Ütopya’da yönetim felsefesi
Ütopyalar, gerçekleşemeyecek hayaller değil, gerçekleşebilir “ideal toplum” tasarımlarıdır. Şartlar ne kadar kötü olursa olsun, insanoğlunun istikbale dair umutlarına can verirler. “mükemmellik fikri terime bir rüya veya yanılsama niteliği verse de, ütopya terimi batılı bilinçte daha iyi bir dünya imkânının tanımı olarak yer etmiştir.” İlk ütopyalardan biri olan Eflatun’un devlet kitabındaki “filozof kral” ideali son iki bin yılda peygamberleri bir yana bırakırsak, sanki en az iki defa gerçekleşmişe benziyor: Marcus Aurelius ve Aliya İzzetbegoviç ile.
Bilge Roma hükümdarı, “dürüst yaşa, kimseyi incitme ve herkese hakkını ver!” ilkelerini ete kemiğe büründürürken; Boşnak halkının kurtuluş savaşının bilge önderi, haksızlığa karşı mücadelenin en büyük insanî erdem olduğunu söylüyor ve ekliyordu: “Biz de zâlimlerden olursak, zulme karşı savaşmamızın ne anlamı kalır?”
- Ütopya edebiyatının kilometre taşlarından biri olan ve bu türe adını veren Utopia, 1516 yılında Thomas More tarafından kaleme alınmış. Avrupalılar bir yandan coğrafî ufuklarını genişletirken, diğer yandan fikrî ufuklarını genişletmeye yönelmiş. Mevcut yönetim tarzından huzursuz olan her başıdik ve makul düşünür, mümkün yahut muhayyel alternatif dünyalar tasavvur etmeye başlamış.
Daha doğrusu, Eflatun, Plutark veya Aziz Agustin’in eserlerinin çağdaş biçimlerini kaleme almış. Yazarımız da, dostu Peter Giles ile beraber, dünyanın yedi iklim dört bucağını dolaşıp yönetim sistemleri hakkında derin bilgiler edinmiş olan Raphael Hythloday’i saatlerce dinleyip söylediklerini bize aktarıyor. Raphael, bilgece yönetimin emsalsiz timsali saydığı Utopia adasını anlatmadan önce, mevcut yönetimlerin ipliğini pazara çıkaran öyle çarpıcı gerçeklere değiniyor ki, kitabın girişinden bile başlı başına bir yönetim felsefesi çıkarabiliyoruz.
Kralların bakanları değil, uşakları olur!
Raphael’in anlattıklarından çok etkilenen Peter, hepimizin malûmu olan o klasik soruyu soruyor: “Niçin bir hükümdar danışmanı değilsiniz?” Böylece hem hükümdar doğru kararlar verebilecek, hem de siz “yükselecek” ve servet kazanacaksınız! İkbal ve servet uğruna krallara kölelik edecek adam değilim cevabını alınca, Peter ifadesini yumuşatır: “Yanlış anlamayın, ben sizin kral yanına uşak olarak değil, bakan olarak girmenizi söylemek istedim.” Aldığı cevap, çağları aşan bir hakikatin tescilidir: “Krallar, dostum, ikisini pek ayırmazlar birbirinden.”2 Sadece krallar değil, en küçük şirket veya dernekleri yönetenler bile, güçlenip büyüdükçe, etraflarını zayıflatıp küçültmeye meylederler. Oysa yönettikleri sistem bu arada büyümüş, dolayısıyla daha güçlü ve büyük yöneticilere ihtiyaç duyacak bir hale gelmiştir!..
- More, eseri için önce Nusquama başlığını düşünmüş. Nusquam, Latince “hiçbir yer” anlamına geliyor. Rönesans fikriyatının etkisi altındaki yazar, mevcut yönetimlerden ne kadar sıkılmış olmalı ki, dünyalı kardeşleri için bir nevi dünya cenneti hayal ediyor.
İnsanın, kendisine “kader” diye dayatılan her şeye razı olmaması, “geleceği inşa etmek için aklını kullanmak üzere var olduğunu” keşfetmesi gerektiğini ihtar ediyor. Muhayyel ada ise, kendi niteliklerini şöyle dillendiriyor:
1. Bilinen dünyanın uzağında, ücra bir yerdedir.
2. Eflatun’un ideal şehrine rakiptir ve ondan üstün olduğuna inanır; Eflatun’un devletinde tasavvur edilen, Ütopya’da gerçek olmuştur.
