Tezhip sanatının nadide ustalarından biri: Çiçek Derman
Tarihsel gelişimi içinde bakıldığında, Kuran-ı Kerim'i güzel yazmak adı altında gelişen hat sanatı, Kuran-ı Kerim gibi manevi değeri yüksek eserleri süslemek için gelişen tezhip sanatını beraberinde getirdi. Çok yakın bir dönemde küllerinden doğmaya çalışan bu değerli sanatın, tüm güzellikleri ile yeniden önümüze gelmesine aracılık eden çok önemli bir sanatkarla karşınızdayız şimdi: Çiçek Derman.
Uygur Türklerinden başlayarak, Orta Asya’dan Anadolu’ya, Semerkand’dan Endülüs’e kadar uzanan bir coğrafyada yüksek bir el işçiliği ile bir sanata dönüşen tezhip, Selçuklu ve Osmanlı’da şahlanarak zirve dönemini yaşadı.18. yüzyıla gelindiğinde renk ve üslubundan pek çok değeri yitirip, batı sanatlarının yoğun tesiriyle milli hüviyetini kaybeden tezhip, 19. yüzyılda unutulmaya yüz tuttu. Çok yakın bir dönemde de, küllerinden yeniden doğmaya çalıştı.
O’na "Kimdir Çiçek Derman?" diye sorulduğunda, kişinin kendisini bitaraf gözle görmesinin çok zor olmasından dolayı, bu sualin en zor soru olduğunu söyler. 1945 yılında Ankara Kavaklıdere’de asker bir babanın üç çocuğundan biri olarak gelir dünyaya. Son derece disiplinli ve düzenli bir hayatın içinde, okunulan kitaplardan edinilen arkadaşlara kadar fark ettirmeden ebeveynleri tarafından kontrol edilerek ve saygıda asla kusur edilmeyerek yetişir.
1962 senesinde lise mezuniyetinden sonra başvurduğu iki ayrı fakülteyi, botanik ve eczacılığı kazanamayan Çiçek Hanım, başarısızlığı ilk kez tatmasının etkisiyle dünya başına yıkıldı zanneder. Halbuki kader ağlarını örmektedir ve bu başarısızlık, onu erişilmesi zor bir başarı yoluna sürükleyip, nice kapılar açacaktır. Kendisi gibi tezyini sanatlara gönül veren ablası İnci Birol’un öğretmeni olan ve ikinci babam gibi dediği Süheyl Ünver’in yanında İstanbul Üniversitesi Tıp Tarihi ve Deontoloji Ana Bilim Dalı’nda 63 ve 65 yılları arasında iki yıla yakın asistanlık yapar.
Süheyl Bey onun sadece sanat hayatına yön vermekle kalmaz, telaşsız ama ölçülü, edepli bir üslup ile yetiştirir. Bu süreç Çiçek Hanım için adeta suyu kaynağından içmek kadar değerli bir tevafuk olmuştur. Zira hocasından tarihi Türk tezyinatı hakkında çok değerli bilgiler edinir. Artık açılan yepyeni ufuğu ile sanat tarihi alanında eğitim görmeyi hayal eder. Osmanlı kültür ve adetlerini, o devrin pek çok sanatçısını ve elbette en başta tezhip sanatını tanır. Süheyl Bey ile Süleymaniye Kütüphanesi’ne gidip, nadide yazmalara dokunarak, onlarla aynı havayı teneffüs ederek yetişir. Yeri geldiğinde hocası ile beraber İstanbul’un tarihi semtlerini ve eski İstanbulluları ziyaret eder.
Ve nihayet, Süheyl Hoca ile geçirdiği bu süre boyunca tanıştığı sanatçılar, katıldığı sanat sohbetleri ve hocasının da etkisiyle, hiç düşünmeden sanat tarihi bölümüne girer. Hem çalışma hem talebelik hayatına devam ederken, 19 yaşında Uğur Derman ile nişanlanır, 20 yaşında ilk evladını kucağına alır. Ve ağlayarak da olsa, anneliğin kutsallığını kalbinde tutup tüm eğitim ve sanat hayatına ara verir.
