Bir Dönem Hicvi: Kaplumbağa Terbiyecisi
Resimde, ilk bakışta mavi çinilerle kaplı bakımsız bir odada, pencerenin dışında olanlara dalmış, derviş görünümlü bir adamı ve zeminde dolaşan kaplumbağaları seçeriz. Peki kimdir bu adam, nerelere dalmıştır, hakikaten kaplumbağaları eğitmek için mi oradadır? Bu sorulara isabetli yanıtlar verebilmek için, eserin sahibine, Türk sanatının nadide isimlerinden birine, Osman Hamdi Bey’e ve hayatına bakmalı.
Kaplumbağa Terbiyecisi, resim sanatıyla ilgilenmeyen birinin bile daha önce gördüğü ya da ismini bir kere olsun duyduğu, Osman Hamdi Bey’in eşsiz eserlerinden biri.
Osman Hamdi Bey, Osmanlı sadrazamı İbrahim Ethem Bey’in, ülkenin eğitimi için yurtdışına gönderilen ilk maden mühendislerinden birinin oğlu. Babası, oğlunun da kendisi gibi yurtdışında eğitim almasını istediğinden, başladığı Maarif-i Adliye eğitiminin devamı olarak kendisini Paris’e hukuk eğitimi almak için gönderir.
Seyahatinden önce de karakalem çalışmaları yaptığını bildiğimiz Osman Hamdi, Paris’de bir yandan hukuk fakültesinde okurken; bir yandan da geçmişindeki bu sevdasının etkisiyle Paris Güzel Sanatlar Okulu’na kaydolur. Burada geçirdiği 12 yıl içinde, dönemin ünlü oryantalistleri olanJean Leon Gerome ve Gustave Boulanger’ın atölyelerinde eğitim almaya devam eder.
Osman Hamdi’nin Paris’de eğitim gördüğü süre içinde Osmanlı Devleti, Süleyman Seyyid ve Şeker Ahmet Paşa’ yı da resim eğitimi almaları için Paris’e gönderir. Batılı resim sanatı örneklerinin ilk Türk temsilcilerini tarih böyle bir araya getirir.
İstanbul’a dönüşünün ardından, Bağdat İli Yabancı İşler Müdürlüğü, Saray Protokol Müdür Yardımcısı, Kadıköy’ ün belediye başkanlığı gibi farklı devlet memurluklarında çalıştıktan sonra, padişahın şahsi emri ile Müze-i Hümayun’un (İmparatorluk Müzesi) müdürlüğüne atanır. Buradaki görevinde, müzecilik tarihindeki en önemli tüzüklerden biri olan Asar-ı Atika Nizamnamesi’ni düzenleyerek, Osmanlı topraklarından batılı ülkelere eski eserlerin kaçırılmasına engel oldu.
Müdürlüğü sırasında İlk Türk bilimsel kazılarına da başlayan Osman Hamdi; Nemrut Dağı, Lagina ve Sayda alanlarında arkeolojik kazılarda bulundu. Özellikle Sayda’daki kazılarda çıkarılan ve günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen İskender Lahti, bu kazıların önemini gösterir.
Arkeolojik kazıların yanı sıra, II. Abdülhamit tarafından Türkiye’nin ilk güzel sanatlar okulu olan Sanayi-i Nefise Mektebi’nin, bugünkü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Okulu’nun müdürlüğüne atandı.
Osman Hamdi Bey, arkeolojik kazılardan çıkan eserleri sergileyebilmek için, üç bölüme ayırdığı İstanbul Arkeoloji Müzesi binasını inşa ettirdi. Bu tutumuyla sonradan bölgede açılacak olan diğer müzelerin de temelini attığı gibi, Sanayi Nefise Mektebi öğrencilerinin eserlerini de toplayarak, Güzel Sanatlar Müzesi’nin ilk eserlerini oluşturdu.
Çağdaş Türk müzeciliğinin kurucusu, ilk müzesinin müdürü, ilk Türk arkeoloğu, ilk güzel sanatlar akademisinin müdürü ve ilk Türk ressamlarından biri. Velhasıl, maharetlerinin saymakla bitmeyeceği bir Türk aydını. Peki böyle yeteneklerle donanmış bir ismi, resim yapmaya iten sebep ne idi?
