Pandemi ve Kent: Londra II

Pandemi ve Kent: Londra II.
Pandemi ve Kent: Londra II.

Yaşamını Londra’da sürdüren Ayşe Kaya’nın pandemi sonrası değişen ‘kent düzeni’ ve ‘farkındalıklarına’ ilişkin yorumları bizi kilometrelerce uzakta yeni bir yaşama götürüyor. Geç alınan önlemlerin doğurduğu sonuçlar, İngiliz kültüründe park ve bahçenin yeri, ülkedeki önceliklerin, alışkanlıkların ve vazgeçilmezlerin neler olduğu, halkın benliğinde olan mesafeli tavrın bu dönemdeki yansımaları birçok açıdan alışılmışın dışında bir şehir profili doğuruyor. Kaya’nın Londra izlenimleri, Karşılaştırmalı Kentler serimizde sizlerle…

Hayatımın ilk lockdown’ını veya sokağa çıkma yasağını, kültürünü ve geleneklerini hala öğrenmekte bulunduğum bir ülkede; İngiltere’de deneyimledim. Şehir boşaldıkça boşaldı. Şehrin kalabalığının kendi halkından değil turistlerden kaynaklandığını hayretle izledim. Şehirde yerel halkla baş başa kalmak, farklı kültürleri ve antropolojiyi seven bana benzersiz bir deneyim yaşattı. Sosyal medyanın da sunduklarıyla, aynı duruma farklı ülkelerin, kimliklerin ve geleneklerin nasıl tepkiler verdiğini gözlemleme fırsatım oldu.

Covid başta İtalya olmak üzere tüm Avrupa’yı sarmaya başladığında İngiltere’nin gündeminde -tıpkı son 3 yıldır olduğu gibi- Brexit vardı. Bu konuyla o kadar meşguldüler ki gelen pandemiye karşı bir önlem almak için çok geç kaldılar. Hükümet ilk demecinde sürü bağışıklığı metodunu uygulamayı düşündüklerini söylerken çok geçmeden “lockdown” yani sokağa çıkma yasağı ilan etti. Tek bir istisnayla; günde bir kere parka çıkma izni.

İngilizlerin iki vazgeçilmezi: Parklar ve Publar


Tifo’dan Covid’e; Londra Parkları

İngiltere denince akla gelen ilk üç şeyi sıralayın deseler herkesin aklına ilk sıralarda parklar gelir. Parkların İngiliz kültüründeki etkisini sokağa çıkma yasağında da görmüş olduk. Okullar, işyerleri, ulaşım ağları teker teker kapanırken insanlara günde bir kerelik sokağa çıkma hakkı verildi. Türkiye ayağında bu dışarı çıkma izni fırına gitmek iken, burada parkta bir yürüyüş şeklini aldı. Peki bu park sevgisi nereden geliyordu?

Pandemi ve Kent: Londra II, görsel 2.
Pandemi ve Kent: Londra II, görsel 2.

Evimin en yakınındaki park, ismini Sanayi Devrimi’nin kraliçesi Queen Victoria’dan alıyor. Şehrin en büyük parklarından olmasının yanı sıra en sevdiğim özelliklerinden biri de şehrin ilk royal olmayan yani public parkı olmasıydı. Sanayi Devrimine kadar İngiltere daha orta halli bir ülkeyken sonrasında zenginleşme dönemine girdi. Fabrikalarda çalışmak için göçen fakir halklarıyla birlikte Londra’nın nüfusu hızla artmaya, büyük şehirleri kalabalıklaşmaya başladı.

Bahçeli İngiliz evleri, yerini sıralı ve küçük terraced house’lara bırakıyordu. Güneş görmeden saatlerce kalabalık atölyelerde çalışan işçilerin bedenleri, bir de fabrikaların yarattığı hava kirliliği de üzerine eklenince tifo, tifüs, dizanteri gibi hastalıklara dayanamıyordu. Taşradaki ortalama yaş 45 civarındayken, Londra’da bu 31 yaşına kadar inmişti. Kraliçe’nin çok sevgili eşi Prens Albert dahi salgın hastalıktan nasibini almış ve genç yaşta hayatını kaybetmişti.

İşte şu an bir ağacının altında bu yazıyı yazdığım Victoria Park, o dönemde daha çok işçi sınıfının yaşadığı East London bölgesinde bulunuyor. Hastalıklarla mücadelede açık havada egzersiz ve yürüyüşün önemi o dönemlerde dahi aşikardı. Bunun üzerine bölge halkının 30.000’i aşkın imza toplamasıyla şehrin royal olmayan ilk parkı Kraliçe Viktorya tarafından açıldı.

