Sanata yön veren bir sanatçı: Anish Kapoor
1954 doğumlu Mumbai doğumlu Anish Kapoor, enstalasyon sanatı ve kavramsal sanatta uzmanlaşmış bir heykeltıraştır. Mekân, zaman ve ölçekle oynayarak insanlara yeni duygular, yeni algılar veren ve kuşağının en etkili heykeltraşlarından biri olan Kapoor, günümüzün en etkili sanatçılarından biri olarak kabul ediliyor.
1954'te Hindistan'ın Mumbai kentinde doğan Anish Kapoor, yetmişlerin sonlarından beri Londra'da yaşıyor ve çalışıyor. Eserleri, New York'taki Museum of Modern Art'tan Londra'daki Tate'e kadar dünyanın en önemli koleksiyonlarında ve müzelerinde kalıcı olarak sergileniyor.
Kapoor, Hindistan'ın Dehradun kentinde tamamı erkeklerden oluşan bir yatılı okul olan The Doon School'a gidiyor. 1971'de, erkek kardeşinin yanına taşınıyor ve İsrail’de ortaklaşa kullanılan komün yaşam alanı kibbutzda yaşamaya başlıyor.Burada elektrik mühendisliği okumaya başlıyor ancak matematik dersinde yaşadığı zorluktan dolayı altı ay sonra okulu bırakıyor.
1973'te Hornsey College of Art ve Chelsea School of Art and Design'a katılmak içinİngiltere'ye gidiyor, o dönemden sonra Londra’da yaşıyor. Kapoor, 1979'da Wolverhampton Polytechnic'te öğretmenlik yapmaya devam ediyor. Kapoor İngiltere’de, kariyeri için kalıcı bir temel oluşturan ve kültürler arası bir sanatsal vizyonu ifade etmesine yardımcı olan Paul Neagu'dan eğitim alıyor. Romanya doğumlu bir sanatçı olan Paul Neagu'yu rol model alıyor.
Kapoor ilk olarak 1978 yılında Londra'da Hayward Gallery'deki New Sculpture grup sergisinde kendini gösteriyor. Bu sergide önceki nesillerin Minimalizm ve Post-Minimalizminden sıyrılan, yüksek ve düşük sanat formlarını birleştiren, yeni teknolojileri alışılmadık şekillerde kullanan postmodern bakış açılarıyla eserler üreten Yeni İngiliz Heykel hareketinin bir parçası olan birkaç sanatçı yer alıyor.
Kapoor, 1982'de Liverpool'daki Walker Sanat Galerisi'nde ressam sanatçı olarak rol alıyor. Aynı yıl Southbank Centre’de sergilediği Beyaz Kum, Kırmızı Darı, Birçok Çiçek adlı enstalasyonu ham pigmenti bir dizi organik forma uygulamaya yönelik erken çalışmalarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Çalışma aynı yıl Arts Council Koleksiyonu tarafından satın alınıyor ve ilk çalışmalarının önemli bir örneği olarak birçok büyük kuruma ödünç veriliyor.
1980’lerdeki ilk heykelleri genellikle tek ve parlak renkli,basit ve kavisli formlar şeklindedir. Bu yıllarda doğum yeri olan Hindistan’a yaptığı bir yolculuk esnasında gördüğü boya pigmentlerinden etkilenerek yaptığı pigment heykelleri ile dikkat çekiyor ve renk, Kapoor'un çalışmasının temel unsuru oluyor.
Sanatı bir yanılsama olarak tanımlayan Kapoor, çevremizi nasıl gördüğümüzü dönüştürmek ve yeniden tanımlamak için rengin gücünü kullanıyor.
Kapoor için eserlerinin temel bir unsuru olan renk izleyicinin biçim algısını şekillendiriyor.