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, aldığı eğitimin de etkisi ile tarihte Türk resminde figür içerikli kompozisyon kullanan ilk ressamdır Osman Hamdi. Ve dahası, Kaplumbağa Terbiyecisi de dahil olmak üzere, eserlerinde gördüğümüz erkek figürü çoğunlukla Osman Hamdi’nin kendisidir.
Bir mekanı resmedeceği zaman çoğunlukla, doğuya özgü kıyafetleri giyerek önce fotoğrafını çektirir, ardından fotoğrafı büyük bir titizlikle kullanarak yapardı resimlerini. Kaplumbağa Terbiyecisi’nde mekan olarak kullanılan Bursa Yeşil Camii’nde olduğu gibi, Osman Hamdi’nin eserlerindeki mekanlar genellikle önemli tarihi yerlere işaret eder. Her ne kadar yapıtlarında batılı eğitimini hissediyor olsak da, mekanlar ve figürler, aslen hep onun topraklarından çıkmadır. Günümüzde geçirdiği restorasyonlarla resmedildiği halinden uzaklaşmış olsa da, duvardaki altıgen turkuaz çiniler anımsatır bize Osman Hamdi’nin eserini.
Kırmızı uzun giysisinin beli sıkı bir kemerle bağlanmış, başına dervişlerin giydiği türden arakiye isimli ince bir külah takmış, ellerini arkadan kavuşturmuş ve beli hafiften kırılmış halde bir ney tutmaktadır Osman Hamdi. Kimilerine göre sırtında yarım küre şeklinde küçük bir davuldan oluşan nakkare isimli bir çalgı ve onu çalmaya yarayan mızrabı asılıdır, kimilerine göre dekeşkülüfukara adı verilen hindistan cevizi ya da abanozdan yapılma bir dilenci çanağıdır bu.
Yeşil Camii’nin üst katındaki bu odada, sökülen çiniler ve dökülen duvar sıvaları ile hırpani bir mekan içine sokar bizi Osman Hamdi. Önünde durduğu pencerenin kemerli alınlığında “Şifa’al-kulûb lika’al Mahbub” yani “Kalplerin şifası, Sevgiliyle (Hz. Muhammed) buluşmaktır” yazılıdır. Yerde yaprak yemekte olan kaplumbağalar çarpar göze ama onun gözü kaplumbağalarda değil, odanın tek ışık kaynağı olan alçak pencerenin dışındadır. Sırtındaki neyden anlayacağımız üzere, hayvanları terbiye etmek için musikiyi kullanmaktadır. Fakat neyi tutuşundaki bezginlik, onu üflemeye değil de, bir vazgeçişe benzer, adeta bütün emekleri zayi olmuştur.
Osman Hamdi Bey’ in bu eseri için esinlendiği kaynağının Fransız Le Tour du Monde’nin 1869 yılındaki bir sayısında çıkan gravür olduğu söylenmektedir. Zira 1869 yılında Bağdat’ ta görev yapan babasına yazdığı bir mektupta aynı isimli dergiyi severek okuduğundan bahsetmiştir. Derginin ilgili sayısında, İsviçreli bir diplomat, Japonya’da gördüğü kaplumbağa terbiyecileri ile ilgili gözlemlerini anlatmış, onların davullarla çaldıkları ritim ile kaplumbağalara sıra halinde yürümek, masada üst üste dizilmek gibi hayret verici hareketlerinden bahsetmiş ve hatta buna bir de gravür eklemiştir. İşte bu gravürün, Osman Hamdi Bey’ e eseri ile ilgili ilk ilham kaynağı olduğu kabul edilmektedir.
Osman Hamdi pek çok oryantalist ressam gibi, eserini 1906 ve 1907’de olmak üzere iki kez resmetmiştir.1906 yılında yapılan versiyonu, Fransız Sanatçılar Derneği’nin (Société des Artistes Français) düzenlediği sergide “L’homme aux Tortues” (Kaplumbağalı Adam) ismi ile, serginin kataloglarından birinde ise İngilizce adı ile, “Tortoises” (Kaplumbağalar) şeklinde isimlendirilmiştir.