Mekanik yaşamın olumsuzluğuna karşı ilk adımı atan ülke olan İngiltere’de, o dönemden sonra şehirdeki public park sayısı günden güne arttı ve İngilizler için artık evlerinden daha çok vakit geçirdikleri bir vazgeçilmezleri oldu. Bugün doğumgünü kutlaması, nikah, güneşlenme, köpeklerini gezdirme, ders çalışma, nefes nefese koşma, konser verme, halka hitap gibi aktiviteleriyle parklar, şehrin en belirgin karakterlerinden birisi.

Elbette pandemi süreci de bunun bir istisnası olmadı ve yerel halk için gıda ihtiyacı gibi kat’i bir ihtiyaç ve alışkanlık olan parklar, tıpkı 170 yıl evveli gibi şehri (ve dahi dünyayı) saran bir hastalık sonrası günde bir kereye mahsus olmak şartıyla kullanıma teşvik edildi.

Her köşe başındaki o çiçekli bina: Publar

Bilindiği üzere İngiltere’nin yazılı bir anayasası yoktur. Pandemi sürecinde diğer ülkelerdeki net ve kesin kurallarla yasaklanan şeyler, İngiltere’de hükümet tarafından rica edildi veya kendi deyişleriyle -advice- edildi. Hükümetin pandemiye dair söylemleri, 2. Dünya savaşındaki ülke politikasına çok benzetildi. Başbakan konuşmasını savaş zamanlarındaki vurgulara benzer yaptı:

Pandemi ve Kent: Londra II, görsel 3.
Pandemi ve Kent: Londra II, görsel 3.
O zaman da başardık, şimdi de birlikte başaracağız.”


Konuşmalarda ‘biz size karışmıyoruz çünkü doğru şeyi yapacağınıza güveniyoruz’ alt metnini verdiler. Daha çok kendi haline bırakılan halk, park serbestiyetini genişletti ve neredeyse eski gündelik hayatına döndü. Parka çıkma izni sadece aynı hanede oturan kişilerin birlikte yürümesi diye açıklanmışken, ilerleyen günlerde parklar, kapalı olan cafelerin ve pubların da görevini üstlendi.

Public House’un kısaltmasından gelen Pub’lar, bu ülkede parklarla birlikte en çok kullanılan yerlerden biri sanırım. Öyleki cuma günleri iş çıkışında iş kıyafetlerini bile değiştirmeden sokakların köşelerinde konumlanmış publara gitmek, çalışma kültürünün ayrılmaz bir parçası. İşyerleri ve ibadethaneler hala belirsiz bir süre kapalı kalmaya devam ederken, İngilizlerin can damarı denilecek pubların temmuz ayı itibariyle açılmasına karar verildi. Bu durum, bu ülkedeki önceliklerin, alışkanlıkların ve vazgeçilmezlerin neler olduğuna dair farklı bir örnek teşkil etti.

Sosyal Mesafe ve Mimari

İngiltere’de maske uygulamasının neredeyse hiç karşılık bulmamasının bir sebebinin de (Akdeniz milleti olan İtalyanlar ve Türklere kıyasla) zaten kendi günlük hayatlarında her daim var olan mesafeleri olduğunu düşünüyorum. Market veya atm sırasında, durakta beklerken veya herhangi bir toplu alanda her daim mesafeye çok dikkat ederler.

Pandemi ve Kent: Londra II, görsel 4.
Pandemi ve Kent: Londra II, görsel 4.


Değil ki tanımadıkları insanlarla yakın mesafede durmak, kendi çevreleriyle bile dokunma, sarılma gibi temasları pek yoktur. Bu sebeple sokaklarda maskeli insan neredeyse hiç görmedim. Bunun yerine marketlere metrekare başına belirli sayıda müşteri almak, cafelere giriş yapılmadan penceresinden takeaway sipariş vermek, sipariş için sıra beklerken kaldırımlara 2 metre aralıklı “Keep Distance, Stay Safe” hatırlamaları koymak gibi önlemler aldılar.

Evler ve dış dünyayla bağlantıları

Çok uzun yıllardır burada yaşayan bir büyüğüm şöyle demişti:

Pandemi ve Kent: Londra II, görsel 5.
Pandemi ve Kent: Londra II, görsel 5.

Eğer bir evin penceresinde güzel tüller görürsen anla ki içeride bir Türk yaşıyordur, İngilizler birikimlerini eve veya içindekilere değil gezmeye ve eğlenmeye harcamayı tercih ederler.”