“Renk vazgeçilmezdir. Sözsüz, deneyimsel bir gerçek olan doğrudan bir dildir. Rengi bir nesnenin yüzeyini kaplayan bir malzeme olarak değil, nesnenin özü olarak kullanmak her zaman ilgimi çekmiştir. Bu şekilde gerçekten gizemli bir şey yapar, maddeselliğini aşar, aynı zamanda maddesel olmayan bir malzeme haline gelir. Pigment parçaları, uzaya giren vurgulu nesnelerdir, nesnenin tam olarak açığa çıkmadığı hissi vardır. Pigment de dağınık ve biçimsizdir, bu işlerin kırılganlığı da durumlarının bir parçasıdır, etraflarındaki boşluğa dağılır ve kanarlar, ancak nesnelikleri kendi kendine yapılmış gibi görünür, bu da illüzyonun, fantezinin bir parçasıdır. Renk hayali bir şeydir.”
Anish Kapoor eserlerinde pigmentin yanında ayrıca, cam elyafı, paslanmaz çelik, mermer, granit, kaymaktaşı, PVC ve balmumu gibi malzemeler kullanıyor. İnsan yapımı ya da doğal malzemeleri manipüle ederek ve durağan ile dinamik nitelikler üzerinde çalışarak oluşturduğu formlar, Kapoor için malzemenin doğasını ifade ediyor.
Kapoor, akılcılık ve algı fikirlerine meydan okuyan büyük ölçüde tek renkli ve aldatıcı bir şekilde basit işler tasarlıyor. Eğrisel formların, yansıtıcı yüzeylerin ve yoğun renklerin ve anıtsal ölçeği etkileşimi yoluyla ile izleyicileri hem toplu huşu hem de özel tefekkür deneyimlemeye davet ediyor.
1987 yılında taş işçiliğine başlıyor. Taş işlerinin birçoğunda oyulmuş açıklıklar ve oyuklar bulunuyor.
Anish Kapoor, 1990'da 44. Venedik Bienali'nde Büyük Britanya'yı temsil ediyor ve burada Premio Duemila Ödülü'ne layık görülüyor. 1991'de Turner Ödülü'nü kazanıyor. 2011'de Praemium Imperiale ve 2012'de Padma Bhushan dahil olmak üzere çok sayıda uluslararası ödül alıyor.
1990'ların sonunda ve 2000'lerin başında Kapoor, kendine özgü görsel dilini icat ediyor ve zenginleştiriyor. Sanatında daireler, huni benzeri çöküntüler ve iç bükey şekiller düzenli olarak yer almaya başlıyor.
Kapoor, 1995'ten beri parlatılmış paslanmaz çeliğin yansıtıcı yüzeyi ile çalışıyor. Ayna gibidi görünen bu eserler, bakanı ve çevreyi görüntüyü bozarak yansıtıyor.
Sonraki on yıl boyunca Kapoor'un heykelleri, biçim ve mekânın daha iddialı manipülasyonlarına evriliyor. Pigment bazlı heykellerinde üç boyutlu formlarının açıları ve düzlemleri, karanlık alt tonlarla illüzyonları teşvik ediyor.
Kapoor'un ilk kamu siparişleri arasında 1994 yılında Japonya'daki Tachikawa Art Project'te sergilenen dökme demirden yapılan Mountain (Dağ)ve ayrıca Toronto'daki Simcoe Place'de dağ zirvelerini andıran isimsiz bir 1995parçası yer alıyor.
Algılara meydan okuyan heykelleri ve büyük ölçekli halka açık enstalasyonlarıyla dünya çapında tanınan Kapoor, metafiziği çağrıştıran ve izleyicilerin fiziksel alan hakkındaki fikirlerine meydan okuyan formlar üretmek için ayna, çelik, taş ve vinil gibi endüstriyel malzemelerle çalışıyor.
2001 yılında, gökyüzünü ve çevreyi yansıtan büyük bir aynaolan Sky Mirror, Nottingham Playhouse'da sergileniyor. Çevresini içine çeken, yanılsama ve gerçeklik fikirleriyle oynayan, kamusal sanatın en nefes kesici parçalarından biri olan Sky Mirror, yaklaşık ₤ 900.000 bütçeye mal oluyor ve altı yılda tamamlanıyor.
