Yolcusu da motoru da insan: Bisikletin tarihi
“Tekerlekleri pedal aracılığıyla ayakla döndürülen binek aracı; çiftteker, derrace, velespit” ya da yaygın söylenişiyle: Bisiklet. İnsanlık motorlu araçlar icat etmeye çalışırken, hâlâ bir yerden bir yere gidebilmek için hayvan ve insanlara ihtiyaç duyulan bir dönemde ortaya çıktı ilk bisiklet.
Her icat bir ihtiyacın sonucudur nihayetinde. Pek tabii bisiklet de öyle. Bisiklete ihtiyacı doğuran olay ise 1815’te Endonezya’nın Tampora dağında yaşanan volkanik patlamaydı. Patlama, atmosfere o kadar çok kül püskürttü ki Avrupa’da 1816 yazında kar yağdı ve tarladaki mahsuller zarar gördü, kıtlık yaşandı. Atlar bile yiyecek eksikliğinden dolayı öldürülünce insanlığın başka hiçbir canlıya ihtiyaç duymadan hareket edebilmesini sağlayan bir aracın gerekliliği de hasıl oldu böylece. Bu olaydan sonra, Alman devlet memuru Baron Karl von Drais de Sauerbrun, atların yerine kullanılabilecek alternatif bir araç aradı ve Laufmaschine (koşu makinesi) adını verdiği itme gücünü binicisinin sağladığı, iki tekerlekli taşıtı icat etti. Bu taşıt günümüz bisikletinin öncülü olmakla birlikte tahtadan sabit bir gidona sahipti ve hareketi sağlayan pedalları yoktu. Koşu makinesinin binicisi, ayakları ile yerden güç alarak hareketi sağlıyordu ve denge tahtasıyla kollarını destekleyerek aracı dengede tutabiliyordu. Tüm bunlara rağmen Drais, 1817’de koşu makinesini 14 kilometre boyunca kullandı ve 1818 yılında Paris’te sergiledi. Drais koşu makinesinin patentini almasına rağmen kısa sürede benzer araçlar, Avusturya, Birleşik Krallık, İtalya ve Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelerde türemeye başladı. Drais’in icadından etkilenen Londralı Denis Johnson’un sadece düzgün yollarda kullanılabilen “yaya at arabası” ise “hobi atı” veya sarkastik olarak “züppe atı” olarak ünlense de piyasada tutunabilen bir araç olamadı. Fakat ilk kurşun atılmış ve çalışmalar devam ediyordu...
1860'lara geldiğimizde Fransız Pierre Michaux ve Pierre Lallement, bisikletin ön tekerleğine pedal ekleyerek bisiklet tasarımını başka bir yöne götürdü. Böylece “Michaux Company” çatısı altında ilk defa seri bisiklet üretimi başladı. Şirket yılda 140 bisiklet üreterek Fransa Savunma Bakanlığı’nın da ilgisini çekti ve bakanlığın desteğiyle 1871’de üretilen bisikletler, Fransa-Almanya savaşında kullanılarak ilk kez askeri bir araç niteliği kazandı.
Savaşların teknolojik gelişmeleri kamçıladığı hepimizin malumu zaten. Nitekim bisiklet de bundan nasibini aldı. Her yeni icatla konforu biraz daha artan bisikletler, 1890’larda “Altın Çağ”ını yaşadı, bisiklet kulüpleri kuruldu ve dünyanın en prestijli organizasyonlarından olan “Fransa Bisiklet Turu” ilk kez 1903 yılında düzenlendi.
Bisikletin Osmanlı topraklarına gelişi ise çok uzun sürmedi. Thomas Istefanis adında bir Amerikalı vasıtası ile Osmanlı ilk kez 1885’te bisiklet ile tanışırken halk da bisikletle ilgili bilgileri basından haber aldı ve kendilerine oldukça yeni olan bu alete Fransızcasından dolayı “velospit” veya “velosipet” adı verdi, hızlıca da yaygınlaştırdı. Ancak bu yaygınlaşma daha ziyade başkentte, gayrimüslimler ve memurlar arasındaydı. Öyle ki 20. yüzyıl başlarında İstanbul Şehremaneti (belediyesi), Beyoğlu’nda bisiklet kullanıcılarının çok olmasından dolayı, bu kişilerin yalnızca Taksim-Şişli yolunu kullanmalarını isteyen dilekçeyi Dâhiliye Vekâlet’ine sunsa da dilekçe bu yolda bisikletlilerin herhangi bir soruna neden olmadığı söylenerek reddedilmişti.
Günümüzde motorlu araçlar bisikletin yerini çoktan almış gibi gözükse de bisiklet hâlen en dertsiz ulaşım aracı. Mesela dünyanın en popüler bisikleti ve en fazla satılan taşıtı olan Çin yapımı “Uçan Güvercin”i, hâlen yarım milyardan fazla kişi kullanmaya devam ediyor.