Fromm/Schumacher yönetim felsefesi

MUSTAFA ÖZEL
Abone Ol

Amerika’nın ve dünyanın en büyük bankalarından birinin başkanı 2009 yılında yöneticilerine şöyle sesleniyordu: “Tezgâhın arkasındaki insanları suçlu görmeye son verelim artık. Çalışanlarımıza ve müşterilerimize güvenmeye başlamanın zamanı geldi.” İçinden geçilmekte olan finans krizi, banka başkanının ayarlarını bozmuş, düpedüz kafayı mı yemişti? Başkan Obama aynı günlerde “finans krizinin sebebi, finansçıların aşırı açgözlüğüdür” diyordu.

Erich Fromm.

Bu gelişmeleri nakleden Prof. Muel Kaptein (Erasmus Üniversitesi, Rotterdam) temel sorunun şu olduğunu söylüyor: “İnsanlar” bizim neyimizdir?1 İnsanca bir yönetim felsefesinin bu soruya sağlıklı bir cevap vermek suretiye geliştirilebileceğini belirten Kaptein, Hobbes (17. yy) ve Rousseau’ya (18. yy) geri gidiyor. Hobbes, insan insanın kurdudur derken; Rousseau insan tabiatının esasta iyi olduğunu, onu kurumlarımızın yani yönetim biçimlerimizin bozduğunu söylüyordu.

Rousseau’nun izinden giden çağdaş management gurusu Charles Handy, iş dünyası liderlerinin büyük bir kısmını “içi boş yağmurluklara” benzetiyor. Minneapolis’in açık hava heykel bahçesinde “Kelimesiz” diye adlandırılan bronz bir yağmurluk görmüş. “Dimdik duruyordu, fakat içi boş, kimse yok. Bana göre, o boş yağmurluk bizim dayanılmaz paradoksumuzun simgesiydi: Bu dünyaya boş yağmurluklar, maaş listelerindeki isimsiz sayılar, rol kapanlar, iktisat veya sosyolojinin ham maddesi, hükümet raporlarının istatistikleri.. olmak için gönderilmedik. Eğer ödenen bedel buysa, o zaman ekonomik ilerleme boş bir vaattir.” Handy’ye göre, bilgimiz arttıkça, aczimiz de artıyor! Başımıza geleni daha çok biliyor gözüktüğümüz an, daha fazla karışıyor aklımız; teknik kapasitemiz arttıkça güçsüzleşiyoruz. İhtiyacımızdan fazla yiyecek üretiyor, fakat açları doyuramıyoruz. Galaksilerin esrarını çözüyoruz da, ailelerimizin sırlarına aklımız ermiyor.2

E. F. Schumacher.

Handy, Fromm, Schumacher gibi 20. yüzyıl düşünürlerine göre temel mesele, maddî ilerlemenin aklımızla kalbimiz arasındaki köprüleri havaya uçurmuş olmasıdır. Kadîm bilgeliğin dile gelmesidir bu görüş. Kalp, Kur’an-ı Kerim’de en sık karşılaştığımız kelimelerden biridir. Allah, kalplerdeki her şeyi bilir. İnsanlar, kalpleriyle idrâk ederler. Kalp hastalanır. Bakara sûresinin hemen başlarındaki şu üç ayet ne kadar düşündürücüdür: “Öyle kimseler vardır ki gerçekte inanmadıkları halde ‘Biz Allah’a ve Ahiret Gününe inanıyoruz’ derler. (Böylece) Allah’ı ve iman etmiş olanları kandırmak isterler. Halbuki kendilerinden başka kimseyi kandıramazlar; ve bunu da farketmezler. Kalpleri hastalıklıdır, Allah hastalıklarını daha da arttırmıştır ve ısrarlı yalanlarından dolayı onları şiddetli bir azap beklemektedir.” Kalpteki hastalık ve ısrarlı yalan. İnanmadıkları halde inanıyor gözükmek. Bütün bunların, modern iş ve siyaset hayatında kalbin sesine kulak tıkayan yöneticiler için birebir karşılıkları olsa gerek.

