Türk Ocağı'ndan Resim ve Heykel Müzesi'ne dönüşümün hikayesi
Türkiye’nin farklı yerlerinde şubesi olan türk Ocağı’nın genel bir merkezi olması düşüncesiyle 1926 yılında bir yarışma açılıyor. Yarışmayı kazanan Arif Hikmet Koyunoğlu, o dönemde yaygın olan I. Ulusal Mimarlık akımına göre bir yapı tasarlıyor. Cephede Osmanlı ve Selçuklu atıflarıyla dikkat çeken yapı diğer tasarım detaylarıyla Avrupa’daki çağdaşlarına ayak uyduruyor. Açıldıktan kısa bir süre sonra Türk Ocağı’nın kapatılmasıyla beraber işlevsiz hale gelen yapı, pek çok farklı kurum tarafından kullanılıyor.
Fransız İhtilali sonrasında dünyada milliyetçilik akımı önem kazanmaya başlıyor ve çok uluslu devletlerde milliyetçilik çözümlenmeleri yaşanıyor. Tüm devletler gibi Osmanlı Devleti de bu çözümlenmelerden etkileniyor ve devletin yönetim sorunları yaşayarak toprak kaybettiği dönemde yeni çözüm yolları arayışına giriliyor. Sorunlar teker teker ortaya çıktığı için gidişatı değiştirecek hamleler planlanıyor ve dünyadaki farklı ülkelerle uyumu kolaylaştıracak modernleşme sürecini başlatan Tanzimat Fermanı ilan ediliyor. Ferman, Batılılaşma süreci olarak adlandırılan dönemin önemli bir adımı olsa da beklenen sonuçlara ulaşılamıyor ve Osmanlı toprak kaybetmeye devam ediyor. Milliyetçilik ve bağımsızlık gibi hareketlerin hızlandığı 20. yüzyılda, II. Meşrutiyet'in etkisiyle bir yönüyle batılı, bir yönüyle ise ulusal bir kimlik kurulma çabasının sonucu olarak Türkçülük ideolojisi önem kazanıyor. Türk kelimesinin ne anlama geldiğini araştırmak ve ideolojiyi işler bir hale getirmek için Türk Derneği, Türk Bilgi Derneği gibi dernekler kuruluyor. Bu dernekler kendi alanlarında çalışmalar yürütmeye çalışsa da en kapsamlı çalışmalar Türk Ocağı aracılığıyla yapılıyor. Resmi kuruluş tarihi 25 Mart 1912 olan Türk Ocağı, Mehmet Emin Yurdakul, Ahmet Ferit Tek, Yusuf Akçura, Rıza Tevfik başta olmak üzere pek çok aydın, gazeteci ve siyasetçinin emeğiyle ortaya çıkıyor.
Savaş döneminde elinde fazla kaynak bulunmayan Ocak’ta, Hamdullah Suphi Bey’in başkanlık görevine gelmesiyle birlikte yönetim işi kurumsallaşıyor ve örgütlenme hızlanıyor. Farklı şehirlerde şubeler açılıyor ve Türk Yurdu isimli derginin etkisiyle Türk Ocağı geniş kitleler tarafından tanınır hale geliyor. Suphi’nin “Türk Ocaklarının, lisan hudutlarını, istilâlara karşı korumakla belirlenen manevî Türk vatanının bekçiliği ve yeni Türk inkılâbının bekçiliği olmak üzere iki temel görevi vardır.” şeklinde tanımladığı görevleri yerine getirmeye çalışıyor. Meslek kursları açan, okuma-yazma seferberliğini başlatan Türk Ocağı, ulus bilincinin oluşmasında ve halkın kültürel değişime adapte olmasında önemli bir rol oynuyor. Kısa bir süre içinde aktifleşen Türk Ocağı için var olan yapılar dönüştürülerek kullanılsa da Ankara’da bir genel merkez açılmasına karar veriliyor. İdeolojinin mimari yollarla anlatılmasının istendiği yapı için bir yarışma açılıyor. Bu yarışmayı kazanarak yapıyı inşa eden Arif Hikmet Koyunoğlu, yarışma sürecini şöyle anlatıyor: “Türkocağı, evvela Yahudi Mahallesi'ndeki Şengül Hamamı'nın yanındaki Rum Mektebinde açıldı. Bir Türkocağı Merkez Binası'nın yapılması istenmiş. Bilinen