Kahire gerçeği: Siyah beyaz döneme duyulan özlem
Mısırlılar neden Kahire’nin altın çağını özlemekteler? Acaba dendiği kadar altın çağ mıydı? Retrotopya nedir? Sebepleri nelerdir? Kahire’yi tüm bu katmanlarıyla ele alan Muhammad Abdullatif’in deneme yazısı sizlerle…
- “Kulağıma bir borazan sesi çalındı, hizmetkârıma dönüp sordum: “Bu ne demek oluyor?” dedim. Hiçbir şey bilmiyordu, bir şey de duymadı!
- Giriş kapısında durdurdu: “Efendim nereye gidiyorsunuz?” diye sordu.
- “Bilmem ama burası değil, buradan uzak bir yere, buradan uzak olsun başka şey istemem. İşte amacıma ulaşmamı sağlayacak tek yol bu.” dedim.
- Yine sordu: Peki amacınızı biliyor musunuz?
- “Evet, dedim ya, buradan uzak bir yere - işte bu benim amacım.” diye cevap verdim.
- Franz Kafka - Seçilmiş Yazılar – 1988
Harvard Üniversitesi Slav Edebiyatı ve Karşılaştırmalı Edebiyat Profesörü Svetlana Boym’e göre Nostalji ya da geçmişi özlemek tanımı: “kaybolma ve kimsesizlik hissi, aynı zamanda özel bir hayalle yaşanan bir aşk hikayesidir.” Nostalji ya da geçmişi özlemek, 17. yüzyılda hastalık diye tanımlanıp o zamanki İsviçreli doktorların tavsiyesiyle dağa çıkmak ya da afyon tüketmek suretiyle tedavisi olan bir hastalık olarak görülmesine karşın, artık yeni yeni tedavisi zor olmuş bu geçici hastalığa çağımızın çok insanı yakalanmıştır.
Yirminci yüzyıl, “Geleceğin Mükemmel Kenti” düşüyle başladığı halde, ünlü sosyolog Zigmont Bauman’ın ‘Retrotopya’ yani geçmişi özlemek adını verdiği olguyla son buldu. Retrotopya terimi, kültür gelişmesine paralel olarak yapılan yanlış uygulamalarla; sosyal, siyasal, ekonomik ve kent medeniyetine ait güzelliklerdeki çeşitliliğe yoğunlaşır. Bauman’ın tanımına göre Retrotopya; var olmayan gelecekle varlık kazanmayacak geleceğin ikili olumsuzlaşmasıdır. Ayrıca kayıp ya da çalınmış bir geçmişe özlem duyma, onu yeniden diriltmek isteme olarak da yorumlanır. Buna “Kenstel Özlem” adını veriyorum.
Gerçekle Hayal Arasında Kahire
İmar Araştırmacısı Muhammed El-Shahed, temel sorunun Kahire’nin kent tarihiyle ilgili gerçek bir farkındalık olmadığına dikkat çekerek şunu dile getiriyor:
“Kahire tarihini arşivleyip kamuya açık hale getiren ister özel ister devlete bağlı olsun Kahire’de tek bir kuruluş bile yoktur. Mesela Kahire gibi bir şehir için müze yapılmamıştır.”
El-Shahed sözlerine şöyle devam ediyor: “Durum böyle olunca sosyal medya hesapları üzerinden paylaşılan fotoğraf akımı alternatif müze ve arşif halini alır. Ancak bu gibi platformlarda otorite kontrolü çatışmaya yol açınca bilgiler de gevşek olur, zira orada ya da burada paylaşılan bilgiler çoğunlukla bir Facebook sayfası yöneticisinin tahminine dayanan bir üründür. Başka durumlarda ortaya koyulan uydurmaca bilgilerden ibarettir, o kadar basit. Referansları gösterilmeyen resimler bağlamı dışında kullanılır. Neticede izleyicilerin, bilgileri doğrulaması için referanslara başvurması imkansız olur.”
