Sürdürülebilir büyümenin anahtarı: Ar-Ge
Küresel rekabetin en güçlü araçlarından biri olan Ar-Ge, sürdürülebilir büyümenin itici gücü olarak ekonomiyi dönüştürüyor. Türkiye, Ar-Ge harcamalarını GSYH’nın yüzde1,32’sine çıkararak yüksek teknoloji üretiminde dünya sıralamasında hızla yükselirken, HIT-30 programı ile 2030’a kadar 30 milyar dolarlık yatırım hedefiyle küresel inovasyon liderlerinden biri olmayı amaçlıyor.
Ar-Ge ve teknolojik yenilikler, uzun vadeli sürdürülebilir büyümenin temel taşları olarak kabul ediliyor. Ülkelerin Ar-Ge’ye ayırdığı kaynaklar arttıkça, ekonomik büyümenin de paralel olarak yükseldiği gözlemleniyor. Bu nedenle, küresel rekabette güçlü bir konum elde etmek isteyen ülkeler, Ar-Ge yatırımlarını hızlandırıyor. Günümüzün rekabetçi iş dünyasında ekonominin itici gücü haline gelen Ar-Ge faaliyetleri, rekabet avantajı sağlamanın yanı sıra yabancı sermayeyi çekme, verimlilik artışı sağlama ve teknolojik bağımlılığı azaltma gibi birçok olumlu etkiye sahip. Yapılan çalışmalar, Ar-Ge harcamalarındaki yüzde 1’lik bir artışın, yüksek teknolojili ürün ihracatını yüzde 6,5, bilgi ve iletişim teknolojileri ihracatını yüzde 0,6, genel ekonomik büyümeyi ise yüzde 0,43 oranında artırdığını ortaya koyuyor.
Ar-Ge alanında kamusal desteklerin artırılması özel şirketlerin de Ar-Ge faaliyetlerine yönelmesini teşvik ediyor. Bu nedenle birçok gelişmiş ülke, Ar-Ge harcamalarının GSYH içindeki payını artırmak için yoğun çaba sarf ediyor.
Ar-Ge olmadan sürdürülebilir büyüme mümkün mü?
Ar-Ge faaliyetleri, ekonomide yenilik yaratma amacıyla gerçekleştirildiğinde, sürdürülebilir ekonomik büyümenin sağlanmasında, istihdam yaratmada, rekabet edilebilirlikte ve verimlilik artışında önemli bir rol oynuyor. Uluslararası rekabette üstünlük sağlamak ve verimlilik kazançları elde etmek için Ar-Ge harcamaları kritik bir öneme sahip. Bu durumda Ar-Ge çalışmalarına gereken önemi vermeyen ülkelerin, sürdürülebilir ekonomik büyümeyi gerçekleştirmeleri neredeyse imkânsız hale geliyor. Ar-Ge harcamalarına yapılan yatırımlar, güvenli teknoloji potansiyelinin, dolayısıyla yenilikçiliğin ve ekonomik büyümenin anahtar stratejileri olarak değerlendiriliyor. Rekabet edilebilirliğin, verimliliği artırarak kalkınmanın ve sürdürülebilir ekonomik refahın sağlanabilmesi, yenilikçi ve katma değeri yüksek ürünlerin üretilmesine ve buna bağlı olarak dışa bağımlılığın azaltılmasına, ülkelerin Ar-Ge’ye yaptıkları yatırımlar ile ölçülebiliyor. Ar-Ge harcamalarının artması ihracatı tetiklerken, ihracatın artması da dış ticaret açığının azalmasına ve ekonominin büyümesine katkı sağlıyor. Ülkelerin milli gelirlerini artırmalarının en sağlam yollarından biri de Ar- Ge yatırımlarını artırmaktan geçiyor. Ar-Ge, sadece ekonomik büyümeyi desteklemekle kalmıyor, aynı zamanda uzun vadeli sürdürülebilir kalkınmayı da mümkün kılıyor.
