‘Yerli girişimci için fırsat, yabancı yatırımcı için cezbedici bir iş ortamı var’
“Türkiye’de her zaman krizle ilgili bir şeyler olabilir, madem ki böyle, madem ki bulunduğumuz coğrafya kaderimiz, o halde ekonomide her zaman bunlara alışkın olmamız lazım” diyen Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) başkanı Abdurrahman Kaan, ekonomide yeniden dengelenme sürecine giren ülkemiz ekonomisinin yerli girişimcilere fırsatlar sunduğu gibi, yabancı yatırımcıları da cazip iş ortamı ile cezbettiğini söyledi.
Türkiye ekonomide bir dengelenme programı yürütüyor. Bunun yansımasını reel sektör nasıl hissetiyor? 2020 yılına nasıl girildi?
Türkiye olarak 2020’ye iyi girdik. Özellikle 2018 yılında yaşanan kur atağı, ilk olarak büyümenin ana dinamikleri olan sanayi sektörünü kurlar üzerinden, konut sektörünü ise yükselen faizler üzerinden olumsuz etkiledi. Bu bağlamda 2019 yılını başta hükümetimizin mali politikaları ve Merkez Bankası’nın para politikasındaki koordineli çalışması ile geçtiğimiz yılı 2018 yılının diplerinden yükselerek kriz öncesi seviyelere yeniden ulaşma dönemi olarak gördük. 2018 yılındaki kur saldırılarından sonra enflasyon özellikle üretici fiyatları itibariyle baktığımız zaman yüzde 40’lara çıkmıştı. Sonra yeni ekonomi paketi devreye girdi ve onun doğrultusunda 2019 yılında dengelenme sürecine girildi. Biliyorsunuz, enflasyonda yüzde 12 civarında bir hedef vardı, yüzde 11.85’le bitirdik. İhracatta aynı şekilde 180 milyar bir hedef vardı, 2019 itibariyle 180 milyar 400 milyon olarak onu da tamamladık. 2018 sonrasında mücadele vererek belli bir hedefin içinde, mücadele etmiş bir iş dünyası olarak, özellikle kredi ve faizlerin de düşmesiyle 2020’ye giriyoruz. Şu anda biz 2020 için umutluyuz.
Dünyada da hafif bir miktar ticari açılmayla birlikte, sene sonu için belirlenen hedefler gerçekleşti. Reel sektör ile finans sektörünün de birlikte uyumlu bir şekilde hareket etmesi 2020 yılına umutla bakmamızı sağladı. Daha güçlü bir büyüme ile yılı kapatacağımızı tahmin ediyoruz. Geride bıraktığımız yıl ciddi oranda gerileyen yatırım harcamalarının, faizlerdeki düşüşün gecikmeli olarak piyasalara yansımasıyla, 2020 yılından itibaren yeniden artışa geçeceğini düşünüyoruz. Üçüncü çeyrek itibariyle yeniden pozitife dönüş yapan iç tüketimdeki artışın sürmesiyle, 2020 için hedeflenen yüzde 5’lik büyüme oranını zorlamadan yakalayacağımıza inanıyoruz.
Merkez Bankası bir seri yaptı ve beş kez üstüste faizleri düşürdü. Yeni faiz düşüşleri öngörüyor musunuz?
Tabii ki öngörüyoruz. Faizlerde yüzde 14,75’lik düşüş oldu. Buradaki etken enflasyondur. Enflasyon düştüğü sürece faizler de düşecektir. Özellikle dünyadaki sisteme bakarsanız faiz ve enflasyon arasında bir korelasyon var. Bizimle aynı ligde olan devletlere bakın. Çin, Güney Kore, Brezilya, Güney Afrika Cumhuriyeti gibi ülkelere baktığımız zaman; politika faizi mesela yüzde 10 ise enflasyona bakıyoruz yüzde 5.5. Bu ülkeler içinde mesela Rusya da var, yüzde 55 ile yüzde 70 arasında bir korelasyon var. Onun için siz eğer enflasyonu yüzde 4’lere düşürürseniz, kredi maliyetleri de yüzde 7’ler seviyesine düşer.
‘Ülkemiz yeni yatırımlar için fonları kolaylıkla çeker’
Küresel ekonomideki riskler, Türk iş dünyasına tedbirli ve ihtiyatlı olma mesajı da veriyor. Haliyle küresel ekonomiyi takip de önemli. MÜSİAD küresel ekonomik gelişmeleri nasıl görüyor?