mimarlara mektup yazılmış, bana da geldi. Resmini hazırladım, verdim. Müsabakaya girenler arasında Mimar Kemalettin Bey, Vedat Bey, Muzaffer Bey, Macar Konsolosu Tahi, hocam Mongeri ve diğer ecnebi mimarlar var. Jüri, Nafıa'daki bazı mühendislerden, alim, filozof insanlardan ve birkaç ecnebi mimardan meydana geliyordu. İsmet Paşa ve Ziya Gökalp de jürideydi. Ben kazanacağımı ummuyordum. Bir gece evdeyim. Mösyö Mongeri geldi. ‘Hikmet iftihar ediyorum’ dedi, ‘senin proje kazandı.’ Başladık inşaata.”*
1926 yılında açılan yarışmanın ardından hayata geçirilen Türk Ocağı Merkezi, mimaride milli unsurların yorumlanarak çağdaş görünümün elde edilmeye çalışıldığı Ulusal Mimarlık Dönemi’nde inşa ediliyor. Eski yapılardaki cephe unsurlarının yeniden canlandırıldığı bu yapılarda plan tiplerinde Avrupa’daki çağdaş yapılar örnek alınıyor. Türk Ocağı Merkezi’nde de yapı tipolojisi olarak Türkiye’de o dönemde uygulanmayan kültür merkezi tercih edilirken bu yapı türünü halkın gözünde daha anlaşılabilir kılacak düzenlemeler yapılıyor. Yapının cephesinde Osmanlı ve Selçuklu yapılarındaki süsleme öğeleri kullanılıyor. Sivri kemerler, çini bezemeler gibi ilk bakışta fark edilen bu süsleme öğelerinin yanı sıra cephedeki simetri, anıtsallık ve öğelerin kompozisyonu eski yapılara referansta bulunuyor. Böylece geleneksel mimari ile çağdaş mimari arasında da bir köprü kurulması hedefleniyor.
Ankara’da betonarme sistem ile inşa edilen ilk yapılardan olan Türk Ocağı Merkezi, geleneksel öğelerin de kullanılmasıyla en yüksek yapım maliyetine sahip ocak yapılarından biri oluyor. Bu durum dışarıdan eleştiriye maruz kalsa da inşaatında tamamen Türk işçilerin çalışması, Türkçülük ideolojisinin vücut bulduğu bir yapı olması, değerli malzemelerin kullanılması gibi detaylarıyla takdir gören bir hale geliyor.
Namazgah Tepesi olarak adlandırılan bölgede konumlanan yapının hemen yanında yine Arif Hikmet Koyunoğlu’nun tasarladığı Etnografya Müzesi yer alıyor. Tepede konumlanmasından ötürü oluşan kot farkı, farklı bahçelerin düzenlenmesine olanak sağlıyor. Kuzeybatı yönünde yer alan bahçe, bahçenin merkezine yerleştirilen İbrahim Çallı’nın heykeliyle tanımlanıyor. Yapının ara sokağa paralel cephesinde ise bir arka bahçe düzenleniyor ve bu bahçe günümüzde otopark işleviyle kullanılıyor. Yapının ters T biçimindeki kütlesi, ortadaki bir eksen üzerinden simetrik düzende kurgulanıyor. Bu eksenin tam ortasında bir tiyatro salonu ve bu salonun ihtiyaçlarını karşılayacak hizmet birimleri yer alıyor. Tiyatro salonuyla hizalı olacak şekilde orta eksene farklı birimler konumlandırılıyor. Orta eksenin diğer ucunda yerden yükseltilmiş şekilde planlanan girişi geçen kullanıcılar orta eksendeki 6 sütunun olduğu Şeref Holü’ne ulaşıyorlar. Bu holün hemen arkasında sirkülasyonu sağlayan iki kollu merdiven bulunuyor. Yapının birinci katında da simetrik düzen devam ettiriliyor. Orta eksende tiyatronun galeri kısmı ve iki kollu merdiven, sağ ve sol kısımda ise kare planlı sergi mekanları yer alıyor. Bodrum, zemin ve birinci kat olmak üzere 3 kattan oluşan yapıda, orta eksenin üzerini kapatacak şekilde düzenlenmiş iki katlı bir çatı bulunuyor.