Ae-Ge harcamalarında istikrarlı artış
Türkiye’de, 10 binin üzerinde teknoloji şirketine ev sahipliği yapan 102 teknopark, bin 312 Ar-Ge ve 334 tasarım merkezi bulunuyor ve bu merkezlerde toplam 272 bin Ar-Ge personeli istihdam ediliyor. Bu veriler, Türkiye’de güçlü bir Ar-Ge ekosistemi kurulduğunu gösteriyor. Bu sayıların önümüzdeki yıllarda da hızla artması bekleniyor. Bu yapılar, Türkiye’nin teknoloji ekosisteminin çekirdeğini oluşturuyor ve sanayi üretiminde ileri teknoloji sektörlerinin öne çıkmasını sağlıyor.
Türkiye’deki Ar-Ge yatırımları, son yıllarda önemli bir gelişim gösterdi. Bu gelişim, hem devlet destekleri hem de özel sektör yatırımlarıyla şekillendi. 2000’lerin başında Türkiye’nin Ar-Ge yatırımları büyük ölçüde devlet destekli projelerle sınırlıydı ve Ar-Ge harcamaları, toplam GSYH’nin düşük bir yüzdesini oluşturuyordu. 2010’lu yıllardan itibaren Türkiye, Ar-Ge yatırımlarını artırmak için çeşitli stratejiler geliştirdi. 2011 yılında Ar-Ge harcamalarının GSYH’ye oranı yüzde 0,8 civarındaydı. Bu dönemde TÜBİTAK ve KOSGEB destekleri, teknoloji geliştirme bölgeleri ve üniversite-sanayi işbirlikleri önemli rol oynadı.
2022’ye gelindiğinde, Türkiye’nin Ar-Ge harcamaları GSYH’nin yüzde 1,32’sine yükseldi. Devlet destekleri, vergi teşvikleri ve stratejik planlamalarla Ar-Ge yatırımları teşvik edildi. Özel sektörün Ar-Ge yatırımları da bu süreçte arttı ve 2022’de Ar-Ge harcamaları 198 milyar TL’yi aştı. 1990’lardan bu yana artan Ar-Ge harcamaları, Türkiye’nin küresel rekabette daha güçlü bir konuma gelme çabalarını yansıtıyor. 2023’te Türkiye’nin Ar-Ge harcamalarının GSYH içindeki payının daha da artması hedefleniyor. Bu süreçte devlet destekleri ve uluslararası işbirlikleri de önemli bir rol oynuyor.
OECD verilerine göre, ülkelerin Ar- Ge harcamalarının GSYH içindeki payları, inovasyon ve teknolojideki rekabet güçlerini ortaya koyuyor. İsrail, yüzde 6 ile listenin en tepesinde yer alırken, Güney Kore yüzde 5,2 ile onu takip ediyor. ABD, yüzde 3,6’lık Ar-Ge harcamasıyla ilk üçte yer alırken, İsveç, Belçika ve Japonya yüzde 3,4’lük oranlarla öne çıkıyor. Bu ülkeler, yüksek Ar-Ge yatırımları sayesinde teknoloji ve yenilikçilikte dünya liderleri arasında bulunuyor. Almanya, Avusturya, Finlandiya ve Danimarka gibi Avrupa’nın güçlü ekonomileri, Ar-Ge’ye GSYH’lerinin yüzde 3’üne yakın bir pay ayırarak, sanayi ve mühendislik gibi alanlarda rekabet güçlerini koruyorlar. OECD ülkelerinin ortalaması ise yüzde 2,7 seviyesinde, bu da gelişmiş ekonomilerin Ar-Ge’ye ne kadar önem verdiğini gösteriyor.
Fransa, Hollanda ve Çekya gibi ülkeler, yüzde 2-3 bandında Ar-Ge harcaması yaparak inovasyon kapasitelerini artırmaya çalışıyor. Türkiye ise yüzde 1,3’lük oranıyla listenin alt sıralarında yer alıyor. Son yıllarda Ar- Ge yatırımlarını artırmak için önemli adımlar atsa da, Türkiye bu alanda halen gelişmiş ülkelerin gerisinde bulunuyor.
