Zamanın donduğu bir kafe: Florian
Özellikle ünlü sanatçıların 1720’den itibaren buluşma noktası halinegelmiş Caffe Florian. Kurucusu Floriano Francesconi’nin oğulları, torunlarıve onların da oğulları nesilden nesile sürdürüyorlar kafenin varlığını.Müdavimleri arasında Goethe’den, Stendhal’e, Rousseau’dan Dickens’e,Proust’tan Dumas’a ve Vivaldi’ye kadar pek çok tanıdık isim var…
Kabul, bir gün bir gece yeterli değil ama muhakkak görmeliydim. Gördüm de. Beni çeken aslında oydu biraz da. O masada oturmalıydım. Oturdum da. Köprülerin şehri, kanalların şehri, aşıkların şehri ve belki hatta maskelerin şehri… Pek çok unvanı var şüphesiz Venedik’in. Ama bugün şehirden değil, her biri dünya edebiyatının yakından tanıdığı onlarca büyük ismi aynı masanın etrafına toplayan Avrupa’nın en eski, en uzun ömürlü kafesinden bahsedeceğim. Cafe Florian’dan. Kapısından bir kafeye değil bir zaman tüneline girdiğiniz o müthiş yerden bahsedeceğim. Açıldığı 1720 yılından beri orada ve hala açık. Üstelik hiç kapanmadı da.
Napolyon’un “görkemli” meydanı
Ama önce kısaca Venedik haritasından bahsetmeliyim size. Venedik, fazlasıyla enteresan bir coğrafya. Uçağınız havalimanına yaklaşırken uzaktan da olsa olan biteni görebiliyorsunuz. Bu harita, 120 minik adacıktan oluştan ilginç bir harita. Neyse ki o minik adacıkların hiçbirinde yerleşim yok. Eğer Roma’dan yola çıktıysanız Santa Lucia tren istasyonuyla geliyorsunuz şehre. İlk izlenim, benzerini pek çok yerde görebileceğiniz bir liman kenti. Fazlası yok. Modern mimari örnekleri de var etrafta. Birkaç adım atınca bütünüyle tarihte yaşayan şehri görmek mümkün olabiliyor. Gittiği şehirlerde özgürce kaybolmak isteyenler için bulunmaz fırsat Venedik. İstemeseniz de biraz açıldığınızda sonuç kaybolmak oluyor. Neyse ki bütünüyle turistten yapılmış bir şehir olduğu için tekrar yolunuzu bulmanız zor değil. Araç yok. Şehri gezmek istiyorsanız yürümek zorundasınız.
Venedik’i ikiye bölen Büyük Kanal üzerinde toplu taşıma hizmeti sunan tekneler var tabi ama onlar da en fazla kanal boyunca seyahat etmenize imkan sağlıyor. Tarihi, turistik yerler konusunda ilginiz varsa çabucak bitirebileceğiniz bir şehir Venedik. Çok sayıda eser yok. Ama topyekun bir şehir var. Bizim durağımız San Marco meydanında. Şehre gelirken indiğiniz tren istasyonundan yürüyerek 20 dakikada gidebileceğiniz bir uzaklıktan söz ediyoruz. Napolyon, “Daha görkemli bir meydan bilmiyorum” demiş burası için. Biraz abartılı tabi. Bizim Topkapı’nın iç avlusu gibi düşünün. Geniş avlu, etrafta dükkanlar, tarihi eserler ve kule.
300 yaşında
Kahvenin 17. yüzyılda İstanbul’dan Venedik’e taşınmasından tam yüz yıl sonra açılmış bir yer burası. Cafe Florian, Avrupa’nın en uzun ömürlü kafesi. Gün boyu canlı klasik müziği ve tarihi dekoruyla bir kafeden daha çok bir müzeyi andırıyor. Müzede kahve keyfi gibi düşünün. Aslında açıldığı ilk günler adı bu değil elbette. 29 Aralık 1720’de ilk açıldığında “Alla Venezia Trionfante” ismiyle Floriano Francesconi adında biri tarafından açılmış. 1720’deki açılışında aslında gayet sade döşenmiş iki odadan oluşan kafe, zamanla yeni eklemelerle bugünkü haline gelmiş. San Marco meydanının tam kalbinde yer alması başlı başına cazibe merkezi olmasını sağlamış elbette. 18. yüzyılın ortalarında ise iki yeni odayla daha da genişletilmiş. Ünlü İtalyan heykeltıraş Antonio Canova’nın Florian’ın belki en uzun süreli müşterilerinden biri olduğunu söylemek mümkün. Canova’nın pek çok eskizini burada çalıştığı da biliniyor. Kafe mimarisine katkısı da olmuş elbette.