Böylece yaşanmış tarihle uydurulmuş hikayeler; gerçek ve gerçeğe benzeyen yalanlar arasındaki çizgiler belirsizleşir. Bu tür durumlar, Kahire’deki gerçek hayatı hiç yansıtmadığı gibi karşımıza bağlamı dışında ele alınan kareler çıkararak sahte, yüzeysel ve umulan bir tarih ortaya koyar. Birisinin, Kahire’de yeni inşa edilmiş lüks sitelere resim çekip yabancı bir gazetede ‘Kahire budur’ diye tanıttığını düşünün! Bu gerçekten Kahire olur mu?
Üst tabakadaki Mısırlılardan bazıları Kahire hakkında şöyle yorumlarda bulunur: “Kahire’de her şey temiz, güzel, düzenli ve uygar görünümlü idi. Ta ki şehre akan bu köylülerin geldiği ana kadar. Her şeyi mahvettiler!” Yalnız burada bu üst tabaka insanına şunu hatırlatmak gerekir ki; Kahire’nin şu anki halkının çoğunluğu bu göçmenlerin üçüncü neslinden oluşmakta! Bu çoğunluk kalkıp şehri bırakıp giderse, hangi Kahire’den bahsediyor olacaklar?
Tarihi Açıdan Kahire
Üst tabakaya mensupların çoğu tarafından zaman zaman dile getirilen Hidiv Kahiresi ise sanılanın aksine Avrupa medeniyetini tüketme ya da körü körüne taklit etme ürünü değildi. Buradaki amaç, o anda bulunmuş olan çağdaş deneyimlerden yararlanmak; sağlıklı çevre, kanalizasyon ve sulama sistemlerinde en modern uygulamalara geçmek idi. Bu kentsel dönüşüm, tarihi şehir merkezini yok edecek herhangi yıkıcı bir inisiyatif içermedi. Mısır başkentinin yeni görünümünü yansıtacak düzen içinde yapılacak yeni bölgeler oluşturmaya başlanıldı.
“Kahire’yi Anlamak: Kontrol Dışına Çıkmış Bir Şehir Mantığı” adlı kitapta yazar David Sims şöyle der: “Tarihî Kahire, şu an yaklaşık olarak yeni başkentin önemsiz bir bölümü haline gelmiş olsa da, Kahire’nin bu tarihî bölümü edebiyatta kendine önemli bir yer almış durumda.”
Sadece İslam medeniyetine ait bölümü değil, ama eski Mısır etkisinin de günümüz Mısır’ında çok yaşam alanına yansıdığını kolay bir şekilde görebilmemiz mümkündür. Simes, sözüne şöyle devam eder: “Şehrin en güçlü perspektifi olan tarihî yönü, belki de Kahire’yi göstermeye yarayan en güçlü etmendir.” Zira Kahire tarih açısından zengindir. Memphis ve Giza piramitlerinin olduğu bölgeler Kahire’ye bağlı olarak kabul edilirse; tarihi 4000 yıl öncesine dayanmaktadır. Ancak Kahire tarihinin Fâtimiler döneminde başlamış olduğu kabul edilirse tarihi, 1000 yıl öncesine dayanmaktadır. Kahire’nin, Batı bilim adamlarının dikkate aldığı İslamla ilgili olan bölümüyse bütünden küçük bir parçadır. Bu bölümde nüfus oranı 350.000’i aşmamaktadır; yani Kahire’deki toplam nüfusun %2’sidir. Kaldı ki bunların sayısı da giderek düşmektedir.
Eski altın çağa olan bu hasret dolu bakışlar, Mısır tarihinde yeni yaşanan bir olgudur. Buna bir kanıt olarak başkentin karışık örgüsü karşımıza çıkar. Olağanüstü nüfus artışı, imar planlamasının kötü yapılması, Mısır halkına hitap etmeyecek tarzda imar politikaları uygulanması vb. Mısırlılara geçmişe kaçış yolu arattırır. Bu gibi nedenler belki Mısır’da mimarlığın aşırı düşüş aşamalarından geçtiğine sebebiyet verebilir.
Eskiden Hayat Daha İyiydi
“Moda trendleri, Paris’ten önce Kahire’de bulunuyordu. Müzik Mısır’ın tertemiz ve güzel caddelerinde çalınıyordu.” deyip duruyor pek çokları. Bu ifadeleri duyunca çoğumuz şu soruyu sormayı unutuyor: Hangi hayat daha güzel? Eski hayat mı yoksa şimdiki olan mı? Yoksa kimisinin, yeryüzünün üzerinde Allah'ın cennetiymiş gibi hayal ettiği cumhuriyet öncesi geçmiş mi daha güzeldi?