Vergi teşvikleri Ar-Ge yatırımlarını artırıyor
Türkiye’de yapılan çalışmalar, Ar-Ge yatırımlarındaki yüzde 1’lik bir artışın milli geliri yüzde 1,08 oranında artırdığını gösteriyor. Ancak, Ar-Ge ve yeniliğe ayrılan kaynaklardaki artışa rağmen, bu harcamaların GSYH içindeki payı henüz istenilen seviyeye ulaşabilmiş değil. Çalışmalar, Ar-Ge yatırımlarını artırıcı politikaların hayata geçirilmesi gerektiğini vurguluyor. Bu politikalar arasında, Ar-Ge yatırımlarına yönelik vergi teşviklerinin önemli bir rol oynayabileceği belirtiliyor.
Büyük firmalara yönelik vergi teşviklerinde yapılan yüzde 1’lik artış, Türkiye’deki firmaların Ar-Ge yatırımlarını yüzde 1,18 oranında artırıyor. Bu oran, büyük firmalara yönelik küresel ortalamanın (yüzde 0,17) oldukça üzerinde yer alıyor. Bu durum, Türkiye’nin Ar-Ge teknolojisini henüz tamamlamadığını, dolayısıyla verilecek yeni teşviklerin Ar-Ge harcamalarını ve teknolojik gelişmeleri daha da artırabileceğini gösteriyor.
Fikri mülkiyet haklarının korunması, buluşların başka firmalar tarafından taklit edilmesinin önünde kalkan görevi görüyor. Buluşların farklı işletmeler tarafından taklit edilmesi, buluşu gerçekleştiren firmanın karlılığını olumsuz etkileyebiliyor ve firmaların Ar-Ge faaliyetlerini olumsuz etkileyebiliyor.
Yüksek teknolojiye geçiş mücadelesi
Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Burak Arzova, Türkiye’nin ihracat ürünlerinde düşük teknolojiden yüksek teknolojiye geçişte zorluklar yaşadığını belirtiyor. Arzova, bu sorunun temelinde, firmaların Ar-Ge yatırımlarını yalnızca kısa vadeli kârlılık odaklı stratejilerle sınırlı tutmalarının yattığını vurguluyor. Geçmişte birçok şirketin Ar-Ge yatırımlarını, yalnızca sembolik bir oda oluşturmakla sınırlı gördüğünü, bu nedenle de gerçek anlamda yenilikçi ürün ve teknolojilerin geliştirilmediğini ifade ediyor. Ancak, günümüzde Türkiye’nin küresel rekabette öne geçebilmesi için bu anlayışın değişmesi gerektiğini belirtiyor.
Son yıllarda ihracatta katma değeri artırma stratejisi izleyen Türkiye, geleneksel olarak tekstil, gıda ve otomotiv gibi sektörlerde yoğunlaşan ihracatını, teknoloji yoğun ürünlere yönelme hedefi doğrultusunda şekillendiriyor. Elektronik, savunma sanayi, makine ve kimya gibi sektörlerde katma değerli ürünlerin üretimi ve ihracatı artıyor. Türkiye, bu alanlarda yerli üretim kapasitesini ve inovasyon yeteneğini geliştirerek küresel değer zincirinde daha üst sıralara yerleşmeyi hedefliyor. Son 20 yılda Ar-Ge ve inovasyon faaliyetlerinde önemli ilerleme kaydeden Türkiye, Küresel İnovasyon Endeksi’nde 2010’da 67., 2020’de 51. ve 2023’te ise 39. sırada yer aldı. Türkiye’yi Hindistan, Polonya ve Yunanistan takip etti. Türkiye’nin bu istikrarlı yükselişi, küresel inovasyon güç merkezi olma vizyonunu güçlendiriyor.
