den meşk eder. Kaynaklardan, Kanûnî Sultan Süleyman zamanında, kâtipler bölüğü içinde görev yaptığı anlaşılır. Özellikle sülüs ve nesih yazılar, Şeyh Hamdullah mektebinde satır nizamı ve harf güzelliği bakımından Yâkūt üslûbunu aşmış olan Osmanlı zevkini ortaya koyar. Yâkūt tavrı, onun harf ve kelimelere kazandırdığı biçim, oran, istif ve farklı sayfa tasarımlarıyla en güzel şekline ulaşmıştır.
Süheyl Ünver, onun şahsiyet sahibi biri olduğundan bahseder. Karahisârî aklâm-ı sittede; mushaf, en-‘âm, dua mecmuası ve murakka‘ olarak pek çok eser vermiştir.
Özellikle Kanunî Sultan Süleyman için yazdığı mushaf-ı şerif, devrinin medeniyet seviyesini gösteren en ünlü eseridir. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bulunan eserin ketebesi boş olmasına rağmen Karahisârî’ye ait olduğu bilinir. Mushafın metni Yâkūt tertibi diye bilinen her sayfada ilk satırı muhakkak, beş satırı nesih, bir satırı sülüs, beş satırı nesih, son satırı muhakkak hatla düzenlenmiş, sülüs ve muhakkak satırlara göre, nesih satırlar kısa tutulmuştur.
Bu eser nakkaşhanenin bünyesinde çalışan vassâl, tarrâh, cetvelkeş, altın ve renk hazırlayan sanatkârlar kadrosunun uzun süren âhenkli çalışmasının bir şaheseridir. Tezhipli sayfalardaki koltuk desenlerinin çeşitliliği 16.yüzyıl sanatının zenginliğini yansıtır. Bu meşhur mushaf-ı şerifin 1981 yılında İtalya’da, 2000 yılında Kültür Bakanlığı tarafından Ankara’da, son olarak da 2013 yılında İstanbul’da Klasik Türk Sanatları Vakfı tarafından tıpkıbasımı yapılır.