Neden olmasın? Hani müzik cadde kenarında çalınıyormuş deniyor ya, işte oralar çoğu Mısırlının ayakkabısız gezmiş olduğu caddelerdi. O dönemde hayat ne kadar rahat geçiyordu “yaşasın kral” gibisinden sağlam temeli olmayan bazı yorumlar da duyulmuyordu. Bunu diyenlerin çoğu günümüzde zulüm, baskı, servetlerin akılsız dağıtılması ve adaletsizliğin hakim olduğu ortamı hem unutuyor hem de unutturuyor. Keza Mısırlı halk arasında fakirlik ve cahillik oranlarının %90’a ulaşmış olması, rekor kıran hastalık oranlarının aşırı bir şekilde yaymış olması (Bilhariazis (şistozomiazis) hastalığına Mısırlıların %45’i yakalanmıştı) ve yetersiz beslenme sonucu ortaya çıkan nice hastalıklar da söz konusuydu... Aynı zaman diliminde öteki taraf (saray halkı) şatafat dolu bir yaşam sürüyordu.
Rahmetli Tarihçi Prof. Dr. Rauf Abbas’ın “1918-1952 Yılları Arasında Mısır’da Milli Haretlilik” adlı çalışmasında şunu dile getiriyor:
“1973 yılında Mısır’daki fakirlik oranı %76 imiş, 1952 yılında bu oran toplam nüfusun %80’ini kapsamıştır. Mısır proletaryası (emekçi sınıf) hem şehir hem köy toplumu içinde, sosyetenin en sefil tabakası konumunda idi. Bu kesim kapitalist dünyanın yirmili yıllarda çektiği ekonomik krizden etkilenmişlerdi, zira bu krizin olumsuz etkileri Mısır’a ayrıca dokunmuştu.”
Üst tabaka mensupları, konuştukları Kahire’yi unutuyor ya da görmezden geliyorlar. Onlar; paşaları, sosyetenin seçkin insanlarını ve yabancı topluluklarla sınırlı kalmış olan Mısır’ı biliyorlar. Bunlar, zamanında opera ve sinema salonlarına girmiş, cennet gibi bahçeleri gezmiş olanlardı. Şayet bu caddelerin yakınında basit bir Mısırlı gözükmüşse, bu kesin bir paşa sarayında hizmetkar olmakla bağışlanan efendinin kulu ve maiyetlerindenmiş.
Bu korkunç durum, kök salmış fakirlikle vatandaşın yiyecek içecek satın alamaması gibi zor şartlarla sınırlı kalmamıştır. Mısırlılar, Tevfik ve İsmail Hidiv dönemlerinde zaman zaman kendilerine ücret verilmeden bile zorla çalıştırılıyormuş. Büyük usta yazar ve tarihçi Salah İsa “Arap Devrimi” adlı kitabında, İngiliz bir gazetecinin Mısırlıların nasıl zorla çalıştırıldığını gözlemlediğini bize aynen nakletmektedir:
“Asfalt yol yapımında çalışan bir grup insanın yanından geçtim. Yol Kahire’ye uzak değildi, kırbaç altında çalışan adam, kadın ve çocuklar gördüm”, Bunlar şöyle dursun yüksek vergi ve alt tabaka üzerine uygulanmış olan nice başka kısıtlamalar da olmuştu... Acaba günümüzden daha iyi miydi geçmiş? Peki neden öyle hissediyoruz?
Birisinin geçmişi bu kadar özlemesi, insan psikolojisi biliminden parçalanmaz bir bütün mü acaba? Yaşanmakta olan andan kaçıp geçmişin varlığı uğruna yaşamak, şimdiki anın bize pek bir şey veremeyeceğine inanmak anlamına mı geliyor? Yoksa Kafka gibi çoğumuz sırf başka bir yer olsun diye mi gitmek istiyor? Geçmişin bazı dönemlerine yapılan bu gidişin mimarlığa ne gibi etkiler oldu? Mimarlığın taklidi, özgün mirasın değerini nasıl düşürdü?
Devamı gelecek yazımızda…