İnsan hayatının en verimli, en sağlıklı denebilecek 20 ile 40 yaş arasını evde 4 erkekle geçirir. Ama bundan hiç gocunmaz, aksine iftihar eder, çünkü makamın da, unvanın da geç de olsa geleceğini ama evlatlarının o küçük yaşlarına tekrar dönemeyeceğini bilir Çiçek Hanım. Oğullarının okulunda sanat tarihi alanında 2 aylık bir süreçte ders vermesi teklif edildiğinde, ailesinin öneminin etkisiyle içindeki sanat aşkına rağmen hiç düşünmeden reddeder. Çünkü evdeki huzur her şeyden kıymetlidir onun için. Bu dönemde fahrî olarak, Kubbealtı Nakışhânesi’nde tezhip hocalığı yaparak dindirir gönlündeki yangını. Usta-çırak usulünün sağlam temelleri ile Süheyl Ünver, Muhsin Demironat ve Rikkat Kunt’ dan aldığı eğitimle, 1982 yılında icazetini Rikkat Hanım’dan alır.
Bu sanat sevgisini başkalarına da aşılamayı öylesine aşkla ister ki, bir gün Marmara Üniversitesi dekanından gelen bir telefonla üniversitenin bünyesinde Geleneksel Sanatlar bölümünün açılacağını öğrenir. Bunca müddet evin hanımı ve annesi olan Çiçek Hanım’ a dönen Uğur Bey bu sefer şöyle der: "Ben seni biliyorum, eğer çok sıcak bakmazsam, ailenin öneminden evinde oturacaksın. Ama eğer o konuma sanatı bilmeyen biri gelirse ve bu sanatı yalan yanlış öğretip nesillerin bozuk öğrenmesine sebep olursa, ben mesûl olurum."
Eşinden aldığı onayı, bir de hocası Rikkat Hanım’a tasdik ettirir. Oysa o ne üniversitenin dekanı ne de o makama gelmesine resmi yoldan etkisi olan kişidir. Ama hocasının izni, Çiçek Hanım için tüm resmiyetlerden ötedir, nitekim Rikkat Hanım da "Demek ben böyle güzel haberler almak için yaşıyorum." diyerek sevincini belirtir. Ve böylece başlar Çiçek Hanım’ın çalışma hayatı.
40 yaşından sonra başladığı bu hayat onu elbette çok yorar, çok çaba harcamasına sebep olur ama o bu dünyaya keyfetmek için değil, başkalarına yararlı olmak için geldiğine inananlardandır. 1985’ten 2012 yılına kadar öğretim üyeliği yaptığı Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde ayrıca Fakülte dekanlığı, Geleneksel Türk Sanatları Bölümü Tezhip-Minyatür Ana Sanat Dalı kurucu başkanlığı yapar. 1996 yılında aldığı doçent unvanını ise 2002’deki profesörlük ile devam ettirir.
Kültür Bakanlığı tarafından, uygulamalı sergi açmak ve konferans vermek üzere Chicago Sanat Enstitüsü’ndeki, Kanuni Sultan Süleyman Sergisi’nde görevlendirilen Derman için bu ilk şahsi sergisidir. Bu sergi sayesinde de, 33 adet eserini bu sanata gönül veren, onunla alakadar olanlarla tanıştırır. Akabinde pek çok sergi, sempozyum, panel ve kongrelere konuşmaları, makaleleri ve eserleriyle katkıda bulunur.
1990 yılından beri Kültür Bakanlığı’nın Devlet Türk Süsleme Sanatları Seçici Kurulu’nda yer alan Derman, 2009 tarihinde de Türkiye Yükseköğretim Ulusal Yeterlilikler Çerçevesi içinde Yükseköğretim Sanat Eğitimi Yeterlilikler Çalışma Grubu Üyesi olarak görev yapar. TDV İslam Ansiklopedisi yazarlığı, Misalli Büyük Türkçe Sözlük çalışmasında da sanat danışmanı olarak yer alır. Ayrıca Türk Yılı olarak kabul edilen 2003 senesinde Japonya’da eşi Uğur Bey ile Toua Üniversitesi’nin sergi ve konferanslarına eserleriyle birlikte katılırlar.
Bunca makamın ve başarının tesadüfî olması düşünülemez elbette. Zamanı akışına bırakanlardan değil, eskilerin sarsılmaz disiplini ile hayatını belirli bir plana göre yaşayanlardandır Derman: bir hafta evvelden o hafta içinde yapılacak olan her bir iş, kalem kalem yazılıdır dimağında. Çünkü zamanın geri alınamayacağı küçüklüğünden beri öğretilmiştir ona. Günü üzerine doğdurmadan kalkıp, her sabah aynı dua ile güne başladığını anlatır sonra naifçe, "Allah’ım, bilip bilmediğim her türlü hayrı senden niyaz eder, bilip bilmediğim her türlü şerden sana sığınırım. Bu güzel günde sen fakir kulunu, hayırlara karşı getir."