Eser, bir yıl sonra ayrıntılardaki değişiklikler ile Osman Hamdi tarafından daha küçük bir boyutla yeniden resmedildi ve dünürü Salih Münir Paşa’ya ithaf edildi. İki resim arasında kaplumbağaların sayıları ve yerleri, yerde duran vazo, duvarda asılı duran tablo ve pencerenin kemeri gibi birtakım farklılıklar bulunur. 1906 yapımı olan versiyonu önceleri iş adamı Erol Aksoy tarafından satın alınır. Ancak iflası sonrasında da açık artırma ile Pera Müzesi, o zamana kadar Türk resim sanatında bir esere verilen en yüksek fiyat olan 5 trilyon lira karşılığında resmi satın alır. 1907 yapımı olan versiyon ise Londra’da Erol Simavi tarafından 100 bin dolara alınır ve halen Belma Simavi koleksiyonunda bulunmaktadır.
Bu kadar detay bilginin ardından gelelim Kaplumbağa Terbiyecisi’nin bize ne anlatmak istediğine. Antik eserlere değer verilmeyen bir dönemde, sanatı ve sanatçıyı önemseyen, tarihi mirası korumak ve yaşatmak için var gücüyle çalışan Osman Hamdi’den; Emre Caner bir romanında şöyle bahseder:
Osman Hamdi de hayatı boyunca kimsenin bilmediği meslekler yapmıştı. Ressam olmuştu en başta. Sonra müze müdürü. Bir arkeolog. Ardından da güzel sanatlar akademisi müdürü. Onun kaplumbağa terbiyecisinden bir farkı yoktu aslında!”
Kaplumbağalar, dönemindeki bürokratik engellere, ağır aksak işleyen sisteme, değişime inanmayan ve de direnen topluma bir göndermeydi. Kaplumbağaların esin kaynağının, Lale Devri’nde etrafı aydınlatsın diye sırtlarına mum dikilen kaplumbağalar olduğunu öne sürenler olsa da, kaplumbağalar aslen sadece yerde yedikleri marullarla, yani bir anlamda yedikleri rüşvet ile ilgileniyordu.
Osman Hamdi, atalet içindeki toplumu eğitmek için çalışıp çabalayıp, adeta bir derviş sabrını kuşanarak ve eğitim aracı olarak da ney sembolü altında bizatihi sanatın kendisini kullanır. Ama kaplumbağaları eğitmek kolay değildir, meşakkatli bir yolculukta yalnızca sanatın eşliğinde, bir sabır timsali olarak yaklaşır onlara.
Kabukları kalındır, nakkarenin mızrabını hissetmeyeceklerdir ve dahası o kabukların altından neyin sesini de duyamayacaklardır. Yani tembel, tembel olarak kalmaya ne kadar çaba sarf ederse etsin devam edecekti. Ayrıca sıvası dökülmüş duvarları ve kırık çinilerdeki sembollerden anlaşılacağı üzere, değişime direnen bir toplum vardı karşısında. Ve derviş sabrı ile toplumu ilmek ilmek işleyen Osman Hamdi, sanatını arkasına koyarak, içinde bulunduğu ümitsizliği ve yorgunluğu anlatıyordu bize.
Toplumsal eleştiri için sanatı bir araç olarak kullanan Osman Hamdi’nin, ustası Gerome ve Rudolf Ernst gibi oryantalist ressamlardan etkilendiği aşikar olsa da, onu farklı kılan, doğuyu batı penceresinden gören bir doğulu olmasıdır. Özellikle harem resimlerini ve resimlerdeki kadın simgesini kıyasladığımızda, batılı oryantalistler gibi, doğulu kadınları bir sefahat düşkünü yahut ahlak yoksunu, ikinci plana itilmiş bir madde gibi göstermez. Kadını her daim yüceltir, hatta her şeyin başlangıç noktasına koyacak kadar ileri gider.
Eserlerinde en ince ayrıntısına kadar yaptığı planlamaları, titizlikle çeşitli sembollerin kullanımı, onu Türk resim sanatının en ünlü isimlerinden yaptığı gibi, Kaplumbağa Terbiyecisi’ni de Türk Mona Lisa’sı yapmaya yetmiştir. Aynen Adolpho Talasso’nun 1910’da Osman Hamdi hakkında yazdığı gibi;
O, detaylar yığını tuvallerinin her birini bir sanat ve hayat şiiri haline getirir ki, onlarda en ufak teferruat, tabloya adını veren esas kişi kadar incelikle belirlenmiş ve işlenmiştir.”