Yaklaşık 6 metre çapında ve yaklaşık 10 ton ağırlığındaki Sky Mirror, gökyüzüne doğru açılı içbükey paslanmaz çelik bir çanaktır. Sky Mirror’un üretim sürecini test etmek için daha küçük bir heykel yapılıyor. Hem yansımaların güvenliği hem de olumsuz hava koşullarındaki dayanıklılığı kontrol ediliyor.
Kapoor’un 2002 yılında ürettiği Marsyas, Londra'daki Tate Modern'in 320 metrekarelik Türbin Salonu'nu uçtan uca ulaşan tek bir PVC membran açıklığıyla birleştiriyor.
On kat yüksekliğinde ve 150 metre uzunluğundaki bu heykel üç çelik halkadan oluşuyor. Salonun her iki ucuna iki halka sabitleniyor ve onlara dik olacak şekilde bir halka daha kullanılıyor. Halkalar, bir arada tutuldukları izlenimi veren kırmızı bir PVC zarla birleştiriliyor.
Kapoor, heykelin koyu kırmızı renginin bedensel, dünyevi ve fiziksel bir şeyi çağrıştırdığını söylüyor. Bu heykeli yaparken gökyüzünde bir beden yapmak istediğini söyleyen sanatçı; Marsyas ile izleyicinin derinin altına girmiş, ete ve kana dalıyormuş gibi hissetmesini sağlıyor.
“Bir mühendislik dilinin nasıl bir beden diline dönüştürülebileceğiyle ilgileniyorum.” diyen Kapoor'un bu eserinde izleyicinin heykeli hiçbir zaman tam olarak görememesi önemli rol üstleniyor. Kısmi bir görüşten başka bir şeye izin vermeyecek şekilde binaya sıkıştırılan Marsyas, gizemli bir tavır sergiliyor.
Nesneleri algılama şeklimizi dönüştürmek ve yeniden tanımlamak için renkleri oldukça çarpıcı şekilde kullanan Kapoor, 2000 yılında Blood Cinema adlı eseri ile ziyaretçilerin etrafındaki dünyayı tamamen kırmızı garip bir atmosfere dönüştürüyor.
Blood Cinema (Kan Sineması) dairesel kırmızı akrilik levha kullanarak büyük bir çelik çemberden yapıyor. Akriliğin şeffaflığı, rengin sembolize ettiği şiddete rağmen ona garip bir kırılganlık veriyor.
Yaklaşık iki metre çapındaki dev bir lense benzeyen Blood Cinema, ilk başta içinde bulunduğu odanın boşluğu içinde küresel kırmızı bir girdap gibi görünüyor. Bu bakımdan heykel, Kapoor'un pek çok eseri gibi hem mekâna hem de içine yerleştirildiği mimariye güçlü bir etkide bulunuyor. Zengin renginin ve dairesel formunun büyüleyici etkisiyle izleyiciyi kendine çeken eser, odanın mekanını ve arkasında beliren her türlü nesne, figür ya da olayı bir sanat eserine dönüştürerek, kendi içinde yeni bir dünyanın kapılarını aralıyor.
2008 yılında üretilen Shooting into The Corner, balmumu dolu küpleri bir top ile duvara ateş ediyor ve balmumları zamanla aşağıya süzülerek Kapoor’un dev bir kurşun yarası olarak nitelendirdiği bir iz çıkarıyor.
2004 yılında Kapoor, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki ilk kalıcı açık hava sanat eseri olan 'Cloud Gate'i tanıtıyor. Yerel halk tarafından Fasulye (The Bean) olarak bilinen eser, bir parkın ortasında gezinen, şehri ve insanlarını gümüşi yüzeyinde yansıtan devasa bir cıva küresine benziyor. Aynı zamanda 23 milyon dolarlık fiyat etiketi ile dünyanın en pahalı kamusal sanat eserleri arasında yer alıyor.
