Yaprak gibi düşen füze: James Joyce

MERT MEVLÜT GÖKÇE
Abone Ol

Joyce, modernist edebiyatın kendi hâlindeki prensi. Skandal bir hayatı yok. Yüksek bir toplumsal statüsü yok. Serveti yok. Konforlu bir hayatı yok. Görece dini bir eğitim alıyor. İrlandalı. İki dünya savaşı arasında yaşamış ve yazmış yazarlar kuşağından.

Joyce, modernist edebiyatın kendi hâlindeki prensi.

Joyce’un hayatındaki kırılma noktası bir otel çalışanı olan Nora Barnacle ile tanışmasıyla gerçekleşiyor. Çok sevmiş Nora’yı. Uzun yıllar birlikte olmuşlar sonunda da evlenmişler. Joyce’un Nora’ya yazdığı mektuplar şehvet rekoltesinin yüksek olmasından dolayı edebiyat tarihinde kayda değer bir yere sahiptir. Tuhaf olansa Nora’nın hiçbir zaman Joyce’un yaptığı şeyin büyüklüğünün farkına varamaması. Daima kocasının yazdıklarına ilgisiz kalmayı tercih eden bu kadına Joyce o kadar âşık olmuş ki, Batı dünyasında İncil’den sonra hakkında en çok düşünce üretilmiş Ulyssses’da Joyce, Nora’yla tanıştığı günü anlatır.

Doğup büyüdüğü Dublin şehri Joyce’un metinlerinde neredeyse bir kurgu karakteri olarak canlı, diri ve varlığı hissedilir hâldedir. Kendi hayatını eserlerinin ana malzemesi yapan bu edebi zekâ, bir insanın yaşamında bütün dünya tarihinin gizli olduğuna ve bir yaşamın insana dair neredeyse tüm sırları açığa çıkarmakta elverişli olduğuna inanıyordu. Bu yüzden yazdıklarında ne dramatik kurgu ne de karakter zenginliği görülür. Joyce yazı faaliyetini çoğaltarak değil, konsolide ederek, kurgunun ekipmanlarına yüz vermeden anlatmada ince işçilik yapan, personasına biçim veren bir yazar…

Joyce’un hayatındaki kırılma noktası bir otel çalışanı olan Nora Barnacle ile tanışmasıyla gerçekleşiyor.

Bazı insanlar aşkın varlığından habersiz olsalardı hiç âşık olmazlardı. James Joyce, Ulysses’ı yazmamış olsaydı böyle bir eser belki de hiç yazılmayacaktı. Joyce’un mahareti roman sanatına bir çentik atmasının yanında yeni bir düşünme biçimi yaratmasında gizli biraz da. Joyce onu küçük görmemize ya da tapmamıza izin vermez. Eğer ona, kardeşliğin havarilerinden biri olabileceğini düşünerek yaklaşırsak bize kardeşleri kendi aralarında şiddetli bir kavgaya tutuşmuş olarak resmeder. Kutsal aileyi savunan biri gibi görmek istersek, gözümüzün önüne boynuzlu bir kahraman diker. Münzeviliğin temsilcisi olmasını istersek, bu kez de tecrit olmanın onu asık suratlı ve savunmasız yaptığını bize gösterir. Onda yaşamın sözcüsünü ararsak, bizi ölülerle tanıştırır. Joyce'ta aklın zıt uçlarını bir araya getiren, sözde farklılıklarımızı birdenbire hepimizin yapan hayal gücü nükteden beslenir.

Joyce’un mahareti roman sanatına bir çentik atmasının yanında yeni bir düşünme biçimi yaratmasında gizli biraz da.

İnsan niçin yazar? Kendi varlığını hissetmek, kendi önemini önce kendine sonra derece derece başkalarına duyurmak ve bu duyurudan bir korunma beklediği için yazar. Temel motivasyonu budur. James Joyce, bu duyuruyu bir hayat standardı hâline getirmiş yazarlardandı. Ulysses, dönemin edebi kamusunda farklı ve derin bulunmuş ama yazarın dehası yakın çevresi tarafından anlaşılamamıştı. Joyce ömrü boyunca maruz kaldığı savaşlardan kaçtı. Yazmak için hep kaçtı. Doğup büyüdüğü yerden kaçtı. Siyasetten kaçtı. Anlaşılmaktan kaçtı. İç çekmelerini ve çığlıklarını güzel bir müziğe dönüştüren dudaklara sahip olan fakat ruhunda gizli acılar barındıran mutsuz bir insandı James Joyce.

İnsanlar bir kurt tarafından ısırılmakla başa çıkabilirler; ancak onları esas kızdıracak olan bir koyun tarafından ısırılmaktır.”

Bernard Shaw’ın bir sözü var: Wagner’ın operalarını bilmek felsefeyi öğrenmek demektir, diyor. Bana göre de James Joyce’un romanlarını okumak bir psikoloji ihtisası yapmak demektir. Bilinçaltının çalışma prensibini mükemmelen anlamak demektir. Bir şizofren ya da bir şizoid diliyle konuşan bir memur bir polis bir yargıç bir kasiyer… Joyce, yaşadığı çağın insanı deliliğin eşiğine getirdiğini başka türlü anlatılamaz bulduğu için metinleri belki de bu kadar çetrefilli bulunuyor. Yazmanın yapaylığını yapay olmayan bir yaşama pratiğine sahip kimselerin bilinçlerini aydınlatarak anlatıp modern sefaleti sadece bu yöntemle ortaya koyabileceğine dair bir kesinliğe sahip Joyce.

Joyce, yaşadığı çağın insanı deliliğin eşiğine getirdiğini başka türlü anlatılamaz bulduğu için metinleri belki de bu kadar çetrefilli bulunuyor.

Ahlak kuralları dişlere benzer. Ne kadar çürürse dokunmak o kadar acıtır. Joyce çürümüşlüğü dokunmadan da fark eden hatta dokunmanın gereksiz olduğunu esas olanın çürümenin özgeçmişi olduğunu iddia eden ve bu iddiasıyla da bir roman ve edebiyat evreni kurabilen bir deha olarak var. İyi ki var.