Sahip olma, sadece ol!

Erich Fromm’un ana düşüncesini şu cümleyle özetleyebiliriz: “İnsanlık tarihinde ilk kez, insanlığın fizikî varlığını sürdürebilmesi, insanoğlunun kendi kalbindeki köklü değişikliklere bağlıdır.” Ne demek istiyor acaba? Israrlı yalanın artık sadece insan teklerini değil, bütün insanlığı mahvetmek üzere olduğunu mu? “Modern insanın bütün hayatı, kendinden çok şeye sahip olanları kıskanmak ve kendinden az varlığı olanlardan korkmakla geçiyor.” Niçin? Çünkü olmak ile sahip olmayı birbirine karıştırmış bulunuyor. Sahip olduğu nispette, ‘olacağını’ vehmediyor ve bir türlü ‘olamıyor’. Zaman ile ilişkisi bunu çok güzel yansıtıyor: Önce bütün çabasıyla kendine boş zaman yaratmaya çalışıyor, sonra bu zamanı ‘öldürebildiği’ ölçüde sevinç duyuyor.3 Fromm’un başta çağdaş yöneticiler olmak üzere, modern insanlara öğütlerini şöyle özetlemek mümkün:

İnsanoğlunun kapitalist çağda tabiatı sınırsız biçimde kendi hükmü altına alma girişimi geri tepmiştir. İnsanlar teknolojinin gücüne dayanarak en güçlü, bilime dayanarak herşeyi bilen olacak, tabiatı malzeme olarak kullanıp ikinci bir dünya yaratacaklardı. Aydınlanma projesinin vaadi buydu. “Sanayileşme, özgürlüğü toplumun üst kesimlerinden tabana doğru yayacak, kadın ve erkeğin birbirlerine eşit oldukları evrensel bir burjuvazi meydana getirecekti. Sınırsız üretim, mutlak özgürlük ve kısıtlanmamış mutluluk üçlemesi, yeni ‘gelişme dini’nin temelini oluşturuyordu ve bu dinin dünyevî planda yaşanması, eski dinlerdeki İlahî Şehir’e ulaşma arzusunun yerini alıyordu.” Dünyevî cennet hayali artık sona ermiştir.

Başarısızlığın iki önemli psikolojik sebebi var:

1. Hayatın tek gayesinin mutluluk olduğunun; mutluluğun ise “maksimum hazza ulaşmak” anlamına geldiğinin düşünülmesi;

2. Kapitalist sistemin kendi varlığını koruyup sürdürebilmesi için desteklemek zorunda olduğu bencilliğin haklı görülmesi. Bu fikirler yeni değildirler şüphesiz. Fakat bütün toplumu istila etmeleri modern Avrupa tarihine özgü bir gelişmedir.

Kapitalist sistemin gelişmesini belirleyen, “İnsan için iyi olan nedir?” sorusu değil, “Sermayenin palazlanması için gerekli olan nedir?” sorusudur. Bunun içindir ki, sistemin gerektirdiği bencillik, açgözlük ve sahipolma ihtirası gibi niteliklerin insanda “doğuştan var olduğu” ileri sürülerek bunların sistemden değil insan tabiatından kaynaklandığı gösterilmek istendi.

Pek az istisna ile, Batı toplumunun bilgin ve yöneticileri dört asırdır bu ısrarlı yalanı sistem hesabına sürdürüyor, sistemi insana tercih ettiklerini büyük bir ustalıkla gizlemeye çalışıyorlar.

İnsanların ekonomik ve ekolojik bir felaketten kurtulabilmeleri için ruhî bir değişim içine girmeleri zorunludur. Bu ise, yeni bir ahlâkın ve bu çerçevede yeni bir yönetim felsefesinin doğmasına; tabiata karşı yeni bir tavır alınmasına bağlıdır. Tek çıkar yolun, bugünün insanlarında görülen karakter yapısının topyekün değişmesi olduğunu söyleyen Fromm, bu hususta bize “hem iktisatçı, hem de köktenci bir hümaniter olan” E.F. Schumacher’in eserlerini tavsiye ediyor.

