Meyveleri toplama zamanı
Türkiye’nin 2018’deki kur saldırısının ardından öncelediği ekonomi modelinde meyveleri toplama zamanı artık. Yatırım, üretim ve ihracattan ödün vermeden sürdürülen politikaların sonuçları ortaya çıkmaya başladı. Büyümeden istihdama, dolarizasyonun azaltılmasından yerli üretimin teşvik edilmesine kadar birçok alanda yaşanan iyileşmeler, Türkiye ekonomisini 1 trilyon dolarlık büyüklüğün üzerine taşıdı.
Son 10 yılda Türkiye’nin maruz kaldığı saldırılar, en çok ekonomiyi etkiledi. Günlük yaşamımızı pek sarsmasa da geriye dönüp baktığımızda; terör ve iç karışıklıkların bizi yıllarca geriye götürdüğünü görüyoruz. Gezi olayları, 17-25 Aralık kumpası, 15 Temmuz hain darbe girişimi ve 2018’de ABD’nin göstere göstere yaptığı kur saldırısı Türkiye ekonomisini sarstı. Bu olumsuzlukların neticesinde her birimiz ya fakirleştik ya da daha müreffeh bir yaşama erişimimiz gecikti. Enerjimizi ve zamanımızı çalarak bizi rakiplerimizden geri bırakmaya çalıştılar. Zaten, bu tür müdahalelerin amacı da bu değil mi? ABD ile 2018’de yaşadığımız siyasi gerginliğin sonuçlarını ekonomik olarak derinden hissettik. Dolar kuru spekülasyonuyla alın terimize ortak olmaya çalışan küresel düzenin aktörleri; Türkiye’yi faiz-kur-enflasyon üçgeninde tutmaya çalışıyor. Milli bir ekonomi modelini ortaya koyduğumuz Aralık 2021’deki hamlenin ardından olayın rengi değişmeye başladı.
Pandemi ve Rusya-Ukrayna Savaşı’na rağmen Türkiye; üretimden ve istihdamdan vazgeçmeyerek doğru olanı yaptı. Küresel bir tedarik merkezi olduğunu zor zamanda ispatlayan Türk iş dünyası, şimdi de enflasyonist ortamın olumsuzluklarına direniyor. Hem de Şubat 2023’te yaşadığımız asrın felaketinin getirdiği ağır yüke rağmen. Bu ay açıklanacak haziran ayı verisiyle birlikte düşmesi beklenen enflasyonun orta vadede kontrol altına alınmasının ardından Türkiye’nin sağlam temellere oturttuğu milli ekonomi hamlesinin refahı artırıcı özelliğini daha fazla hissetmeye başlayacağız. Yeni dönemin öne çıkacak başlıkları; cari açığın azalması, merkez bankası rezervlerinin artması, TL üzerindeki kur baskısının ortadan kalkması ve enflasyonist ortamdan çıkış olacak.
Ekonomiye ilişkin bütün makro göstergeler dezenflasyon dönemini destekleyecek nitelikte. Geçen yıl yüzde 10 civarında tahmin edilen bütçe açığının milli gelire oranı, alınan tedbirler sayesinde yüzde 5,2 olarak gerçekleşti. Aslında geçici nitelikte olan deprem harcamaları hariç geçen yılki bütçe açığı oranı yüzde 1,6 oldu. Bu yıl ise yüzde 6,4 olarak öngörülen bütçe açığının milli gelire oranının, yıl sonunda geçen seneki orana yakın bir düzeyde gerçekleşmesi bekleniyor.
Güçlü ihracat ve turizm gelirleri sayesinde döviz açığının önemli bir kısmını kapatan Türkiye’nin dış ticaretindeki denge hızla iyileşiyor. Bunda ihracatın artıyor olmasına karşın ithalatın gerilemesi etkili olacak. Geçen yıl milli gelire oranla yüzde 4 olan cari açık için 2024 beklentisi yüzde 2-2,5 seviyelerinde. Dış finansmana erişim imkânı ve döviz kurunda istikrarın artması da döviz ihtiyacını azaltıyor.
Yılın ilk çeyreğinde yüzde 5,7 olarak gerçekleşen büyüme, Türkiye’nin enflasyonla mücadele yolunda attığı ekonomiyi soğutma adımlarına rağmen Orta Vadeli Program’da öngörülen seviyelere yakın seyredecek. Özetle büyüme, ihracat ve istihdam artışı sürerken bütçe açığının ve cari açığın düştüğü, rezervlerin ve risk göstergelerinin iyileştiği sağlam bir zemine kavuşuyoruz. Bundan sonra temel amaç; yatırımları desteklemek, verimliliği artıran yapısal reformlara imza atmak, teknolojik atılımlar ile rekabet gücünü yükseltmek, en önemlisi de oluşacak kalıcı refah artışını geniş sosyal kesimlere yansıtmak olmalı. Dünyada ekonomik aktivitenin tarihsel ortalamaların altında seyrettiği, bölgede jeopolitik birçok olumsuzluğun yaşandığı, tarihin en büyük afetinin yaralarının sarıldığı bir dönemde sağlayacağı her başarı; Türkiye’yi uluslararası arenada farklı bir lige taşır.