Sıvı cıvadan ilham alan Cloud Gate (Bulut Kapısı), son derece parlak paslanmaz çelik plakalardan oluşuyor. 110 tonluk eliptik heykel, ayna benzeri yüzeyi ile şehrin ünlü silüetini ve yukarıdaki bulutları yansıtıyor. 12 fit yüksekliğindeki bir kemer, bir tür kapı görevi görüyor ve ziyaretçileri heykelin altındaki kavisli odaya davet ediyor.
Kapoor 2007'de, Bienal’in bir parçası olarak Musée des Beaux-Arts'ta raylar üzerinde hareket eden 1,5 metrelik bir kırmızı balmumu bloğu olan Svayambh'ı (Sanskritçe'den çevrildiğinde "kendi kendine üretilen" anlamına geliyor) sergiliyor. Bu parça Münih'teki Haus der Kunst'ta ve 2009'da Londra'daki Royal Academy'de büyük bir gösteride tekrar gösteriliyor.
Kapoor'un bazı çalışmaları mimari ve sanat arasındaki sınırları bulanıklaştırıyor. 2008'de Kapoor, Berlin ve New York'ta sergilenen Memory (Hafıza)adlı eserini üretiyor.
Mekâna özgü bir çalışma olan Memory, Berlin ve New York'taki Guggenheim müzelerindeki iki farklı sergi mekanını birbirine bağlıyor. Cor-Ten çeliğini ilk kez kullanan heykel, Kapoor'un kariyerinde bir kilometre taşını temsil ediyor. Yalnızca sekiz milimetre kalınlığındaki ince çelik kabuk, geçici ve anıtsal olmayan bir biçim öneriyor.
2008'de dairesel bir içbükey ayna olan Kapoor'un İslamic Mirror (İslami Aynası), şu anda Murcia, İspanya'daki Santa Clara Manastırı olarak kullanılan 13. yüzyıldan kalma bir Arap sarayına yerleştiriliyor.
İslamic Mirror, 2,4 metre çapında dairesel bir içbükey aynadır. Toplam 4437 adet parlatılmış paslanmaz çelikten (2241 sekizgen ve 2196 kare) oluşuyor ve kare ve küre arasındaki biçimsel, matematiksel ve geometrik geçişi ima ediyor.
2009'da Kapoor, Brighton Festivali'nin ilk Konuk Sanat Yönetmeni oluyor. Kapoor, festival boyunca dört heykel yerleştiriyor. Brighton Pavilion bahçelerinde Sky Mirror, C-Curve, The Chattri'de, Blood Relations, ve 1000 Names enstalasyonları sergileniyor.
Aynı yıl ayrıca The Dismemberment of Jeanne d'Arc adlı siteye özgü büyük bir çalışma ve performansa dayalı bir enstalasyon üretiyor. Kapoor'un bu dönemden başlayan çalışmalarının birçoğu izleyiciden bir performans talep ediyor.
2009'da Kapoor, İtalya'nın en büyük milli parkı olan Pollino Ulusal Parkı için kalıcı, siteye özgü Earth Cinema’yı (Dünya Sineması) tasarlıyor.
Kapoor çalışmalarında genellikle dualitelere (yer- gökyüzü, madde- ruh, aydınlık- karanlık, görünür- görünmez, bilinçli- bilinç dışı, erkek- dişi ve beden- zihin) atıfta bulunuyor.
Kapoor ayrıca Tees Valley Rejenerasyonu (TVR) tarafından toplu olarak Tees Valley Giantsolarak bilinen beş adet kamusal sanat eseri üretmesi için görevlendiriliyor.
İngiltere'nin Middlesbrough kasabasında Temenos'un açılışını yapıyor. İki çelik çember arasına gerilmiş çelik tel örgüler ile Temenos, muazzam ölçeğine rağmen ruhani ve belirsiz bir form olmaya devam ediyor.
2010 yılında, Turning The World Upside Down (Dünyayı Ters Çevirmek), Kudüs'teki İsrail Müzesi'nde kuruluyor ve 16 fit uzunluğunda cilalı çelik bir kum saati olarak tanımlanıyor. Heykel gökyüzünü ve müzenin manzarasını yansıtıyor ve tersine çeviriyor, bu da şehrin kutsal ve dünyevi ikiliğine bir gönderme yapıyor.