Anneannesinin ona sık sık söylediği "Kızım hiç mi yapacak bir işin yok?" cümlesini hayatına düstûr edip zamanın hakkını vererek yaşamaya çalıştığını söyleyen Çiçek Hanım, kendini kontrol etmek adına bir ajanda tutup, günün sonunda akşam yatmadan evvel bu ajandaya o güne dair yaşadığı her bir detayı not eder. Eğer yazacak bir şey bulamazsa paylar kendini yarını daha dolu geçirsin diye. Sene sonunda ise bu ajandayı inceleyip, o sene kaç kitap okumuş, kaç sergi görmüş, kaç konferans vermiş gözden geçirip muhasebesini yapar. Çünkü ona göre programlı geçirilmiş bir hayat her zaman çok daha değerlidir.
Tüm bu çalışma temposuna rağmen eğer bir boş vakit bulursa da, kütüphanesinden sevdiği bir kitabı seçip, önce onu okşadığını, sevdiğini, sonra okumaktan ziyade, dîdelediğini anlatır Çiçek Hanım. Günümüzün teknolojisiyle gelen internet üzerinden okumalara uzak olduğunu, kitabı okumanın tadını ancak hissederek, koklayarak alabildiğini söyler.
Taşıdığı bu sanat sevgisi ile, tezhip sanatının sadece bir sanattan ibaret olmadığını, milli bilincimizi tanımak, benimsemek ve kimliğimizi korumasını sağlamak adına çok önemli bir görevi olduğuna işaret eder aynı anda Çiçek Hanım, bu sebeple geleneksel sanat demek yerine gelenekli demeyi uygun bulur: "Gelenekli Türk-İslam Sanatları millî benliğimizin işaretidir. Bizi biz yapan özellikleri taşıdığına inandığım bu sanatlar, mânevî zenginliğimizdir. Bu sanatlar, kökü gelenek, dalları gelecek olan bir ağaçtır. Kök, toprak altında kaldığı için görünmez ama görünen diğer kısımların yaşaması, o kökün canlı olmasına bağlıdır. Kökü kuruyan ağaç devrilmeye mahkûmdur."
Evet, şüphesiz kendini besleme, köklerini tanıma ve disiplin çok önemlidir fakat sanatkârın başarıya ulaşmak için sahip olması gereken yoğun ve sabır dolu çalışma düzeninin yanı sıra, gelenekli sanatlarda usta-çırak ilişkisinin de ne kadar mühim olduğunu anlatır Çiçek Hanım. Bir çırak, ustasının yanında daima çıraktır düstûrunu kendine tayin eylemiş olarak, ustanın gölgesinin çırağı üzerinde daima var olduğunu düşünür. Çırağın ustasının kim olduğunu bilmenin kıymetini ifade eder, çünkü bu bir anlamda da o ustanın izlerinin çırağın üstüne sinmesi, çırağın ustasına söz getirmemek adına omzuna yüklenen bir sorumluluktur.
Usta-çırak ilişkisi günümüzün eğitim süresince devam eden öğretmen-öğrenci ilişkisi gibi değildir, yollar ayrıldığında dahi hayat boyu devam eder bu ilişki. Sanatın sonu yoktur onun gözünde, sorulacak birçok soru, öğrenilecek nice yenilikler vardır, ki kendisi Rikkat Hanım yaşıyor olsa idi, halen onun öğrencisi olacağını ifade eder. "Ben oldum dediğiniz anda, geri saymaya başlarsınız" diyerek anlatır bu ilişkinin kopmasının nelere mal olabileceğini.
Ayrıca gelenekli sanatlarda usta çırak arasında maddi bir bağlantıdan söz edilemez, sanatın başka hiçbir alanında kolay kolay rastlayamayacağınız bu kalben bağlanma ve maddi beklentiyi değersizleştirmenin nedeni ustanın ve verdiği tedrisatın değerinin bir karşılığı olamayışındandır. Ustanın tek beklentisi sanatını kendinden sonra da bir adım ileri taşımaya devam ettirecek bir ehil bulmak, onu sanat aşkının bilinciyle adeta yoğurmaktır. Hocaları gönlünde hep ayrı bir yere sahiptir bundan sebep, "Anne baba gökten yere indirir ama elinden tutup yükselten hocadır" diyerek ifade eder sevgi ve saygısını.