Özellikle geçtiğimiz yıl Amerikan Merkez Bankası - Fed tarafından devam etmesi beklenen sıkılaştırıcı yönde para politikası, yılın başlarından itibaren tersine dönüp yerini gevşek bir para politikasına bıraktı. Atlantik’in diğer yakasında Avrupa Merkez Bankası - ECB’nin de gevşek para politikası uygulamasına devam etmesi, diğer önemli gelişme olarak dikkat çekiyor. Bununla birlikte; hâlihazırda ABD-Çin arasındaki ticaret savaşlarının bir nebze olsun Faz-1 anlaşması ile durulması özellikle bizim gibi gelişmekte olan ülkelere fon akımlarının gelmesinin önünü açacaktır. Bu bağlamda; Türkiye ekonomide yeniden dengelenme sürecinde yerli girişimcilere fırsatlar sunduğu gibi yabancı yatırımcıları da cazip iş ortamı ile cezbediyor ve ülkemizin yeni yatırımlar için bu fonları kolaylıkla çekebileceğini düşünüyoruz. Nitekim beklenti ve görüşlerimizle uyumlu olarak Dünya Bankası tarafından yayınlanan İş Yapma Endeksi’nde de ülkemiz çok iyi bir konuma yükseldi.
Çin’in Kuşak Yol hattı, Türkiye için de ticaret planlarını yenilemeye zorluyor. MÜSİAD’ın bu konudaki yaklaşımı nedir?
Çin Halk Cumhuriyeti’nin 2019 yılında açıklamış olduğu Kuşak Yol Projesi özellikle on yıllardır devam etmekte ve geçerliliğini korumakta olan ticaret kanallarının ve yollarının yeniden gözden geçirilmesini ve alternatif yolların ortaya çıkmasını düşündürdü. Hâlihazırda son yıllarda artarak devam eden ülkemiz ile Çin arasındaki ticaret hacminin; yeni proje ile birlikte daha yüksek bir hacme ulaşacağını ve böylece her iki ülke girişimcilerinin de bu işbirliğinden kazançlı çıkacağını düşünüyoruz. Bu bağlamda projenin Orta Kuşağı’nın merkezi konumunda bulunan Türkiye’nin, coğrafi konumunun avantajı ile diğer ülkelere kıyasla, tercih edilirliğinin artacağını ifade edebiliriz.
TANAP ve Türk Akımı Projeleri ile enerji koridorları kavşağı olan Türkiye, Çin’in en büyük beklentilerinden biri olan enerji arzı güvenliğinde de etkin bir rol oynayabilir. Bütün bunların yanında; saymış olduğumuz bu fırsatların yanında; projenin birtakım riskler içerdiğini görüyoruz. Örneğin Kuşak Yol kapsamında destek verilen ülkelerin Çin’e ciddi şekilde borçlandığı görülüyor. Literatürde “borç tuzağı” olarak adlandırılan bu uygulama, kazan-kazan prensibine muhaliftir. Kazan-kazan prensiplerinden taviz verilmesi mevcut ticari dengesizlikle birleşince orta ve uzun vadede menfi sonuçlar doğuracaktır.
Özellikle İran’ı küresel ekonomik sistem ve komşuluk ilişkileriyle ayrıca değerlendirmek gerekiyor. İran sürecini ülkemiz nasıl okumalı?
İran yüzyıllardır gelen kültürü ve demografik yapısı ile ayrıca üzerinde düşünülmesi ve analiz edilmesi gereken bir ülke. Bildiğiniz üzere son birkaç yıldır devam etmekte olan ABD öncülüğünde BM kararı ile İran petrolünün küresel piyasalara sunulamaması ve diğer kısıtlayıcı kurallar İran’a ambargo uygulanmasına neden oluyor. Bununla birlikte; bu ay içerisinde ABD’nin bir operasyon sonucunda İran Devrim Muhafızları komutanını öldürmesi de iki ülke arasındaki gerilimi iyice artırdı.
