Zamansız bir saflığın içinde Nubia Masalcısı: Hamza el-Din

ŞAHKURT EMİRDAĞLI
Abone Ol

Bestekâr, udî ve solist unvanlarının kesiştiği saf müzisyen kimliğiyle 60’lı yıllarda uluslararası bir ses hâline gelen, modern Nubian müziğinin babası Hamza el-Din’in hikâyesini anlamak için doğduğu yerden başlayarak ilerlemek şart. Evet 1929 yılında Mısır’da doğdu. Ama kökleri Mısır’a değil, yukarı Nil’de eski bir antik krallık olan Nubia’ya aitti. Şimdilerde Mısır ve Sudan’ın bir bölgesini oluşturan kadim Nubia topraklarında, yani resmi adıyla Aswan şehrinin Toshka köyünde gözlerini açtığı hayat, ona 5 bin yıllık geçmişe sahip bir uygarlığın parçası olduğunu sürekli hatırlatacaktı. Sudan ve Mısır arasında, tar ile ud arasında, mühendislik ile müzisyenlik arasında. Ama ruhunun derinliklerinde Nubialı olmanın tam ortasında.

Kral Fuad Üniversitesi’nde (şimdiki Kahire Üniversitesi) elektrik mühendisliği eğitimi aldığı sırada, ilerde hayatını değiştirecek büyülü bir enstrüman oldukça ilgisini çekmişti: Ud. Nubia’da bilinmeyen bir çalgı aletiydi bu. Ud çalmaya başlayınca, farkında olmadan kendi kimliğine doğru yapacağı bir yolculuğun ilk adımlarını da atmıştı aslında. Bu ilk tınıların büyüsü kalbinde yer etmişti bile. İbrahim Şefik Müzik Enstitüsü ve Ortadoğu Müzik Enstitüsü gibi çok iyi yerlerde klasik Arap müziği eğitimi alıp, Kahire sokaklarında yankılanan Ümmü Gülsüm-Abdulvahap şarkılarına kulak vererek heybesini dolduracaktı.

Çok iyi yerlerde klasik Arap müziği eğitimi alıp, Kahire sokaklarında yankılanan Ümmü Gülsüm-Abdulvahap şarkılarına kulak vererek heybesini dolduracaktı.

Mühendislikten mezun olduktan sonra devlet demiryollarında çalışsa da aklı hep başka bir kapının önündeydi. Aswan Barajı’nın genişletilmesiyle Nubian topraklarının sular altında kalacağını öğrendiği zaman, nihayet kararını vereceği şey kimliği ile kariyeri arasında bir seçimdi. Aklı ve kalbi aynı şeyi söylüyordu. O kapıdan içeri girerek önce mühendisliği bırakacak, ardından yerel kültürü korumak/Nubian müziğini yaşatmak için zorlu yollara düşecekti. Yolu uzun, tek tesellisi müziğiydi.

Nubia topraklarında köyden köye bir eşekle gezerek, halk şarkılarını, geleneksel ezgileri, kadim ninnileri, ağıtları ve türküleri toplayarak kollektif bir müzikal hafıza oluşturan Hamza el-Din, Nubia ritimlerini klasik Arap müziğiyle sentezleyerek virtüözü olduğu ud enstrümanıyla evinin/eve dönüşünün müziğini yapmayı hayal ediyordu. “Bir gün, udun Nubian aksanına/sesine sahip olduğunu hissettim. Köyümdeki insanlar için çaldım, hepsi büyülendiler," sözleriyle anlatacaktı zaten hikâyesinin evvelini. Aslında ilginç bir yola çıkış serüveni bu, çünkü ne ailesinde ne de doğduğu-yetiştiği kültürde müzikle gerçekleştirdiği bu direnişi açıklayacak yakın bir işaret yoktu. Müzik neredeyse bir ay ışığı gibi göğsüne doğmuş, bu güçlü şavk, hançeresinden parmaklarına, oradan da yeryüzüne doğru ışıldamıştır. Baraj sularına gömülen kadim topraklarını, geleneksel kültürünü ve asıl kimliğini hatırlatacak bir var olma biçimi olarak müziğe tutunan Hamza el-Din, yaptığı işi; evini savunmak, evini hayal etmek, evinden seslenmekle aynı hizada gören/anlayan bir müzisyendi. Müziğini bu bakışla, kendi anlam dünyasının saflığında, dışa açık ama içe dönük bir nefesle icra etti her daim.

Hüzünlü huzur

Hamza el-Din’in Nubia’da başlayan müzikal macerası, önce Batı müziği ve klasik gitar eğitimi aldığı Roma’ya, ardından Joan Baez’in desteğiyle New York’a uzanmış, nihayetinde onu uluslararası bir ses yapacak kapı sonsuza kadar aralanmıştır. Uzun yola çıkmaya hüküm giymişti. 1964 ve 1965’te Vanguard Records etiketiyle Amerika’da yayınlanan Music Of Nubia ve Al Oud albümleriyle -etnik seslerin paketlenerek dünyaya sunulacağı o meşhur World Music modası henüz başlamamışken- dikkat çekerek önemli başarılar elde etmiş, 1971 tarihli üçüncü albümü Escalay: The Water Wheel ile artık tam anlamıyla zirveye ulaşmıştı.

Hamza El Din, Mısırlı bir Nubiyalı besteci, ud sanatçısı, tar çalar ve vokalistti.

1978’de Eclipse, 1982’de A Song of the Nile, 1990’da Journey, yine aynı yıl içinde Nubiana Suite: Live in Tokyo, 1995’te Lily of the Nile, 1996’da Available Sound: Darius, yine aynı yıl Muwashshah ve son olarak 1999’da A Wish albümlerini yayınlayan Hamza el-Din, ortak çalışmalar, film müzikleri ve misafir olduğu albümlerle birlikte ölümsüz külliyatını zenginleştirerek, müziğin ruhuna doğru kanatlanmış ve bu ruhun hakikatine göçmüştür. "Ben halkım için çalan bir Nubian müzisyendim. Artık tüm dünya için aynı temaları çalan bir Nubian müzisyenim," sözleriyle, aslında içinde duyduğu o evrensel ritimlerin anlamına doğru yapılacak gerçek bir yolculuğa çağırıyordu herkesi. Sıkı dinleyicileri bu davete icabet ettiler, ediyorlar.

22 Mayıs 2006'da Kaliforniya’da dünyaya gözlerini kapattığında 76 yaşındaydı. En büyük festivallerde sahne aldı, en prestijli salonlarda çaldı, en iyi müzisyenlerden saygı gördü. Elinde udu, başında sarığı ve sakin bakışlarıyla, beyazlar içinde sahneye çıkan, udunun tellerinden çöl esintisini, huzur verici sesinden beş yıllık Nubian masallarını duyabileceğiniz yorgun bir adamdı o; Hamza el-Din. Hafif dokunuşlar, yumuşak bir stil ve o soft icra. Sufi kökenlerini selamlayan zamansız bir saflık, hüzünlü huzur, müziğin sonsuzluk ritmi.

Hamza el-Din’in çağrısına şu beş şarkıyla icabet edip, kendi keşif yolculuğunuza başlayabilirsiniz; Assaramessuga, Desse Barama, Mwasha, Shortunga, Helalisa. Ve Inaritu’nun Babil (2006) filmindeki o müthiş soundtrack; The Visitors.