3. Ütopya’nın sakinleri ve yasaları öyle harikadır ki buraya Utopia yerine Eutopia demek daha uygundur: “İyi Yer.”3 Thomas More’un bu beş asırlık hikmet pınarından biz de birkaç yudum içmeye çalışalım:
Utopıa’dan yedi yönetim dersi
1-Danışman, kendinden gerçekte ne beklendiğinin bilincinde olmalıdır! Bilgin ve düşünürlerin siyasi odaklarla iş ve ilişkileri hep zor ve karmaşık olmuştur. İki bin beşyüz yıldır Çin devlet felsefesinin neredeyse tek dayanağı olan Konfüçyüs, ileri yaşlarına kadar hükümet işlerinden uzak tutuldu. Belki de mutsuz olacağını tahmin ederek, biraz da kendisi uzak durdu. Utopia’nın güngörmüş Raphael’i de “Duygularıma, tabiatıma aykırı bir durumda nasıl mutlu olabilirim?” diye soruyordu More ile Peter’e. “Ben şimdi özgür bir insanım, dilediğim gibi yaşıyorum. Zengin saraylıların kaçı aynı şeyi söyleyebilir? Hem, kralların gözüne girmek isteyen o kadar çok insan var ki. Ben ve benim yaradılışımda üç dört kişi saraya girmezsek, kral eksikliğimizi hissetmez, merak etmeyin.” Raphael, hem kralları iyi tanımıştır, hem de kendini. Zeki ve deneyimli bir insan olmasına rağmen, kralların beklentisine uygun biri olmadığının da farkındadır. “Krallar yalnız savaşı düşünürler, bense bu sanatları ne anlarım, ne de anlamak isterim. Yalnız barışa yararlı sanatlar kralların pek umurunda değildir. İş yeni ülkeler kazanmaya geldi mi, bütün yollar iyidir onlar için: Din, iman, akıl dinlemezler; ne günaha girmekten çekinirler, ne kan dökmekten.”
2-Kralların çevresini tanımadan, onlara yaklaşmayın! Kralların danıştığı insanların bir kısmı ağızlarını açmaz, “çünkü söyleyecek sözleri yoktur, kendileri akıl danışmak durumundadır. Bir kısmınınsa akılları erer, işe yarayacaklarını da bilirler; ama her zaman gözde olan yetkilinin düşüncesini paylaşırlar, ortaya attığı budalalıkları alkışlarlar. Bütün bu aşağılık asalakların tek kaygısı, yüz karası bir dalkavuklukla, kralın tuttuğu adamın desteğini kazanmaktır.” Yükselme tutkusunun, para kaygısının ya da kendini beğenmişliğin ağır bastığı bu danışma kurullarında … hep geçmiş yüceltilir ve yeni fikirler baltalanır.
3-İyi yönetici, adam seçmesini bilendir! (O devrin İngiltere Başbakanı) John Morton, karakter ve erdemiyle saygı uyandıran bir yöneticiydi. Kendisine kolay yaklaşıldığı halde, ciddi ve ağırbaşlıydı. İş için gelenleri hiç de kırıcı olmamakla beraber, bazen oldukça kaba bir lafla denerdi. Bu saldırı karşısında hazırcevaplık ve küstahlığa kaçmayan bir “sertlik” gösterenler hoşuna giderdi. Böyle bir denemeyle herkesin değerini anlar ve adamına göre iş verirdi.
4-Yoksulluğun sebebi, verimsiz “seçkinlerin” çokluğudur! Ülkelere, lafazan eşek arıları değil, eli iş tutan bal arıları lazımdır. Çoğu durumda eşek arıları ceplerini doldururken, bal arıları geçim sıkıntısı çeker ve hatta hırsızlığa meylederler. Ülkedeki servet ve gelir eşitsizliğini azaltmaya çalışmadan hırsızları cezalandırmak hem adaletsiz, hem de neticesizdir. Askerler dahil “tüm aylak gençleri şerefli bir zanaata sokup, ellerinin emeğiyle yaşamaya alıştırın. Toplum her insana eşit bir güvenlik sağlamadığı sürece, bir insanı para çaldığı için öldürmek doğru değildir.”
5-Arzu varsa, öğüt bulunur! Yazar ile Peter her şeye rağmen Raphael’in bunca bilgeliği yöneticilerden uzak tutmasını doğru bulmuyor ve ona sitem ediyorlar. Ülkenin bu fikir ve tecrübelere ihtiyacı var, diyorlar. “Filozoflar krallara öğüt vermeyi bile küçümserlerse, mutluluktan çok uzaktayız demektir.” Raphael, filozoflara haksızlık etmeyin diye cevap verir. Onlar doğruları kendilerine saklayan benciller değildir. “Birçoğu düşündüklerini yazdılar: Dünyayı yönetenler isteselerdi, bu kitaplarda doğru yolu ararlardı. … Diyelim ki ben bir kralın bakanı oldum. Ona en doğru yolları gösteriyorum; yüreğinden ve ülkesinden kötülük tohumlarını söküp atmaya çalışıyorum. Beni sarayından kovmaz ya da dalkavuklarının alayları karşısında yalnız bırakmaz mı dersiniz?”