Çiçek Hanım hem öz disiplinini hem de ustalarına vefasını ilk günkü heyecanıyla kalbinde yaşatırken, sanatını öylesine nakşetmiştir ki kalbine, stresle başa çıkma yönteminin eline fırça alarak sanatı ile hemhal olması olduğunu söyler. Öyle ki, fırçasının ucundan akan sevdası bir vakit sonra neye üzülüp kızdığını unutturuverir ona, kendi bünyesi içinde huzura erdirir.
Sanat insana hayat verir muhakkak ama neticeye varmak için sizin de ona hayatınızı vermeniz gerekiyor." – Çiçek Derman
Tezhip sanatıyla, en ince detayları dahi fark edebildiği müthiş bir göz terbiyesi kazandığını söyleyen Çiçek Hanım, sanatın aslen gelen ün ve başarı ile kibri de yükseltmeye meyyal olabileceğini söyler. Sanatçının kendini üstün bir kabiliyet gibi hissetmeden ve bu sanatın sadece bir emanet olduğunu ve ona hizmet ettiğinde asıl başarıya ulaşacağının bilinciyle hareket etmesinin önemini vurgular. Çünkü, yaradan marifeti verdiğinde edeple kabul edip, ben algısında kaybolmamak, yaş ilerleyip aldığında da edeple verip, buna itiraz etmemektir asıl beceri.
Çiçek Hanım, Gelenekli Türk Sanatları’na olan sevgisini sadece hocalarından öğrendikleri ve gördükleri çerçevesinde değil, tarihin tozlu sayfalarında kalanlardan esinlenerek, onları inceleyip yeri geldiğinde su yüzüne çıkararak pekiştirir. Ablası İnci Birol ile çeşitli camilerdeki çinileri gözlemleyip örnekler çıkarıp, sonra bunlardan nadir görülenleri de içerecek şekilde tasniflerler. Ayrıca hocaları Süheyl Ünver, Rikkat Kunt ve Muhsin Demironat’ tan öğrendiklerini harmanlayarak, içinde İngilizce çevirinin de olduğu Türk Tezyini Sanatlarında Motifler (İstanbul, 1991) isimli geniş kapsamlı kitabı hazırlarlar. Akabinde Çiçek Hanım, eşi Uğur Derman ile birlikte, Kadıasker Mustafa İzzet Efendi Hilyesi (İstanbul, 2011) isimli bir kitap çalışmasında bulunur.
2013 yılında çok saygı duyduğu ve sevdiği hocası Rikkat Kunt’u anlattığı Rikkat Kunt Hoca Hanım (İstanbul, 2013) isimli bir kitap hazırlar. Bu kitapta hocasının yaşam öyküsü ve sanat hayatı ile birlikte, onun tasarladığı tezhip örneklerini belgeler. Ayrıca Çiçek Hanım’ın işine ve sanatına karşı disiplini ve saygısını, kitabı hazırlarken kullandığı kendi notlarının, hocası ile çalışırken sorduğu suallerden, derse giriş çıkışlarına kadar pek çok bilgiyi içermesinden anlamak mümkündür.
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 2012’de Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne, 2013’de de, 7. TASAM Stratejik Vizyon Ödülü’ne layık görülen Derman, 2015 yılından itibaren Marmara ve Haliç Üniversitesi’nde Güzel Sanatlar Fakültesi’nde dersler vermekte ve halen 29 Mayıs Üniversitesi Mütevelli Heyet Üyesi ve Haliç Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanlığı görevini sürdürmekte.
Hocası Rikkat Hanım’ın "Sanatı üzerinizde taşıyınız" öğüdüne sıkı sıkıya bağlanmışçasına, gerek hal ve hareketleri, gerek konuşması, gerek de güler yüzü ile edebi ve mütevaziliğini hissettiren bir sanat aşığı, bir sanat ustası ve bir sanat hizmetkarı olan Çiçek Hanım’ın sözleri, sanatını hayatında nereye yerleştirdiği açısından tüm sanatçılara misal olacak nitelikte...
"Tezhip bir heyecan. Bitip tükenmeyen bir heyecan. 40 yılı yaklaşmakta ki hocalık yapıyorum ama sanatın sonu yok, öğrenmenin de sonu yok. Öğrenmenin heyecanı ve öğretmenin aşkı, muhteşem bir şey. Çünkü geriye baktığınız zaman, sanat evlatlarım dediğim öğrencilerimi görünce, büyük bir keyif alıyorum, iftihar ediyorum. Onlar benden daha iyi yetişirlerse, bununla daha da çok iftihar ediyorum. Çünkü her nesil daha kuvvetli ilerlerse, bu o sanatın da devam ettiğinin ispatıdır."
Çiçek Derman portresinin videolu anlatımı için;