Anıt niteliğinde bir kültür-sanat merkezi: Ankara Sergi Evi
Ankara Sergi Evi hem uluslararası bir yarışma ile tasarlandığı hem de bu yarışmayı genç bir Türk mimar kazandığı için 1930’lu yılların en dikkat çekici yapılarından biri olarak gösteriliyor. Şevki Balmumcu’nun yatay ve dikey kütlelerin kompozisyonu şeklinde tasarladığı yapı, Cumhuriyet’in ilk yıllarında kültür-sanat alanlarına ne denli önem verildiğini gösteriyor.
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde, Osmanlı Devleti’nin son dönemleri baz alınarak ekonominin iyileştirilmesi adına çalışmalar başlatılıyor. Sümerbank ve İş Bankası kuruluyor, devlet tarafından özel sektörün desteklenmesini sağlayacak ihaleler yapılıyor ve krediler veriliyor. Ancak 1929 yılında dünya çapında yaşanan Büyük Buhran sonrasında tasarruf önlemleri alınması gerekiyor. Bu kapsamda dönemin ekonomik planlamasını yapmak ve yerli malların sürümünü artırarak yaygın hale gelmesini sağlamak amacıyla TBMM tarafından Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti kuruluyor. Bu cemiyet, Atatürk ilke ve inkılaplarının bilinirliğini artırmak, devlet kurumlarını öne çıkarmak, ekonomide tasarrufa yönelik hamleler yapmak gibi çalışmaların yanı sıra ülke çapında çeşitli sergiler açıyor. Bu sergilerin en önemlilerinden biri de 1933’te Ankara’da bir sergi evi açılması için başlatılan çalışma oluyor.
Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti bu yapının yapılabilmesi için uluslararası bir yarışma başlatıyor. Yarışmanın şartları arasında “Sergi binası millî ve beynelmilel yapılacak sergilerde sınaî mamulât, ziraî mahsulât ve hayvanat ile güzel san'atlar eserlerinin teşhirine ve aynı zamanda kitap, çocuk bakımı, sarî hastalıklarla mücadele gibi içtimaî maksatlarla yapılacak sergilere elverişli olacaktır.”* şeklinde not düşülüyor. Çok yönlü bir sergi tasarımın istendiği ve 10 yabancı, 16 Türk mimarın katıldığı Ankara Sergi Evi Uluslararası Mimari Proje Yarışması’nda Paolo Vietti-Violi ve Şevki Balmumcu’nun hazırladığı tasarımlar birinci seçilerek ödül iki mimar arasında paylaştırılıyor. Ancak Vietti-Violi’nin projesinin bütçesi uygun olmadığı için Şevki Balmumcu’nun projesinin uygulanmasına karar veriliyor. Bu tasarımıyla adından söz ettiren Balmumcu, Mimar dergisinin Cumhuriyet’in 10. yılına özel hazırladığı sayıda övgüyle bahsedilen Türk mimarlar arasına giriyor.
Ankara’da o dönemde Clemens Holzmeister ve Ernst Egli gibi yabancı mimarlar kenti şekillendiren yapılar inşa ettiği için yarışmayı Türk bir mimarın kazanması ve anıt niteliğinde bir yapı yapılması büyük yankı buluyor. Hakimiyet-i Milliye gazetesi bu olayı övgüyle anarken şu ifadeleri kullanıyor: “Bu binaya bakarken zevkimizi okşayacak ve övünmemize vesile verecek ikinci bir sebep de (ilki modern oluşu), bunun genç bir Türk mimarının projesine göre ve gene onun kontrolü altında yapılmış olmasıdır. Genç mimarımız Şevki Bey, bunun projesini bir hayli güçlük çekerek hazırlamış ve buna rağmen müsabakayı kazanmıştır. ...Bina şimdiden bir sanat istikbali vadeden bir Türk gencinin istidat ve muvaffakiyetini göz önüne sermektedir.”**
Yapımı yaklaşık olarak bir yıl süren yapı, Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti’nin hazırladığı 1934 Ankara Sanayi Sergisi ile açılıyor. Açılışa dönemin başbakanı İsmet İnönü’nün yanı sıra milletvekilleri, bakanlar, farklı kademelerden devlet adamları ve elçiler katılıyor. Ankara Sergi Evi amacı için kullanıldığı süre boyunca Matbuat Umum Müdürlüğü’nün hazırladığı “Türkiye; Tarih, Güzellik ve İş Memleketi Sergisi”, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı tarafından hazırlanan “Sağlık ve Sari Hastalıklardan Korunma Sergisi”, İktisat Vekaleti’nin hazırladığı “El İşleri ve Küçük Sanatlar Sergisi”, uluslararası düzeyde açılan “Kömür Yakan Vasıtalar Sergisi” ve Tarım Bakanlığı’nın hazırladığı “Ziraat Sergisi” başta olmak üzere çeşitli resim ve heykel sergilerine ev sahipliği yapıyor.