2011'in başlarında Kapoor, Paris'teki Grand Palais için çalışması Leviathan, enstalasyonunu üretiyor. Kapoor, çalışmayı şu şekilde tanımlıyor: "Tek bir nesne, tek bir form, tek bir renk ... Benim tutkum, Nef'in yüksekliğine ve parlaklığına yanıt veren bir boşluk içinde bir alan oluşturmaktır. Grand Palais, ziyaretçileri işin içinde yürümeye, kendilerini renklere kaptırmaya davet edecek ve bu derin düşünceli ve şiirsel bir deneyime dönüşecek.”
2011'de Kapoor, Milano'daki Fabbrica del Vapore'da Dirty Corner'ı sergiliyor. Sitenin katedral alanını tamamen işgal eden çalışma, ziyaretçilerin girdiği 60 metre uzunluğunda ve 8 metre yüksekliğinde devasa bir çelik hacimden oluşuyor. İçeride, ışık kalmayana kadar gidilerek daha karanlık hale geldikçe uzay algılarını yavaş yavaş kaybediliyor ve insanları onlara rehberlik etmek için diğer duyularını kullanmaya zorluyor. Sergi boyunca eser, büyük bir mekanik cihazla 160 metreküp kadar toprakla aşamalı olarak kaplanıyor ve tünelin içinden geçiyormuş gibi göründüğü bir toprak dağı oluşturuyor.
2012 Londra Olimpiyat Oyunlarının Olimpiyat Parkı için kalıcı sanat eseri olarak beş sanatçıdan oluşan kısa listeden Kapoor'un Orbit’i (Yörünge heykeli) seçiliyor.
Olimpiyat ve Paralimpik Oyunları vesilesiyle yapımına Kasım 2010'da başlanan Orbit Mayıs 2012'de tamamlanıyor. Kapoor, yapı için Babil Kulesi'nden ilham alıyor ve sürekli kıvrılan yapısı, herhangi bir perspektiften tekil bir görüşe izin vermiyor, bunun yerine izleyiciyi onun etrafında ve içinde hareket etmeye, görünüşte dengesiz formuna katılmaya davet ediyor.
2016 yılında Kapoor, Vantablack adlı bir pigmentin münhasır sanatsal haklarını satın alıyor. Pigment, Surrey NanoSystems tarafından üretiliyor ve neredeyse tüm görünür ışığı emerek dünyanın en siyahı olarak tanıtılıyor.
Kapoor'un boyadan çok teknoloji olarak adlandırdığı söz konusu malzeme, başlangıçta İngiltere merkezli Surrey NanoSystems tarafından askeri sınıf gizli silahlar için geliştiriliyor. Işığı kıran ve ısıya dönüştüren kaplama, güçlü lambaların altında bir odada büyüyen milyonlarca karbon nanotüpten oluşuyor. Şimdi, Vantablack'in ilk estetik uygulamaları, iki mekânda (Eski Ustaların sanatını deneyimlemek için Venedik'in en ikonik mekanlarından biri olan Gallerie dell'Accademia) ve bizzat Kapoor tarafından satın alınan bir palazzoda sergileniyor.
Japonya'yı büyük bir deprem ve tsunaminin vurmasından iki yıl sonra 2013 yılında, mimar Arata Isozaki ve sanatçı Anish Kapoor, etkilenen bölgeler için şişme bir mobil konser salonu tasarlıyor. Mimar Arata Isozaki, küre benzeri yapıyı tasarlarken Kapoor’un Paris'teki bir geçmiş sergisi için ürettiği şişirilebilir Leviathan heykellerini model alıyor.
Anish Kapoor, British Council iş birliği ve Akbank sponsorluğu ile Sakıp Sabancı Müzesi’nde Eylül 2013 - Şubat 2014 döneminde Türkiye’deki ilk sergisini gerçekleştiriyor.