Aklıkarışıklar için kılavuz

Schumacher’in Aklıkarışıklar İçin Kılavuz başlıklı eserini 1980’lerde parça parça çevirip bazı dergilerde yayımlamış ve Bilim Sanat’taki derslerimde okutmuştum. Çeviri 1990’larda yayımlanınca Sinan Canan şunları yazmıştı: “Hayatımı, umutlarımı, bazı şeylere olan tepkilerimi, anlayışımı ve tüm değerlendirme kriterlerimi neredeyse baştan sona değiştiren o incecik kitap! İlk elime aldığımda, amacım sadece vakit geçirmekti. Bir arkadaşım tavsiye etmişti okumam için, “Tam senlik!” demişti hatta. Bana alıntıladığı yerleri beğenmiştim; ama bu kadar çok sorunuma merhem olabileceği hiç aklıma gelmemişti. Bu kitap gerçekten de, özellikle bilimsel ve modernist düşünüş açısından aklı karışanlar için gerçek bir kılavuz niteliğinde. İnsan bilgisinin düzeyi, eldeki bilginin kalitesi ve geçerliliği gibi temel konularda.. çok yalın, çıplak ve açık gerçeklerden bahsediyor. Muhakkak okunmalı, muhakkak okutulmalı, hatta mümkünse ezberlenmeli. Hele bu kadar özenli ve açıklamalı bir çeviri, gerçekten az rastlanır bir eser yapıyor bu kitabı. Kendim hakkında bu kitaptan çok fazla şey öğrendim. Sizi de okumaya davet ediyorum. Yalnız mutlaka yanınızda bir defter ve elinizde bir kalem olsun. Aklınıza gelecek çağrışımların uçup gitmesine izin vermeyin. Garanti ediyorum, bu kitap sizi geliştirecek…”

Schumacher, kapitalizmin felsefî tabiatını sorgulayan çizgi-dışı bir iktisatçı. “İktisadî problem diye bir şey yoktur ve hiçbir zaman da olmamıştır. Manevî bir problem var yalnızca!” diyen bir iktisatçı. Üstelik, spekülatif düşünen, sadece kuramsal sorunlarla uğraşan bir insan da değil. Aksine, dünyanın birçok ülkelerinde orta-teknolojiye dayanan projeler geliştirip uygulayan, başta kendi ülkedaşları olmak üzere bütün dünyayı insanî bir iktisadî faaliyete davet eden bir ahirzaman münadisi. Eleştirisine düşünsel ve metafizik bir temel ararken dünyanın hemen hemen bütün dinî geleneklerinden faydalanmaya çalışıyor. Yahudilik, Hıristiyanlık, İslâm, Hind öğretileri ve diğerleri... Aklıkarışıklar İçin Kılavuz başlığı XII. yüzyıl İspanyasının ünlü Yahudi bilgini Maimonides’in (İbn Meymûn) eserinden alınmış. Aradaki küçük fark Schumacher’in saygısından ibaret: Başlıkta harf-i tarif yok. (Yani A Guide..., Maimonides’inki gibi The Guide... değil).

Moses Maimonides (1135-1204), Yahudi düşüncesinin her yönüne hükmeden otantik bir dehâ, bir ha-Rav (Üstad). Literatürde çoğu kez ‘Öbür Musa’ olarak anılıyor, eseri ise ‘İkinci Tevrat’. Kılavuz’u, felsefî yönden eğitilen dindar Yahudi’ye Tevrat’ın daha derin mânâlarını anlaması için bir anahtar sunuyor. Maimonides akıl marifetiyle otantik ve kâmil bir dinî tecrübe peşindeydi. Akıl yolu en üstün yoldu. İnsanda çeşitli tekemmül (olgunlaşma) dereceleri vardı. En aşağı insanlar sadece servet olgunluğuna sahip olanlardı, onlardan sonra fizikî sağlık sahibi olanlar, en üstte ise erdemliler yani (ilahî) yasaya bağlı olanlar.