Türkiye’nin yüksek teknoloji hamlesi
‘HIT-30’ Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından sunulan ‘HIT-30 Yüksek Teknoloji Teşvik Programı’ Türkiye’nin Ar-Ge kapasitesini ve yüksek teknoloji alanındaki rekabet gücünü artırmayı hedefleyen büyük bir adım olarak öne çıkıyor. Bu program, Türkiye’yi küresel arenada daha güçlü bir konuma taşımak amacıyla yüksek teknoloji üretimini ve ihracatını artırmayı amaçlıyor. Türkiye’nin daha fazla katma değer üreten ürünlerle küresel pazarda rekabet gücünü artırmasını hedefleyen bu strateji, Aynı zamanda, sanayi yapısını daha nitelikli iş gücüyle destekleyerek, yüksek teknoloji ürünlerine odaklanmayı teşvik ediyor. Ar-Ge faaliyetlerinin ticarileştirilmesi ve teknolojiye dönüştürülmesiyle, Türkiye’nin teknoloji üretim kapasitesini güçlendirmeyi hedefleyen program, ülkenin küresel pazarda rekabet gücünü artırmak için yüksek teknoloji ve inovasyon odaklı bir sanayi yapısını teşvik ediyor. Bu doğrultuda, Türkiye’nin dünya ekonomisinde daha etkin bir oyuncu haline gelmesi amaçlanıyor. HIT-30 Programı, Türkiye'nin uzun vadeli ekonomik büyüme ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşması için kritik bir adım olarak değerlendiriliyor.
2030 yılına kadar yüksek teknoloji üretiminde küresel bir merkez olmayı hedefleyen Türkiye, HIT-30 Programı ile yarı iletkenler, mobilite, yeşil enerji, ileri imalat, sağlıklı yaşam, dijital teknolojiler, haberleşme ve uzay gibi alanlarda önemli yatırımlara odaklanıyor. Program kapsamında yapılacak yüksek teknoloji yatırımlarına 2030 yılına kadar toplam 30 milyar dolar destek sağlanması planlanıyor. Program, 2028 yılına kadar yüksek teknoloji ihracatını 9,1 milyar dolardan 19,5 milyar dolara çıkarmayı ve yüksek ile orta-yüksek teknolojili sektörlerin imalat sanayi ihracatındaki payını yüzde 40,3’ten 49,5’e yükseltmeyi hedefliyor. HIT-30 Programı ile 2030 yılına kadar Türkiye’de elektrikli araçlar, batarya, güneş hücreleri, rüzgar türbinleri, çip üretimi ve Ar-Ge alanlarında yeni projelerin hayata geçirilmesi amaçlanıyor. Ayrıca, sağlıklı yaşam teknolojileri ve hiper ölçekli veri merkezi yatırımları gibi yüksek teknoloji alanlarında da önemli gelişmeler hedefleniyor.
İSO 500’de Ar-Ge harcamaları dalgalı seyir izliyor
İstanbul Sanayi Odası'nın (İSO) verilerine göre, Türkiye’nin 500 büyük sanayi kuruluşunun Ar-Ge harcamaları 2023 yılında yüzde 87,5 artarak 30,6 milyar TL’ye yükseldi. 2022’de 16,3 milyar TL olan Ar-Ge harcamaları, 2023’te yüzde 0,48 ile son üç yılın en yüksek seviyesine ulaştı. Ancak, son on yıla bakıldığında, Ar-Ge harcamalarının oranı dalgalı bir seyir izledi. 2013’te yüzde 0,51 olan bu oran, 2015’te yüzde 0,74 ile zirve yaptı fakat sonraki yıllarda düşüş gösterdi. 2022’de yüzde 0,36 ile en düşük seviyeye gerileyen oran, 2023’te yeniden artış göstererek yüzde 0,48’e çıktı.