Ancak daha sonra gerçekleşen gelişmeler tansiyonun düşmesine yardımcı oldu ve iki ülke arasında speküle edilen tarzda bir gerilim yaşanmadı. Bu bağlamda düşündüğümüzde; İran’da zengin yer altı kaynakları başta olmak üzere; ülke henüz küresel yatırım ortamına tam olarak entegre olamamış ve kapalı bir sisteme mahkûm edilmiştir. Buradaki çözüm sürecinde ülkemizin, İran’a coğrafi konum anlamında komşu olması ve yüzyıllardır devam etmekte olan kültürlerarası işbirliği ve dostluk anlayışı ikili ilişkilerin gelişmesinde önemli rol oynayacaktır. Son yıllarda Türkiye ile İran arasındaki ticarette önemli bir aşama kat edilmesine karşın, ikili ticaret hacminin siyasi gelişmelerin gölgesinde kaldığını ve bu nedenle de potansiyelinin çok altında seyrettiğini ifade edebiliriz. Nitekim 2002 yılında 1,3 milyar dolar seviyesinde olan Türkiye-İran ikili ticaret hacmi; 2012 yılında 21,9 milyar dolar seviyesine kadar yükseldi, 2018 yılında ise 9,3 milyar dolar düzeyinde gerçekleşti. 2019 yılında İran’a olan ihracatımız önceki yıla göre yüzde 3,2 oranında azalarak 2,3 milyar dolara geriledi. İki ülke arasındaki mevcut ticari ilişkilerin geliştirilerek enerji ticaretinin ötesine taşınması elzem. Ayrıca orta ve uzun vadede İran’da ekonomik aktivitenin ivme kazanması, sınır ticaretimizin gelişmesinde önemli bir rol oynayacak ve böylece bölgesel kalkınmaya da olumlu yansıyacaktır.
‘Coğrafyamızdaki krizlere alışık olmamız lazım’
2019 yılı geçmiş yıllardan daha derin ‘faiz oyunları’nın yaşandığı yıl oldu. Enflasyon tetiklendi. Ülke ekonomisi etkilendi. Üye tabanınız başta olmak üzere reel ekonominin işleyen çarkları KOBİ’ler çok derin boyutlarda yaşadılar. 2020 için risk gördüğünüz alanlar var mı?
2019 yılının Temmuz ayından itibaren başta Merkez Bankası’nın ekonomideki dengelenmeyi sağlamak amacı ile başlattığı faiz indirim sürecinin içinde bulunduğumuz yılda da devam edeceğini düşünüyoruz ve düşen faiz oranları işadamları, sanayiciler ve girişimcilerin geleceğe bakarken göz önüne aldıkları belirsizlik unsurunu düşürüyor. Böylece 2020 yılına ekonomide toparlanma olarak gördüğümüz 2019 yılından daha pozitif ve umutla bakıyor ve bu yönde çalışmaya devam ediyoruz. Hâlihazırda, G20 ülkeleri arasında Arjantin’den sonra en yüksek politika faizine sahip olan ülke konumundayız. Bu bağlamda; dengelenme sürecinden yeniden güçlü büyüme sürecine geçiş aşamasında, Türkiye’nin düşük faizli bir ekonomi-piyasa anlayışına, kalıcı uzun vadeli bir şekilde geçiş yapması gerektiğine inanıyoruz.
Sene başında yapmış olduğumuz açıklamada da söylemiştim. Baktığınızda ekonomi doğuya kayıyor. Çin ve Asya ülkeleri dediğimiz Japonya, Güney Kore, Hindistan, Malezya ve Endonezya’nın olduğu coğrafyanın ağırlıklı olarak ekonomide çok ciddi bir yere geleceği öngörülüyor. Çünkü burada nüfus var; nüfus demek hem tüketim hem üretim demektir. O bakımdan burada o potansiyeli görüyoruz ancak
Avrupa’ya bakıyorsunuz; siyasi olayların direkt olarak ülkelerin ekonomilerine etki ettiğini görüyoruz. Brexit süreci, Almanya’daki olaylar bunun yanı sıra Çin’in Hong Kong bölgesindeki sıkıntılarına baktığınız zaman birçok olay var dünyada. Fransa’da olaylar durmuyor. İtalya’da IMF’nin denetleyicisi, Cottarelli geldi ama kotaramadı.