Yapının birinci katında, sol tarafta ön cepheye bakan bir sergi salonu Şark Odası olarak düzenliyor. Koyunoğlu, bu düzenleme sürecini şöyle anlatıyor: “Binayı birçok müşkülatla bitirmek üzereyiz. Bir Türk Salonu yapalım dediler. Müze'nin arkasında bir kulübem vardı, orada resimlerini hazırlıyorum. Atatürk geldi bir akşam; ‘Hamdullah [Suphi Tanrıöver] bu Türk Salonu’ndan bahsetti bana’ dedi. ‘Ben eski Türk tezyinatını çok severim, hatta kütüphaneme bu konuda birçok kitap da getirttim, baktım. Fakat ben başka bir şey düşünüyorum: Bu eski Ankara evlerinde, eski tezyinattı odalarda birçok mühim kararlar verdik, sonunda muvaffak olduk. Yapacağın bu tezyinat, eski Ankara evlerinden alınan ilhamla yapılsın ki, buraya gelince eski hatıralarımızı yad edelim. Sen gezmeyi seversin, kaleye çık; kroki hazırla, ona göre yap’ dedi.”* Bu konuşma sonrasında mimar, gerekli düzenlemeleri yapacak şekilde planları hazırlıyor ve bütçeyi azaltacak müdahaleler ile Şark Odası tamamlanıyor. Bu oda yapının en dikkat çekici kısmı olarak biliniyor. İçindeki eşyaların korunduğu bu mekan günümüzde de Şark Odası olarak misafirlerine Ankara evlerini hatırlatan sergisini yapmaya devam ediyor.
Yaklaşık 2000 metrekare olan Türk Ocağı Merkezi, yatay bir vurgunun yapıldığı kütlesiyle dikkat çekiyor. Süslemeler haricinde ters T biçimindeki simetrik kütlenin cephede hareket kazanması için orta eksen ve iki köşe hafif dışa taşan biçimde düzenleniyor. Bu hareketle birlikte ana giriş eyvanın olduğu cephede beş bölümlü bir görünüm elde ediliyor.
Dönem yapıları hakkında çalışan usta detaylarına ulaşmak daha zor olsa da bu yapıda kimlerin çalıştığına dair detaylı bir bilgi bulunuyor: “Koyunoğlu’nun özel isteği üzerine mermer ocaklarının sahibi Salih Sabri Karagöz mermerin Marmara Adası’ndan çıkarılarak Ankara’ya getirilmesini sağlamış, işçiliği Hüseyin Avni Usta yapmıştır. Taş ustası olarak Baki Efendi ve Ankaralı Hüseyin Efendi’nin de adı geçmektedir . Bronz kapıların dökümünü demir ustası Kayserili Hakkı Efendi üstlenirken, ahşap işleri Selahattin Refik Bey’e verilmiştir. Binanın betonarme işlerini ve inşaatını Wella isimli Avusturyalı bir şirket yürütmüş, kalorifer tesisatını Körting Kanar Şirketi döşemiştir. Elektrik tesisatını düzenleyen Siemens, iç mekanda yer alan özel tasarım avizeleri de yapar. Tiyatro düzenini Ganj isimli şirket, tiyatronun tesisatında da elektrik mühendisi Reşit Bey ile Makine Mühendisi Hami Bey çalışmıştır.”**
Mimarlık camiasına hızlı bir giriş yapan ve dikkatleri üzerine toplayan yapı, açılışından kısa süre sonra Türk Ocakları’nın kapatılmasıyla işlevsiz hale geliyor ve 1950’li yıllara kadar Ankara Halkevi olarak kullanılıyor. Halkevlerinin kapatılıp Türk Ocakları’nın yeniden açıldığı 1952-1961 yılları arasında yapı, kültür merkezi olarak işlevlendiriliyor. 1971’e kadar Türk Ocağı etkinliklerinin yapıldığı bir merkez olan yapı, 1971-1975 yılları arasında MEB tarafından Ankara Halk Eğitimi Merkezi ve Akşam Sanat Okulu olarak kullanılıyor. Tüm bu işlev değişiklikleri sırasında yapıda pek çok değişiklik yapılıyor ve yapı restorasyona ihtiyaç duyar hale geliyor. 1975 yılına gelindiğindeyse yapı Kültür Bakanlığı’na devrediliyor ve restorasyon çalışmalarını yapmak üzere Arif Hikmet Koyunoğlu’nun yönetiminde bir ekip çalışmalara başlıyor. Özgün plan şemasına uygun şekilde 4 yıl süren bir restorasyon yapılıyor ve sonrasında yapı Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi olarak halkla buluşuyor. Türkçülük ideolojisi için temsil niteliğinde detaylara sahip olan Türk Ocağı Merkezi, günümüzde müze işleviyle konuklarını ağırlamaya devam ediyor.
Proje | Türk Ocağı Binası |
Yeri | Ulus, Ankara |
Mimarı | ArifHikmet Koyunoğlu |
Proje başlangıç yılı | 1927 |
Proje bitiş yılı | 1930 |