Formun en sade hali: Minimalizm
Minimalizm, 1960'larda ABD'de geliştirilen kare ve dikdörtgen temelli basit geometrik şekillerden oluşan eserler ile karakterize edilir. Bir sanat biçimi olarak ortaya çıkan bu akım; düzen, sadelik ve uyum gibi nitelikleri temsil eder.
“Minimalizm” sözcüğü, Fransızca kökenli “minimum” anlamına gelen “minimal” sözcüğünden türemiştir. Kelimenin sözlük anlamı “Birey için gerekli en az veya en küçük miktar (derece, nicelik)” olarak tanımlanırken; matematikteki ifadesi “değişken bir niceliğin inebileceği en alt basamak, asgari, minimal” şeklinde açıklanır. Akımın ismi “Cool Art”, “ABC Sanatı”, “Serial Art”, “Primary Structures”, “Art in Process”, “Systemic Painting” gibi ifadelerle anılmış olsa da hiçbiri “minimal” sözcüğü kadar açıklayıcı bulunmaz.
Minimalizm veya minimalist sanat, sanatın kendi gerçekliğine sahip olması ve başka bir şeyi taklit etmemesi gerektiği fikriyle ön plana çıkar. Sanat, genellikle gerçek dünyanın bir yönünü temsil eder. Minimalizm ise dışarıdaki bir gerçekliği temsil etme girişiminde bulunmaz; sanatçı, izleyicinin sadece önündekine cevap vermesini ister. Yapıldığı ortam (veya malzeme) ve işin biçimi tamamen gerçektir.
Minimalizm, 1950'lerin sonunda,Frank Stella gibi önceki neslin akımından uzaklaşmaya başlayan sanatçıların, 1959'da New York Modern Sanat Müzesi’nde eserlerinin sergilenmesiyle ortaya çıkar. 1960'larda ve 1970'lerde Carl Andre , Dan Flavin , Donald Judd , Sol LeWitt , Agnes Martin ve Robert Morris gibi isimler hareketin en önemli temsilcileri haline gelir. Minimalizmin ilerleyişi (1960'lar ve 1970'lerde de gelişen) kavramsal sanatla bağlantılıdır. Her iki hareket de sanat icra etmek, yaymak ve izlemek için mevcut yapılara meydan okur.
Sanatsal biçimin aşırı yalınlığını savunan sanat anlayışı için “Minimalizm” terimi, ilk kez 1965 yılında Richard Wolheim tarafından kullanılır. Genellikle birkaç sınırlı rengin kullanıldığı, büyük monokrom renk alanları olarak ortaya çıkar.
Minimalist oluşumlara yol gösteren ünlü mimar ve tasarımcı Ludwig Mies van der Rohe “Minimalizm; fakirlik, yoksunluk, eksiklik değildir, aksine bilinçli bir tercihtir, zor olanı seçmektir, azla çok yapmaktır.” sözleriyle açıkladığı minimalizm felsefesini “Less is more” sözüyle “Az çoktur” ifadesiyle özetler.
Minimalizm, halkla ilk kez 1963’te D. Judd ve R. Morris’in tek kişilik sergilerinde buluşur. Daha sonraları C. Andre, D. Flavin gibi isimler bu akıma katılır. 1960’ların ortalarında "Siyah, Beyaz ve Gri" ve "Temel Yapılar" gibi sergiler ile yeni bir hareket olarak gelişir. Minimalizm ile ilişkilendirilmiş öncü çalışmaların her biri geometrik formlardan oluşan bir stil olarak ortaya çıkar. Donald Judd’un eserleri karışık kompozisyonlardan uzak, sistematik tekrarların yer aldığı geometrik düzenler olarak tanımlanır. Bunun yanı sıra heykel olarak kompoze edilmiş çalışmaları, büyüklükleri ve yerleştirilme biçimleri ile içinde bulunduğu iç ve dış mekanlara hareket kazandırır.
