Çocuk ve Kent: Londra’da Çocuk Olmak
Çocukluğunu İstanbul’da, yetişkinliğini ise Londra’da sürdüren Ayşe Kaya, çocuk odaklı bir ülke olan İngiltere’de; sokaklarda, toplu taşımada, okul, kütüphane, müze gibi akla gelebilecek her türlü kamusal alanda çocuk ve ebeveyn olmaya dair gözlemlerini bizlere aktarıyor. Londra annelerinin de fikirlerini alarak, Londra’da bir çocuğun ve bir ebeveynin günlük hayatında nelerle karşılaştığını kaleme alan Kaya’nın izlenimleri, Karşılaştırmalı Kentler serimizde sizlerle…
“Look mum no hands!” Londra merkezinde sırayla dizili kafelerden birisi gibi görünse de ismiyle, diğerlerinden ayrışıyor daha ilk bakışta. Küçüklüğümüzde iyi ve havalı bir bisiklet kullanıcısı olduğumuzun en önemli göstergelerinden birisi ellerimizle bisiklet gidonunu tutmadan sürebilmekti elbette. Old Street’e yakın bir noktadaki bu kafenin ismi de sahibinin çocukluğundaki o tatlı anıdan geliyor: Anne bak, ellerim olmadan (sürebiliyorum)!
Burası hem bir kafe hem de bisiklet tamir atölyesi. Kafenin sahibi Alex, çocukluğunda babasının onu okula tandem bisikletle bırakmasıyla ilgili anılarından yola çıkarak bu kafeyi tasarlamış. Çünkü bisikletler hala daha bu ülkede çocuk olmanın ayrılmaz bir parçası, evet özellikle de okula giderken.
Tekerlekli Okul Servisleri: Bisiklet ve Scooterlar
İngiltere’de ne okul ne de işyeri servisi kültürü yok. Zaten çocuklar ‘catchment area’ denilen belirli kilometredeki bir mesafeyi aşmadan okula gitmek zorundalar. Bu kısa mesafelerdeki okullara ulaşım genelde 3 şekilde oluyor. Ya ebeveynlerden birisi ile yürüyerek -çoğunlukla bir yandan da şarkılar söyleyerek- ya scooterla ya da bisikletle.
Çocukların sanırım şehre, sokaklara dair ilk anıları bebek arabasından ebeveyn bisikletine geçiş sürecinde oluyor. Kendi bisikletini süremeyecek yaşlardaki çocukların bisikletle ilk tanışması anne veya babasının bisikletinin önüne veya arkasına ufak bir çocuk koltuğu eklenmesi ile başlıyor. Trafik takibi, yayalara öncelik, kırmızı ışıkta durma, dönüşlerde sağa sola işaret verme gibi şeyleri ebeveynlerinden görerek öğreniyorlar. Bir yandan da, araba camının arkasından değil de açık havada daha yavaş bir tempoda yaşadıkları mahalleyi de tanımaya başlıyorlar bu şekilde. Eğer iki kardeşlerse veya hava yağmurluysa bisiklet koltuğu yerini bisikletin önüne veya arkasına takılan trailer’a bırakıyor. Üstelik iki kardeş birlikte de binebiliyorsunuz buna. Trailer’ın Türkçe karşılığı karavan olarak geçiyor. Ben küçük tekerlekli bir çadıra benzetiyorum bunları. Bir yerden bir yere tekerlekli bir çadır içinde gitmek! Howl’un yürüyen şatosu sanki, acaba kaç tanesi kendisini bir Miyazaki karakteri gibi hissediyordur bu trailer’ın içindeyken?
Birkaç yaş büyüdükten sonra artık kendi bisikletleri ile tanışma dönemleri geliyor. Bu yine bazen anne-babaların bisikletlerinin arkasına eklenmiş bir bisiklet oluyor, bazen de ayrı bir 4 tekerlekli bisikletle oluyor. Okullarda çocukların bisikletleri ve scooterları için özel ayrılmış park yerleri bulunuyor. Sabahları işe giderken, çocukların scooterlarını park edip derslerine koşmalarını izlemek benim için ayrı bir zevk.
Lolipop Leydiler
Okula ulaşımın genellikle yaya olunması ekstra önlemleri de beraberinde getiriyor. Yaya geçidinin sadece ızgara çizgi anlamına gelmediğini, gerçekten de yayaların öncelikli olduğunu bu ülkede öğrendim. Siz yaya geçidinin yakınındaysanız bile araba kesinlikle duruyor, asla geçmiyor. Turist olarak gelenlerin ilk zamanlarda bocaladığı bir durum gerçekten yayanın öncelikli olması. Kurallara çok riayet eden bir toplum olsalar da okulların çevresindeki yaya geçitlerinde yine de ekstra önlemler alınıyor. Okul giriş ve çıkış saatlerinde araba geçişlerini durdurup çocukları güvenli bir biçimde okula ulaştıran gönüllülere ellerindeki “dur” levhası bir lolipopa benzediği için “lollipop lady/man deniyor. Mesele geçtiğimiz aylarda, 75 yaşındaki Margaret Lonergan adlı lolipop teyzemiz, tam 44 yıldır Holloway’de çocukların güvenli bir biçimde okula erişimlerini sağladığı için “Lifetime Contribution as a Frontline Employee Award” adlı ödülü aldı.