Sergi Evi yapısı yatay düzleme yayılan ana kütlenin asimetrik ve dikey kütlelerle desteklendiği köşeli yapısıyla öne çıkıyor. Yapının en uzun kısmında dikey olarak yerleştirilen saat kulesi yer alıyor. 1930’lu yıllarda pek çok yapının kütle tasarımında kullanılan yuvarlatılmış köşeler, Sergi Evi’nin hem dışında hem de giriş ve merdivenlerinde kullanılıyor. Yapıda malzeme anlamında bir sadelik hakim olsa da kütlelerin kompozisyonu sayesinde anıt bir görünüm kazanıyor, bant pencereler ile bu anıtsal kütle vurgulanıyor. Mimar dergisinde sadelik konusu şöyle anlatılıyor: “Binanın görünüş zenginliği, Ankara’nın öteki yapılarında yabancı arkitektlerin lüzumsuz yere israf ettikleri çeşitli ve pahalı malzeme ile değil, hacimlerin nisbetll ve ahenkli imtizacı ile temin edilmiştir.”***
Betonarme bir iskeleti bulunan yapıda kolonların içi ve dışı tuğla ile kaplanıyor. O dönemde dergide yapının anlatıldığı kısımda bu kaplamanın yaşlık ya da kuruluk gibi durumlarda beton ve tuğla kısımların aralarının çatlamasının önüne geçmek için yapıldığı yazılıyor. Arazinin temeli çürük olduğu için yapı betonarme kazıklar üzerine sürekli sömel tekniği kullanılarak inşa ediliyor. Tuğla ile örülen dış duvarların arasında 36 cm boşluk bırakıldıktan sonra yarım tuğla işleniyor ve böylece izolasyon sağlanıyor. Ayrıca serginin teşhir kısımları için alanların kurgusu üzerine çalışılıyor. Farklı kütlelerin bir araya geldiği yapıda farklı ölçülerdeki kütleleri birbirine bağlamak için 4 yerde dilatasyon yapılıyor. Sergi Evi’nin giriş bölümü ve zemin katı Ankara taşı renginde yapay taşla kaplanırken diğer kısımlarında fildişi renkli sıva kullanılıyor.
2200 metrekarelik iki ana katla büro katından oluşan yapının sergi alanları farklı işlevler göz önünde bulundurularak planlanıyor. Büyük makinelerin sergilenebilmesi için alt kattaki geniş alanlardan biri verilirken üst katta üç salon halinde düzenlenen alan;sergiler, sinema gösterimleri ve kapalı spor etkinliklerine yer açacak şekilde kurgulanıyor. Ayrıca yapıda 100 kişilik bir restoran yer alıyor. Anıt niteliğindeki kütlenin esas girişinin yanı sıra alttaki sergi katına ulaşabilmek için yapıda iki küçük giriş daha açılıyor. Dışarıdan bakıldığında yatay olarak gözüken kütlenin ışıklandırması çatıdan ve kütle boyunca dolanan iki şerit pencereden sağlanıyor. Girişin sağında yer alan kütledeki yuvarlatılmış cepheyi de kesintisiz bir şekilde takip eden pencereler bulunuyor.
İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte devletin Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti’ne verdiği destekler azalınca Ankara Sergi Evi yapılış amacını yitirmeye başlıyor. 1945 yılında yapı Devlet Tiyatro ve Opera Binası’na dönüştürülmesi için Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti’nden alınıyor ve Sergi Evi için yeni bir arsa tahsis ediliyor. Talat Paşa Bulvarı’nda yeni bir sergi salonu inşa edilse de bu yapı da uzun süre sergi evi olarak kullanılamıyor ve 1963 yılında Devlet Filarmoni Orkestrası’na devrediliyor. Yeni işlevi için yapılan çalışmalar sırasında tadilat projesi önce Şevki Balmumcu'ya teklif edilse de Paul Bonatz'a veriliyor. Bu durum pek çok kişi tarafından eleştiriliyor. Şevki Balmumcu bu yapının bozulmasını büyük bir üzüntüyle karşılıyor. Genç bir Türk mimarın yaptığı Ankara Sergi Evi yapısı başlarda büyük yankı uyandırsa da devrin ekonomik ve sosyal sorunlarının etkisiyle günümüze ne yazık ki orijinal haliyle ulaşmayı başaramıyor.
Not: Ankara Sergi Evi Uluslararası Mimari Proje Yarışması’na katılan diğer projelerin çizimlerine, Mimar Dergisi’nin 1933 yılındaki 5. sayısından ulaşabilirsiniz.
Proje | Sergi Evi |
Yeri | Ankara |
Mimarı | Şevki Balmumcu |
Proje başlangıç yılı | 1933 |
Proje bitiş yılı | 1934 |