Faizlerin eksiye doğru gitmesi de sorun. Tüketimin Avrupa’da olmadığını görüyoruz. Bunun yanı sıra Körfezi en çok etkileyecek olan Şia’nın mezhepçilik algısı ve ona bağlı çevresel etkileri ve siyasal olaylar getireceği konusu... Ki biz o açıklamayı yaptık, yarım saat sonra Süleymani’nin öldürülmesi olayı ortaya çıktı. Bunlar özellikle ‘ticaret savaşları’ diye belirttiğimiz konuda, Amerikan ekonomisinin Uzak Doğu’yla olan rekabetinde, sıkıştığı zaman ortaya koyduğu araçlar. Şu anda
gündemde Akdeniz var. Görüyorsunuz Akdeniz’de Libya’da olanları... Bulunduğumuz coğrafya aslında bizim kaderimiz. Türkiye’de her zaman krizle ilgili bir şeyler olabilir, madem ki böyle, madem ki bulunduğumuz coğrafya kaderimiz o halde ekonomide her zaman bunlara alışkın olmamız lazım. Madem ki böyle, iş dünyası olarak ne yapacağız? Bunları olacakmış gibi düşünerek ihracata yöneleceğiz; iç piyasada özellikle vadeli satışlara mümkün olduğunca girmeyeceğiz. Borca dayalı değil ortaklığa dayalı çalışmalar yapacağız. MÜSİAD olarak biz de, MÜSİAD tazelenme sürecini ifade ederken de tamamen proje odaklı ve çok ortaklı yapılar geliştirme üzerine çalışıyoruz.
Aslında Türkiye’de para var yok değil. Tasarruf sahiplerinin paralarını ağırlıklı olarak bankalarda faizde, döviz hesaplarında tuttuğunu görüyoruz. Burada, bir miktar daha faizin düşmesi, enflasyonun da kontrollü bir şekilde olması lazım. Bu paranın piyasaya girmesini sağlamamız lazım. Bunun yanı sıra emlak konut mevzusu var. Bu konuda oranlarda bir miktar indirim yapıp o sektörü ayağa kaldırmaya çalışıyorlar. Biz de buna alternatif olarak üretim vurgusunu yapıyoruz. Türkiye’de paranın gücünü ülkenin üretim gücü belirler, diyoruz. Onun için de orta ölçekli sanayi bölgeleri, küçüklerin özellikle küçük sanayi sitelerindeki sıkışmış insanların orta ölçekli sanayi bölgeleri ki, biz MÜSİAD olarak kuruyoruz şu anda. Buraya taşıyıp buradan Alman ekonomisi gibi 20 bin orta ölçekli sanayiciyi yetiştirip daha sonrada bunları büyük sanayici statüsüne getirmek istiyoruz. Şu anda Türkiye’nin kalkınmasındaki en önemli itici gücü ben, burada görüyorum.
‘Ahlakı, erdemi, inancı ön plana alarak hareket ediyoruz’
Bu noktada, “Paradan daha değerli bir şeyin tadına varmışız” diye bir yorumunuz oldu. Bu temel felsefenizi de ortaya koyan bir yaklaşım. Bunu biraz açabilir misiniz?
Biz sadece iş adamları derneği değiliz. MÜSİAD olarak kurulduğumuz günden beri 30 yıldır ahlakı, erdemi ve inancı ön plana alarak hareket ediyoruz. Çünkü ahlak, erdem insan için gerekli ama bunu bağlayan en önemli unsur dindir. Bütün dünyada medeniyetler din üzerine kurulmuştur. Onu ortadan aldığınız zaman kaybolduğunuzu görürsünüz. Yine dünyadaki ilk 500 firmayı incelediğiniz zaman hepsinin ahlaki kriterleri olduğunu görüyorsunuz. Bu bir erdemdir. Ona göre yürürsünüz. Biz tabii MÜSİAD olarak Türkiye’de; bir Avrupalıyla, yabancı iş dünyasıyla kıyas yaptığınız zaman ‘infak’ anlayışının tesis edilmediğini görüyoruz. Yani yardımlaşma kültürü özellikle tesis edilmiyor. Geçmişten gelen, kadim medeniyetin bize verdiği değerler var. Hem Allah’ın emrettiği şekilde, hem de özellikle insani olarak, kazançtan paylaşmayı bilmek gerek.
Bunları da birleştirerek, bunu tesis etmeye çalışıyoruz. Bir de şunu yapıyoruz; 2030’un 2050’nin iş dünyasını da yetiştirme görevimiz var. Onun için de mesela 14-18 yaş için MÜSİAD Suffa Mektebi diye bir çalışma içindeyiz. Zeki, başarılı lise öğrencilerini alıp yetiştirip, girişimciliğe yönlendiriyoruz. Biliyorsunuz bizim ‘Genç MÜSİAD’ımız var, 18. yılına girdi; bu öğrenciler buraya üniversite öğrencisi olarak girip, iş adamı olarak çıkıyorlar. Bu öğrencileri buraya getirip, burada pişirip, aynı değerlere sahip insanları yetiştirerek sonra gelecekteki nesillere; iş dünyamıza göndermeye çalışıyoruz.