Ar-Ge harcamalarındaki bu dalgalanmalar, sanayi kuruluşlarının Ar-Ge’ye ayırdıkları kaynakların ve ilgilerinin zamanla değişkenlik gösterdiğini ortaya koyuyor. Kârlılığın artmasına rağmen, birçok şirket Ar-Ge yatırımlarını uzun vadeli getiriler yerine kısa vadeli kârlılığa öncelik vererek azalttı. Bu durum, Türkiye’nin sanayi sektöründe Ar-Ge’ye daha fazla odaklanması gerektiğini gösteriyor.
Türkiye’deki firmaların maddi durumunu değerlendiren Arzova, “Türkiye’de firmalar fakir fakat sahipleri zengin. Bu durumda firmaların bütçeleri, Ar-Ge departmanlarında istihdam edilecek yüksek nitelikli personelin maaş beklentilerini karşılamaktan oldukça uzak” dedi. Düşük teknoloji ürünlerinin daha çok kas gücüne dayanırken, yüksek teknolojiye geçiş aşamasında asıl ihtiyaç duyulan şeyin bilgi olduğunu belirten Arzova, bu nedenle firmaların yüksek teknolojiye geçişlerinin bazen tek başlarına yapabilecekleri bir husus olmaktan çıktığını söyledi. Bu konuda bütünleşik bir devlet politikasının gerekliliğine dikkat çeken Arzova, “Eğitim sisteminin bu geçişe göre planlanması, üniversitelerin bu geçişe göre müfredatlarını yenilemeleri, bazı alanlarda kontenjan azaltılması, ancak bazı alanlarda kontenjan artışı gibi dinamik olmak gerekiyor” şeklinde konuştu.
Ar-Ge harcamalarının temel özelliğinin uzun zamana yayılması ve tesadüfi sonuçlar içermesi olduğunu belirten Kırklareli Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sinan Alçın ise “Enflasyonun yüksek seyrettiği dönemlerde firmalar, uzun erimli büyüme ve niteliksel dönüşümden ziyade anlık kar oranına odaklanıyor” dedi. Bu bağlamda, enflasyonun yarattığı ‘iştahın’, Ar-Ge ile kazanılabilecek gelecek dönemlerdeki kazanca üstün geldiğini vurguladı. Şirket karlarının son üç yıl içinde büyük ölçüde enflasyonist ortamın yarattığı aşırı fiyat artışlarına bağlı olarak arttığını ifade eden Alçın, dolayısıyla bu dönemsel etkinin firmalar açısından daha fazla yatırım iştahına yol açmadığını ifade etti.
“Türkiye’nin zihniyet değişimine ihtiyacı var”
Gelişmiş pazarlardaki firmalar, rekabetçi kur avantajını yenilikçi ürün ve süreçler geliştirmek için kullanarak küresel pazarlarda önemli rekabet avantajları elde ediyor. Türkiye’de ise Ar-Ge harcamalarının GSYH içindeki payı, ekonomik belirsizlikler ve kur dalgalanmaları nedeniyle zaman zaman düşüş gösteriyor. Ancak ihracat odaklı sektörlerde rekabetçi kur, firmaların Ar- Ge yatırımlarını artırması için bir fırsat sunuyor.
Türkiye, rekabetçi kur politikası ile ihracatı artırmayı ve ekonomik büyümeyi desteklemeyi amaçlıyor. Ancak, yüksek teknolojiye dayalı üretim ve Ar-Ge yatırımları konusunda daha fazla adım atılması gerektiği vurgulanıyor. HIT-30 gibi programlarla Türkiye, bu alandaki açığını kapatmaya ve küresel rekabette üst sıralarda yer almaya çalışıyor.
Rekabetçi kur beklentilerindeki düşüşün Ar-Ge yatırımlarına doğrudan bir etkisi olduğunu düşünmediğini belirten Arzova, “Firmaların pek çoğu, Ar-Ge ile gelecek bir başarının var olduğuna inanmıyor. Bu nedenle bir zihniyet değişimi gerekiyor” ifadelerini kullandı. Arzova, bu zihniyet eksikliğinden dolayı kriz dönemlerinde Ar-Ge harcamalarının genellikle ilk kesilen maliyet unsurlarından biri olduğunu sözlerine ekledi.