De Stijl akımının önderlerinden: Piet Mondrian
Piet Mondrian, modern soyut sanatının gelişmesinde oldukça önemli bir yere sahip. Ressam, De Stijl olarak bilinen Hollanda soyut sanat hareketinin önderlerinden biri olarak biliniyor.
Pieter Cornelis Mondriaan (1906’dan sonra Piet Mondrian) 7 Mart 1872’de Amersfoort, Hollanda’da doğdu. Çocuk yaşta babası ve amcasından resim eğitimi alarak sık sık onlarla birlikte resim yapan sanatçı, 1892’de Amsterdam Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğretmen oldu. Öğretmenlik yaparken resim çalışmalarına devam etti. Bu dönemde yaptığı işlerin çoğu naturalizm ve empresyonizm etkisinde gerçekleşti. Saf, parlak ve etkileyici renkler kullanan Mondrian, natürmort görüntüleri ve tasvir çalışmaları icra etti.
20. yüzyılın ilk on yılında Mondrian, tarzında farklılık yaşamaya başlıyor. Noktacı ve kübist tarza doğru yönelmeye başlayan eserleri gittikçe soyutlaşıyor. Soyut resimlerinde suya yansıyan belirsiz ev ve ağaç gibi sahneler yer alsa da hala cismin ne olduğu belli olan, soyut resme giden ilk adımlar olduğu biliniyor.
O zamanlarda Hollandalı sanatçılar Kübist sanatçıların radikal işlerinin farkındaydı. Mondrian 1911'de Amsterdam'daki ilk Modern Kunstkring sergisinde Georges Braque ve Pablo Picasso'nun orijinal Kübist eserlerini gördükten sonra, Paris'e taşınıyor. Neredeyse tüm Kübizm akımını kendisini uyarlayan Mondrian, Still Life with Gingerpot eserinin ilk versiyonunda daha önceki soyutlama çalışmalarında olduğu gibi nesneleri tanınabilir çiziyor. İkinci versiyonda iseher birini geometrik kompozisyon yapılara dönüştürüyor ve hiç olmadığı kadar soyut bir çalışma ortaya koyuyor.
Mondrian, 1914 yılında ağır hasta babasını ziyaret etmek için Hollanda’ya dönüyor ve Dünya Savaşı’nın başlamasından dolayı Paris’e dönemiyor. Hollanda’da kaldığı dönemde Bart Ven der Leck ve Theo van Doesburg’le tanışıyor. Ven der Leck’in sadece ana renkleri kullanmasından etkilenen Mondrian, van Doesburg’la De Stijl akımını birlikte başlattı. Günümüzde neoplastisizm olarak da adlandırılan sadece dik açıyla 3 ana renk, gri, siyah, beyazın kullanıldığı soyut sanat formunda çalışmalar yaptı.
Savaş sona erince 1918’de Paris’e geri döndü. Savaş sonrası Paris’in yenilikçi sanat kültürüne dalarak saf soyutlama sanatını geliştirdi. 1919’da kendisini ünlendiren ızgara tabanlı tablolar üretmeye başlıyor. Bu tarzın ilk resimlerinde dikdörtgen formları oluşturan çizgiler, aniden kesilmek yerine resmin kenarlarına doğru solma eğiliminde oluyor. 1920-21 yıllarında tarzı yavaş yavaş olgunlaşan Mondrian, siyah çizgileri kalınlaştırmaya ve tuvali daha az sayıda alanlara ayırmaya başlıyor. Zamanla tüm siyah çizgileri tuvalin kenarlarına kadar genişleterek oluşan alanlarda renk kullanımından ziyade beyazı tercih etmeye başlıyor.
1920’lerin ortalarına gelindiğinde düzenli olarak "lozenge" şeklinde 45 derece eğimli kare tuvaller kullanmaya başlıyor. Bu eserlerin en belirgin ve aynı zamanda Mondrian’ın en soyut çalışmalarından olanı Schilderij No. 1: Lozenge With Two Lines and Blue (1926).
Sanatçı farklı renk alanları için fırça darbelerini de farklılaştırıyor.Siyah çizgiler en az derinliğe sahip alanlar, renkli formlar ise hepsi aynı yönde olan belirgin fırça darbeleriyle oluşan alanlar olarak göze çarpıyor. Beyaz alanlar ise farklı yönlerde fırça darbeleriyle katman oluşturularak en baskın alanlar olarak görülüyor.
1926’da New York Bağımsız Sanatçılar Topluluğu'nun kurucularından Katherine Dreie, Mondrian’ın atölyesini ziyaret ettikten sonra elmas kompoziyonlarından birini satın alarak Brooklyn Müzesi’nde sergiliyor. Sergide Mondrian’ı Hollanda sanatının Rembrandt ve Van Gogh’un ardından üçüncü büyük ressam olarak belirtiyor.
Bu hızlı geçiş Mondrian’ın sanatını da etkiliyor çünkü Paris ve Londra’da başladığı çok az işini bitirebildiği biliniyor. Yine de New York City I (1942) eserinde çizgileri siyah kullanmak yerine birbirinin üzerine binen renkli çizgiler şeklinde kullanarak farklı bir boyut kazandırmaya çalışıyor. 1 Şubat 1944'teki ölümünden sadece birkaç yıl önce ise, 1942'de ilk kişisel sergisini açmış bulunuyor.