Minimalizmin geometriyle kurduğu düşsel bağlantı, modern endüstrinin ürettiği malzemelere ve bunları olduğu gibi kabullenmesine dayanır. Kullandıkları malzemelerin öz yapılarını koruyan sanatçılar, doğal görünümünü değiştirmeden eserler üretirler.
Akımın önemli isimlerinden biri olan Richard Serra, başlarda eserlerinde kauçuk, neon ve sıcak kurşun gibi malzemeleri kullanır, daha sonrasında ise ağır metal ya da kurşun plakalarla çeşitli düzenlemeler kurgular. Yerleştirilen plakalar zaman zaman fizik kurallarına aykırı ters bir dengeye sahip olup, zaman zamanda dokunulduğunda düşüverecekmiş hissi uyandırsalar da oldukça dengeli yerleştirildikleri gözlemlenebilir.
Minimalist sanatçıların eserlerinde mekân, genellikle eserin bir parçası niteliğinde ve eserle bütünleşen bir öğe durumundadır. Sol LeWitt’in, büyük mekânların duvarları üzerine çalıştığı minimal resimleri; sınırlı sayıda kullandığı canlı renklerle boyanmış, çeşitli kalınlıklarda yatay, dikey, dairesel ve diyagonal çizgilerin hâkim olduğu grafiksel anlatım dili ile ön plana çıkar. Minimal sanatın en önemli ayrıcalıklarından birisi de eserleri oluşturmadan önce eseri ortaya çıkaracak düşüncelerin ön plana çıkmasıdır. Sanatçının, içleri boşaltılmış ya da keskin hatlarla pürüzsüz bir şekilde hazırladığı kübik formlar ile yaptığı çalışmalar, bu düşünceye örnek olarak verilebilir.
Minimalizm akımı içerisinde Carl Andre, seçtiği tek tip nesneleri bir araya getirerek, kaidesi olmayan çeşitli heykeller ve yerleştirme çalışmaları yapar. Malzeme olarak çoğunlukla bakır ve çinko plakaları ya da tuğla blokları seçer. Çalışmalarında kullandığı nesnelerin yapılarını bozmadan bir araya getiren sanatçının eserleri, üzerine basılabilmesi veya dolaşılabilmesi özelliğiyle de minimalist anlayışa farklı bir özelik katar.
Minimalizm akımında öznel etkilerden olabildiğince uzak tutulan hazır nesnelerin kimliği saklanır. Bu hassasiyet Dan Flavin’in eserlerinde oldukça göze çarpar. Sanatçı, seçtiği floresan tüplerini bir sanayi malzemesi olarak ele alır. Farklı boyutlardaki bu tüpleri değişik kombinasyonlarla bir araya getirerek zaman zaman beyaz, zaman zaman da renkli ışık efektleriyle mekânlara yerleştirmek suretiyle tasarımlar oluşturur. Norbert Lynton’a göre Flavin, çizilen çizgiler ve fırça izleri yerine ışıktan çizgiler; mekan ve hacim yerine ise test edilmiş ışıltılı alanlar tasarlar.
Heykel, minimalizm ve minimalist sanatının son derece önemli bir parçasıdır. Minimal heykel, fiberglas, plastik, sac veya alüminyumdan yapılmış; ya ham bırakılmış ya da parlak endüstriyel renklerle sağlam bir şekilde boyanmış; son derece basit, anıtsal geometrik formlardan oluşur. Ressamlar gibi, minimalist heykeltıraşlar da eserlerini tamamen nesnel, ifadesiz ve referanssız hale getirmeye çalışırlar.
Minimalist eserler genel olarak, çalışmanın içeriğinden çok biçimiyle taşıdığı öznel bir fikri veya mesajı; minimum sayıda renk, değer, biçim, çizgi, doku ve malzemeye indirgeyerek hazır nesneyi var olan biçimi ile kullanma prensibiyle tasarlanır. Minimalizm, geometrik şekillerin basit ve sade bir biçimde bir araya getirildiği ritmik eserlerin bütünüdür.