Zamanı sırtında taşıyan ressam: Osman Hamdi Bey
1860 yılının Nisan ayında Marsilya’ya giden bir gemi Karaköy Limanı’ndan hareket ettiğinde içinde on sekiz yaşında bir genç olan Osman Hamdi de vardı. Doğup, büyüdüğü şehri ve ailesini arkasında bırakıp hukuk okumak için Paris’e gidiyordu. Zorlu bir gemi yolculuğunun ardından Marsilya’dan bindiği trenle Paris’e ulaştığında gördüğü manzara karşısında çok heyecanlanmıştı. Kulaklarında hâlâ babası İbrahim Ethem Pasa’nın nasihatleri çınlıyordu…
Paşa, oğlunun Paris’te nelerle karşılaşacağını çok iyi biliyordu. Çünkü o da öğrenim için Avrupa’ya gönderilen ilk Türk öğrencilerinden biriydi. Osman Hamdi on iki yılını geçireceği Paris’te ilk olarak hazırlık okulunu başarıyla tamamladı ve Fransızcasını geliştirdi. Ardından babası Ethem Paşa’nın isteği üzerine hukuk fakültesine girdi. Bir süre hukuk derslerine devam ettikten sonra, Paris’in sanat ortamı ve güzel sanatlara karşı ilgisi sonucu hukuk eğitimini yarıda bırakarak Fransa’nın saygın bir güzel sanatlar akademisi Paris Güzel Sanatlar Okulu'nda (Ecole des Beaux Arts) resim dersleri takip etmeye başladı.
Resim bölümünde Jean-Léon Gérôme (1824–1904) ve Gustave Boulanger (1824–1888) 'in atölyelerinde çıraklık yaparak usta ressamların tekniklerini öğrendi.
1867’de Fransız gazeteleri III.Napolyon’un Sultan Abdülaziz’i Paris’te açılan Milletlerarası Sergi’ye davet ettiğini yazdılar. Sultan Abdülaziz, temmuz ayında Paris’e geldiğinde, Osman Hamdi onu karşılayan heyet arasındaydı. Sergiye "Çingenelerin Molası", "Pusuda Zeybek "ve "Zeybegin Ölümü" adlı üç tablosuyla katılan Osman Hamdi, bu tarihi ana da tanıklık etmişti. Paris’te geçen on iki yılın ardından İbrahim Ethem Paşa tarafından İstanbul’a geri çağrılınca babasına Paris’ten yazdığı son mektupta üzgündü:
"İstanbul’a varınca onaylayacağınızdan emin olduğum tüm tasarılarımı size sunacağım. Her ne şekilde olursa olsun, Paris’e geri döneceğimi biliyorum. Beni buraya bağlayan birçok şey var. Buradaki hayatı oraya tercih ettiğimden değil. Ne pahasına olursa olsun resim yapmaktan vazgeçmeyeceğim. Resim kitaplardan öğrenilmez. Eski ve yeni ustaları izlemem gerek. Onları İstanbul’da bulamayacağımı biliyorum. Burada bütün sanat dünyası beni tanıyor, resimlerimden bahsediyor. Onun için burada, Paris’te kalmalıyım."
İstanbul’a dönen Osman Hamdi, babasının onu Bağdat’a yollaması üzerine, ünlü bir ressam olma hayalini ertelemesi gerekti. 1869 yılında Bağdat valisi Mithat Paşa’nın hizmetinde "Umur-u Ecnebiye Müdürü" (Yabancı İşleri Müdürü) olarak görevine başladı. İki yıl süren Bağdat macerasının ardından İstanbul’a geri döndüğünde Saray Protokol Müdür Yardımcısı olarak görevlendirildi.
İki sene sonra Viyana’da açılan Paris’te açılan Milletlerarası Sergi’ye bizzat Abdülâziz tarafından komiser olarak görevlendirilmesiyle, ne zamandır uzak kaldığı arkadaşlarını ve müzeleri gezmek imkânı bulmuştu. III. Ahmet çeşmesi şeklinde inşa edilen Türk pavyonu sergide büyük ilgi gördü. Bu arada Maria isimli genç ve güzel bir kızla tanıştı.
Viyana’da kaldığı süre boyunca tüm boş vakitlerini Maria ile şehri gezerek değerlendiriyordu. Viyana’dan ayrılmadan önce Maria’ya evlenme teklifi etti, İstanbul’da evlendiler.
Osman Hamdi Bey o günden sonra ölene kadar beraber yaşayacağı Maria’ya Naile dedi.
İstanbul’a döndükten sonra 1881 yılına kadar devletin çeşitli kademlerinde birçok görevi oldu.
1875'de Hariciye Nazırı Arifi paşanın yanına Hariciye Umur-u Ecnebiye Katibi (Dışişleri bakanlığı Protokol Müdür Yardımcısı) olarak atandı.
Abdülaziz'in tahttan indirilmesinden sonra 1876'da bu görevinden alınarak Matbuat-ı Ecnebiye'ye (Yabancı Basın Yayın Müdürlüğü) atandı. 1877’de sadrazamlık makamında oturan Mithat Paşa, padişah II.Abdülhamit’in emriyle sürgüne yollandı. Aynı gün Osman Hamdi’nin babası İbrahim Ethem Paşa yeni sadrazam olarak atandı. Osmanlı-Rus savaşı sırasında Ethem Paşa sadrazamlık makamında otururken, Osman Hamdi de Beyoğlu Altıncı Daire Belediye Müdürü oldu. 1878’de devlet memurluğundan ayrılarak büyük bir ressam olma hayalini yaşamaya karar verdi. Uzun yıllar süren memuriyetinin ardından üç yıl özgürce sanatınla ilgilendikten sonra zor günler yaşayan imparatorluğun kültür sanat vizyonu ona teslim edildi.
1881’de Müze-i Hümâyûn Müdürlüğü’ne, 1882’de de Türkiye’nin ilk güzel sanatlar okulu olan Sanâyi-i Nefîse Mektebi Müdürlüğü’ne tayin edildi. O yıllarda müze olarak kullanılan Çinili Köşk’ün hemen yanındaki arsaya okul binasının inşası ve akademik kadronun kurulmasının ardından okulu 2 Mart 1883’te öğretime açıldı. Aynı yıl 1874 tarihli "Asar-ı Atika Nizamnamesi"ni yeniden düzenleyerek yürürlüğe soktu.
Osman Hamdi Bey, müzecilik ve arkeoloji çalışmalarını sürdürürken en büyük tutkusu olan resim yapmayı hiç bırakmadı. Batılı anlamda Türk resim sanatının öncüleri arasında yer alan Osman Hamdi Bey’in günümüzde bilinen yaklaşık 200 tablosu bulunmaktadır. Türk resminde, içinde insan figürü bulunan kompozisyonları ve büyük boyda figür çalışmaları ilk kez Osman Hamdi Bey’de görülmüştür.