Renkli Okullar, Mutlu Çocuklar
Okula ulaşımın bu kadar zevkli olduğu bir yerde okullar da renksiz olmayacaktı elbette. 3.000 tane parkın bulunduğu Londra’da, tabii ki hemen hemen her okulun bahçesinde kendi yeşil alanları veya parkları oluyor. Parklarda metal ve plastik kullanımından kaçınılıyor. Okulların iç ve dış duvarlarında çocukların kendi yaptıkları eserler asılıyor. Okullar genellikle tek kat veya az katlı olarak tasarlanıyor, merdiven kullanımından güvenlik ve engelli çocuklara kolaylık sebebiyle kaçınılıyor.
Londra’da hayvan sevgisi, özellikle de köpek sevgisi neredeyse evlat ile eşdeğer noktada. Hayvan insan ilişkisinin iç içe ve eşit olmasını, çok küçük yaşlardan itibaren çocuklara aşılıyorlar. Mesela hemen hemen her okulun bir hayvan barınağı ve okulların içinde veya dışında evcil hayvanları bulunuyor. Bu hayvanlarla çocuklar ilgilenip küçük yaşta hayvan sevgisini ve sorumluluğunu öğreniyorlar.
Çocuk Öncelikli Kamusal Alanlar: Müzeler, Hastaneler, Kütüphaneler, Publar, Marketler
Kamusal alanlarda çocukları gözlemlediğimde fark ettiğim en önemli şey; her zaman her yerde child-friendly konseptin hakim olmasıydı. Mesela müze ziyaretlerinizde her zaman tek sıraya girmiş bir çocuk grubuna denk gelirsiniz. Müzelerde, çocuklar için art-craft aktivite bölümleri bulunur.
Hastanelerin acil bölümlerinde bile çocuk ve yetişkin bölümleri ayrıdır ve çocuk bölümleri rengarenk ve cıvıl cıvıldır. Her zaman soft toys, boya kalemleri, oyun alanları, çocuklara uygun yükseklikte küçük lavabolar bulunur. Çocuklarda hastane fobisinin oluşmaması için çok önemli bir katkısı oluyor bu durumun.
Annelerin en çok kullandığı yerlerden birisi ise kütüphaneler! Kütüphanelerin içinde tıpkı hastanelerdeki gibi çocuklar için kocaman ayrı bir alan oluyor. Küçük renkli masalar, çocuk kitapları ve dahası. Anneler çocukları ile gelip kitap seçiyor orada vakit geçiriyor. Ayrıca kütüphanelerin dropping center‘larında haftanın belirli günlerinde anne ve çocukların birlikte katılmayı çok sevdiği, nursery rymes’ların söylendiği gruplar oluşturuluyor, daha sonrasında da resimli kitap okuma saatleri oluyor. Böylelikle çocuklar daha ufacık yaştan itibaren kütüphane ortamına alışmış oluyor.
Pubların dahi bahçelerinde çocuklu aileler için family area’lar bulunuyor. Bir süpermarkete girmek istediğinizde otoparkın market giriş ve çıkışına en yakın noktalar, çocuklu aileler için ayrılmıştır. Alışveriş sepetlerinde, 0-1 yaş bebekler için yatay bir kundak şeklinde, daha büyük çocuklar için ayrı bebek oturma koltukları dahi düşünülmüştür.
Kaldırımların genişliği, bebek arabalarının rahatça sürülmesi, otobüslerde bebek arabası koyma yerinin olması ve bebek arabası ile bir anne veya baba binecekse, şoförün otobüsün yüksekliğini alçaltarak kaldırım ile eşit hizaya getirmesi…Taksilerde bebek arabasının katlanmadan koyulacak yeri olması ve şoförün arabayı koyup alırken yardım etmesi...
Kısacası ülkenin her yerinde çocuk odaklı bir bakış açısı bulunuyor. Bu daha bir çocuğun doğumundan itibaren başlıyor. Anne ve bebek hastaneden eve gelmesinden itibaren düzenli olarak eve hemşireler geliyor. Hemşireler çocuğun bakımına dair eğitim veriyor, çocuk sağlıklı bir ortamda büyütülüyor mu diye kontrol ediyor, bir yandan da anne sağlıklı mı, mutlu mu diye psikolojilerini kontrol ediyorlar. Çocuklu ailelere stüdyo daire kiralanmıyor, çocuğun kendine ait bir yaşam alanı bulması zorunlu kılınıyor.
Müze, kütüphane, toplu taşıma, ev kiralama... Ne yapılırsa yapılsın çocuklara öncelik verilen bir mimari ve tasarım oluşturuluyor. Gidilen her yerde çocuklar, yetişkin bir birey gibi karşılanıyor. Oyalanabilecekleri bir boyama kitabı veriliyor ve onlara ayrılmış bir alan sunuluyor. Çocuklar daha küçüklüklerinden itibaren o düzende kendilerine yer ediniyorlar, bu da çocuklara özgüven, huzur ve aitlik hissi veriyor.