Londra’nın turistleri bu kadar yakalamasının bir sebebi de, ‘hangi dönemde gelinirse gelinsin her kesime hitap edecek bir aktivitesi, etkinliğinin var olmasıdır’ denir. Covid’den etkilenen sadece okullar, işyerleri, mağazalar olmadı elbette, tiyatrolar sinemalar ve benzerleri de kapandı. Etkinlik sever İngiliz halkını evde tutabilecek için ilk adımlar National Theater ve Shakespeare Globe tarafından atıldı. Normalde bazen bileti 1 yıl sonraya bulunan -hatta bazen o bile bulunamayan- veya biletleri çok fahiş fiyatlara satılan oyunlar ve etkinlikler ücretsiz bir biçimde Youtube üzerinden izlenmeye açıldı. Evler sadece yetişkinler için home-office veya çocuklar için bir homeschool değil aynı zamanda küçük birer kültür merkezine dönüştü.

Bir diğer gözlemim ise bahçe-ev ilişkisi üzerine oldu. İngiltere, ikinci el eşya satan Charity shoplarıyla meşhurdur ve evler gerçekten de genellikle eski eşyalarla doludur. Evler genellikle 80-100 m2civarında ufaktır. Buna mukabil hemen hemen her evin ufak da olsa bahçesi vardır veya evlerin açıldığı ortak kullanım alanları vardır.

Bahçe, ‘evin dışarıya uzantısı mıdır, yoksa doğanın eve uzantısı mıdır’ tartışması yıllardır süregelir. Covid’e kadar odamdan baktığım ağaçlar bana bahçe doğanın eve uzantısıdır fikrini benimsetirken, geçtiğimiz aylardaki gözlemlerim aslında her iki seçeneğin de doğru olduğunu düşündürdü. Bunu iki örnekle açıklayacağım.

Yaşadığım sokaktaki yaşlı nüfusu çok fazla. İngiliz bireyselcilliğinin etkisiyle bizdekinin aksine hepsi tek başına yaşıyor. Covid evveli çok nadiren kullanılan orta bahçe, Covid ile birlikte komşularımın adeta evlerinin oturma odası haline geldi. Daha evveli small talk’tan öteye gitmeyen sohbetler uzadı da uzadı, yalnızlıklarını komşularıyla bahçede giderdiler, psikolojik olarak birbirlerine destek oldular. Hatta komşuların kendi kapısının önüne çıkıp tüm sokak birlikte spor yapmaları haberlere bile konu oldu.

Bir diğer örneğim ise hemen hemen her evin penceresine astığı gökkuşağı sembollü“Sağlık Çalışanlarına Destek” pankartlarıydı. Hiç tanımadıkları birisinin, binaya baktığında bu evde sağlık çalışanlarının fedakarlıklarını gören, onları takdir eden, minnet duyan bir aile yaşadığını bilmesini istediler. Bu iki örnek bana bahçenin aslında evin bir uzantısı olduğu teorisini destekletti.

Ulaşımda terse dönüş: Bisikletlerin yeniden keşfi


Bilindiği üzere Londra, dünyanın ilk metrosuna sahip şehridir. Mesai saatleri veya değil her daim şehrin bir ucundan bir ucuna 45-50 dk’da seyahat etmek bu yer altı ulaşımını vazgeçilmez kılıyordu, tabii ki Covid’e kadar. Lockdown’dan toplu ulaşım da payını aldı ve çok ciddi kısıtlamalara gidildi.

Pandemi ve Kent: Londra II, görsel 6.
Pandemi ve Kent: Londra II, görsel 6.

Pandemi öncesi günde 4 milyon civarında insan, köstebekler gibi oradan oraya yeraltında seyahat ederken günümüzde; bu oran 200 binlere inmiş durumda. Covid sürecinde birçok ülkede özel motorlu araç ile ulaşım artarken, burada ise bahçedeki depolarda unutulmuş olan bisikletler ortaya çıktı, yağlandı, tekerleri elden geçti ve kasklar takıldı. Şehrin düz olması, araçların bisikletlilere alışkın olması, her sokakta olmasa da çoğunluğunda bisikletliler için ayrılmış bisiklet yolları bulunması, insanların arabalara değil de bisikletlere yönelmelerine sebep oldu.

Ev arkadaşım da onlardan birisi. 4 yıldır okuluna bisikletle gitmeye cesaret edememişken, Corona’yla birlikte toplamda 25 km’lik ev-okul arası yolu bisikletle kat etmeye başladı. Her gün önce Thames kenarına iniyor, Royal parkların içinden geçiyor, ordan Buckingham Sarayı’nı selamlayıp, Hyde Park’ın içinde temiz bir nefes alarak okula ulaşmanın keyfini çıkarıyor. Corona, birçok şeyi elimizden almış gibi görünse de, bir yandan da yıllardır ertelediğimiz, fark etmediğimiz fırsatları deneyimlememize de vesile oldu belki de.