Devrimcilerin mekanı
1773 yılında Floriano Francesconi’nin torunu Valentino Francesconi’nin devraldığı kafe, Fransız İhtilali günlerinde de Jakobenlerin buluşma yeriydi. 1797 yılında torun Francesconi, kafenin adını değiştirerek bugüne kadar süren adını tabelaya çekmiş: Caffe Florian. 1814 yılında ise Valentino, dedesinden kendisine kalan kafeyi oğluna devretmiş. Yeni kuşak 1858’de kafenin ilk restorasyonunu yapmış. Yeni odaların eklendiği kafenin bu yeni odalarına tarihine de uygun olarak “Çin Odası”, “Şark Odası”, “Roma Odası” ve “Senato Salonu” gibi isimler verilmiş. Bu kadar tarihi görüntünün arasında elbette siyaset de olacaktır. Florian, Avrupa’yı kasıp kavuran 1848 Ayaklanması’nda devrimcilerin de mekanı olmuş.
Sanatçıların buluşma noktası
Caffe Florian, bugün tüm dünyada biliniyor elbette. Oldukça popüler. Aslında popülerliği sadece bugüne mahsus değil, açıldığı yüzyılda da kısa sürede hem aristokratların hem de sanatçıların uğrak yeri oluyor çabucak. “Tüccar yenilikçiliği”nin bunda etkisi büyük elbette. Avrupa’nın kadınlara da serbest olan ilk kafesi olması popülerliğinin temel nedeni. Kimler gelip kimler geçmemiş ki buradan. Hani şu Osmanlı soylularının günlük yaşamını da anlattığı söylenen Don Juan’ın yazarı Gordon Byron’dan, Kayıp Zamanın İzinde’nin yazarı Marcel Proust’a, İki Şehrin Hikayesi’nin sahibi Charles Dickens’dan Kırmızı ve Siyah’ın anlatıcısı Stendhal’a, meşhur Ütopya’nın kurucusu Thomas More’dan Üç Silahşörler’in ve Monte Kristo Kontu’nun yazarı Alexandre Dumas’a kadar daha pek çok isim Floarian’ın müdavimlerinden olmuş. Hepsinin masası duruyor. Ve elbette Goethe. Bunalıma girdiğinde çıktığı İtalya seyahatinin önemli duraklarından biriydi Venedik ve Caffe Florian.
Vivaldi’den bahsetmezsek elbette olmaz. Ve elbette Jean Jacque Rousseau. O da burada kahve içenlerden… İtalyanların belki de en meşhur şeyi olan ünlü aşık Giacomo Casanova, Venedik’in kadınlara açık olan bu ilk kafesinin doğal müdavimlerindendi haliyle. Elbette bu kadar sanatçının uğrak yeri olan Florian’dan yepyeni çeşit çeşit fikirler çıkması da olağandır. Mimaride, müzikte, edebiyatta pek çok büyük eserin temeli burada atıldı. 1893 yılında temeli atılan meşhur Venedik Bienali’nin ilk fikri de burada ortaya çıkmıştı. Ricardo Selvatico, Florian’daki deneyimlerinden yola çıkarak Bienal fikrine ulaşmıştı. Hatta Florian, ilk Bienale de ev sahipliği yapmıştı. Son olarak şunu da söylemeliyim size, eğer gözünüz kesiyorsa Florian’ın meşhur müşterilerinden bir diğeri olan Stendhal’in İtalya Öyküleri’ne de bakabilirsiniz. Caffe Florian, Stendhal’de nerede duruyor, onda ne izler bıraktı merak edenler için bulunmaz fırsat. 700 sayfa kadarcık ama…
- GOETHE’NIN MASASINDA...
- Goethe’nin bir türlü istediklerini başaramamış olmanın sıkıntısı ve saray yaşamının sıkıcılığı yüzünden girdiği bunalımı atlatmak için 1786’da çıktığı meşhur İtalya seyahatindeki duraklarından biri de Caffe Florian’dı. İtalya’da özellikle Venedik’te geçirdiği günlerde kafenin müdavimlerindendi. Belki de aradığı ferahlığı orada bulmuştu Goethe. Sonraki yazı serüvenin daha bereketli geçtiğini bildiğimiz için bunu söylemek mümkün aslında. Çizimlerinin büyük kısmını olduğu gibi yazı ve şiirlerinin de büyük kısmını bu İtalya seyahatine borçluydu. Tam olarak Florian’da neler tasarladığını elbette asla bilemeyeceğiz fakat Goethe’nin o günlerde gidip devamlı oturup insanları izleyip kendisini dinlediği masası, bugün hala o günlerdeki gibi orada duruyor. Kafeye girip, garsona sormanız mümkün. Kafenin belki de en meşhur masalarından biri çünkü “Goethe Masası”. Daha ağzınızdan Goethe sözü çıkar çıkmaz işaret ediliyor masa. Oturup iki yüz elli yıllık bir hikayeye dahil oluyorsunuz.