6-Krallığın bekası, hukuka ve halkın zenginliğine bağlıdır! Yeteneksiz ve kötü niyetli danışmanlar krala şöyle akıl verirler:
Devlet paranın değerini verirken arttırsın, alırken indirsin. Böylelikle kral hem borçlarını kolayca öder, hem de hazinesini hemen doldurur.” Kâğıt para basma yoluyla modern devletlerin başvurduğu, tarihin tanık olduğu en büyük ve sistemli “halk soygunu” budur zaten.
Peki ya zarara uğratılan halk davacı olursa? “Bir dava ne kadar haksız olursa olsun, onu haklı gösterecek bir yargıç bulunur. Kralın istediğini kitaba uydurmaktan kolayı mı var?” Yok ama halkın aleyhine zenginleşmek, kralın kendi mezarını kazması demektir. “Efendinin şerefi ve sağlığı kendisinin değil, halkın zengin olmasına bağlıdır. Kralın en kutsal ödevi, kendisininkinden önce halkın mutluluğunu düşünmektir. Sadık bir çoban gibi kendini sürüsüne vermeli, onu en besleyici otlaklara sürmelidir.” Bunu yapmazsa, halkı yoksul bırakır ve kendine düşman eder. Bilge kral Fabricius şöyle demişti: “Kendim zengin olmaktansa, zenginlere baş olmak isterim. Bir halkın acıları, iniltileri ortasında keyif sürmek krallık değil, zindan bekçiliği etmektir.”
7-Yan yollara sapmayın ama Krallara “dinlemeyecekleri öğütleri” vermeye de kalkmayın! Raphael, gözlemlerinden hareketle, makul yöneticilere şu iki öğüdü veriyor: “Devletin giderlerini gelirleriyle denkleştirin; kötülüğü daha tohumdayken önleyecek, yok edecek insanca kurumlar meydana getirin.” Fakat bu fikirleri, krallara doğrudan aşılamanın da imkânsız olduğunu söylüyor. Çünkü etrafları çıkarcı ve önyargılı politikacılarla sarılmıştır. “Onların inançlarını birden nasıl yıkabilir, kafalarına, yüreklerine en doğru, en haklı ilkeleri bir konuşmayla nasıl sokabilirsiniz? Kralların sarayında felsefenin yeri yoktur.” Dostları onu bir ölçüde haklı bulsalar da, devlet yönetimini bu güzel fikirlerden yoksun bırakmaya gönülleri elvermez. Ve ona bu hususta daha “politik” davranmasını önerirler. Kralı çevrelemiş olanların düşüncelerinin saçma ve haksız olduğunu yüzlerine vurmadan, doğruları krala duyurmak lazım.
“Dikine değil, yanlamasına gidin. Doğruyu yerinde ve ustalıkla söyleyin!” diyorlar. Ne var ki, Raphael bu tür yaklaşımlara pabuç bırakacak cinsten biri değildir. Dediğinizi yaparsam, onları delilikten kurtarayım derken kendim sapıtırım diyor. Hz. İsa’nın havarileri sizin dediğiniz yanlamasına yolu tuttular. “İnsanların kötü alışkanlıklarını Hıristiyanlığa uydurmaktan kaçındıklarını görünce, İncil’i insanların kötü alışkanlıklarına göre eğip büktüler. Bu ustaca manevra nereye götürdü onları? İnsanların vicdan rahatlığıyla kötülük edebilmelerini sağlamış oldular.”4
Bir itirafla noktalayalım: Raphael henüz dostlarına Utopia adasının o emsalsiz yönetim biçimini anlatmaya başlamış değil. Buraya kadar naklettiğimiz, tanışma faslıydı sadece. Arada bir fırtına kopmazsa, ada yolculuğumuz Eylül ayında inşallah.
1. Bill Ashcroft: Utopianism in Postcolonial Literatures, London: Routledge, 2017, s. 1.
2. Thomas More: Utopia, İstanbul: Türkiye İş Bankası KY, 2020, s. 8.
3. Fatima Vieira: “Ütopya Kavramı,” Gregory Claeys: Ütopya Edebiyatı, İstanbul: Türkiye İş Bankası KY, 2018, s. 5-6.
4. More, Utopia, s. 7-33.