Dinsiz yaşama deneyimi başarısız olmuştur!

Maimonides’in tekemmül dereceleri Schumacher’in kitabına ilham kaynağı olmuş: Bu dünyada aşağı varlık kademeleri (düzeyleri) ve yüksek varlık kademeleri vardır. En üstün düzey “kendinin-farkında-olma” (selfawareness) düzeyidir. Bu kademede yer alan insan, gizil güçlerini harekete geçirip daha yüksek kademelere ulaşabilir. İnsanoğlunu yüksek kademelerin hakikatini araştırmaktan alıkoyan ve ‘aşağı kademelere’ hapseden modern yaklaşımın en önemli dayanağı ise Descartes. Bütün ilgisini herhangi bir şüphe imkânından uzak, sahih ve kesin bilgi ve düşüncelerle sınırlayan Descartes için temel mesele “tabiatın efendi ve sahipleri” haline gelmemizdir. Onun için “hem güçlü hem de ürkünç derecede dar” bir akıl programı önerir. Kartezyen akılyürütme sonuçta insanı “anlamak için bilim”den “manipüle etmek için bilim”e götürmüştür. Bilginin amacı gerçekliğin yapısıyla örtüşmek değil, maddi dünyada etkin biçimde faaliyet göstermektir artık. Böylece ‘çoğulcu’ bir dünyaya ulaşılmıştır, tanrılarla dopdolu bir dünyaya: servet, bilgi için bilgi, hareket hızı, piyasa büyüklüğü, değişim hızı, eğitim ‘miktarı’, hastane sayısı ve daha nice ‘kutsal inek’.

Kılavuz’un son bölümünde Schumacher, maddeci bilimciliğin kendini beğenmişliğinin ve modern insanın mutlak kudretine duyulan imânın çöküşünü sarahatle tasvir ediyor: “Amansız mantığı ile Kartezyen devrim insanı, onun insanlığını idame ettiren yüksek düzeylerden ayırdı, insanoğlu Göklerin (Mâvera) kapılarını kendisine kapattı ve muazzam enerji ve hüner ile kendini yeryüzüne (Mâsiva) hapsetmeye çalıştı. Şimdi Yeryüzünün ancak bir geçiş mevkii olduğunu, dolayısıyla Göklere erişmeyi reddetmenin Cehenneme gönülsüz bir alçalma manasına geldiğini keşfediyor.”

Modern dünyanın dinsiz yaşama deneyimi başarısızlıkla sonuçlandı. Peki, bir ‘geri dönüş’, bir metanoia mümkün olabilir mi? Evet, diyor Schumacher. “Yeryüzünün cömertliği bütün insanlığı doyurmamıza imkân verir; Yeryüzünü sağlıklı bir mekân olarak muhafaza etmek için yeterli ekoloji bilgisine sahibiz; Yeryüzünde, herkesin yeterli barınağa sahip olabileceği kadar alan ve yeterli maddeler mevcuttur; hiç kimsenin sefalet içinde yaşamasını gerektirmeyecek ölçüde yeterli ihtiyaç maddelerini üretmede oldukça mahiriz.”4

Umudumuz, kendini sermayeden önce tabiata ve insanlığa karşı sorumlu hissedecek yeni yöneticilerde...

1. Muel Kaptein: Workplace Morality,

Bingley: Emerald, 2013, s. 6.

2. Mustafa Özel: Makul Yönetici,

İstanbul: Al Baraka Yayınları, 2019,

s. 126.

3. Erich Fromm: Sahip Olmak ya da

Olmak, İstanbul: Say Yayınları, 2019.

4. E. F. Schumacher: Aklıkarışıklar

İçin Kılavuz, İstanbul: Küre, 2021.