Yalnızdı ve gücünü buradan alıyordu: Metin Kurt

RIDVAN TULUM
Abone Ol

15 Mart 1948 yılında Kırıkkale’de dünyaya gelen Metin Kurt,lise öğrenimine devam etmedi. Çünkü herkesin başınagelmesi muhtemel bir yarayla karşılaşmıştı. Babası ölmüştü.Kendisi gibi futbolcu olan ağabeyi İsmail Aslan’ın daevlenmesi sonucu ailenin reisliği onun omuzlarına bırakılmıştı.Artık, kitaplara veda etmeli, hayallerinden vazgeçmemek içindeli gibi top koşturmalı ve bir yandan da manavda çıraklıketmeliydi. Bu koşmaların, dökülen alın terlerinin, gündelikyaşamın hır gürünün arasında Metin Kurt, ilk profesyonelsözleşmesini İzmir’in köklü kulübü Altay ile imzaladı.

  • "Tabanı olmayan spor 'emek batakhanesi'dir. Bizler futbolu bir oyun olduğu için sever ve oynardık. Artık futbol, para, son model arabalar ve güzel mankenler için oynanıyor."

Ankara, Victor Hugo ve Sefiller

Altay’ı çok sevmiş olsa da onun adını futbol tarihimizde mit haline getiren hikâyesi burada değil, Galatasaray’a gitmeden önceki durağı PTT Ankara’da oynamasıyla başlayacaktı. O, hayatta bir şeylerin farkına vardığı anların çoğunu burada bulacaktı. PTT’de oynarken bir gün okumaya meraklı bir malzemeci sayesinde Victor Hugo’nun Sefiller kitabıyla tanışıyor ve zor şartların onu uzaklaştırdığı okuma serüvenine yeniden başlıyordu. Kurt, kitabı öyle beğenmişti ki, bir antrenman çıkışında Ankara’da çarşıların bulunduğu Çıkrıkçılar Yokuşu’na gitmiş ve kitap bakmaya başlamıştı. Onun bu yalnızlığı, duruşu, onu o yapan şeyler belki de ilk defa su yüzüne burada çıkıyordu, hiç beklenmeyen bir kitabı seçmesiyle...

Başkan Kennedy ve değişen hayat

Galatasaray'da yıldızı parlamış ve döneminin en önemli sporcuları arasında yer almıştır.

Metin Kurt, ABD’nin 35. başkanı Jonh Fitzgeral Kennedy’nin Cesaret Profilleri kitabını burada görmüş ve satın almıştı. Kennedy, bu kitabı başkan seçilmesinden 3-4 sene önce senatörken yazmıştı. Kendi partilerinin ve seçmenlerinin aksine hareket etmek zorunda kalan, daha doğrusu bunu yapmayı bu dünyada bulunmalarının bir vazifesi bilen sekiz siyasetçinin biyografileri vardı bu kitapta ve bu kitap Pulitzer Ödülü’nü kazanmıştı. Kurt, o zamana kadar hiç tanışmadığı, duymadığı, bilmediği bu adamların cesaretinden etkilenmişti. Burası oldukça ilginç bir hikâyenin başladığı yer…

İleride kendini komünist olarak adlandıracak olan, Türk futbolunun Che’si olarak lanse edilecek Kurt, sonradan bütünüyle karşı olacağı ABD’nin başkanının cümlelerinden etkilenecekti.

Kendi biyografisinde yazana göre şu cümle onun aklına bir çivi gibi çakılmış ve dünyaya karşı yürümeye belki de o an karar vermişti: "Doğru olduğuna inandığın şeyden çekinme. Er ya da geç zafer senindir."

Karşımıza aldığımızın konumu

Metin Kurt, Türkiye’nin genç milli takımlarında ve PTT’de Ankara’da sahada gidip geliyor, rakibini ekarte ediyor, sağından atıp solundan geçiyor ve adeta göz dolduruyordu. Onda her şeye karşı gelen, zamansız bir adalet duygusu vardı. Ve evet, adalet duygusu da zamanını iyi ayarlanmış bir tepkiyle ancak hayatta tutulabilirdi. Kurt, bu yontulmamış adalet duygusunun farkına PTT’deki hocasının bir tartışmanın ardından ona söyledikleriyle farkına varmıştı: "Söylediğinde haklıydın ama hata ettin. Bir şey için savaşacağın zaman, üç şeyi aklından çıkarma: konumun, karşına aldığının konumu ve ne zaman savaştığın."

Kanatta kendini unutturma denemeleri

Ham adalet duygusu dedik ya, belki de biraz gençlik, biraz isyan duygusu… Antrenörünün bu telkinini yaka cebine koyan Kurt, okumalarını daha da sıklaştırmaya başlamıştı. Karl Marx ve Georg Hegel okuyarak dünyadaki yerini kavramaya çalışıyordu. Bu okumalara ağırlık verdiği sırada PTT Ankara, Galatasaray’dan gelen teklifi kabul ediyor ve Kurt, "Çizgi Metin" olarak anılacağı İstanbul’un yolunu tutuyordu.

Futbol alanında ilk kez sendikal faaliyet başlattığı için spordan aforoz edilmiştir.

Yine de insanın biriktirdiği farkındalıkların toplanıp bir araya geldiği bir yer var.

Her şeyin plansızca belki bir yüzde, belki bir gülüşte, belki de bir el sıkışmada buluşması…

İnsanın, ben bunca şeyi yanımda burası için taşımışım dediği bir yerden bahsediyoruz. Metin Kurt’unda böyle bir anı var, her şeyin farkına vardığı, artık ben buyum dediği bir an. Gladyatör adlı biyografisinde toplumsal farkındalığa ulaşmasını çok belirgin bir şekilde bir karşılaşmanın omuzlarına bırakıyor o: "Türk milli takımıyla Hollanda’ya karşı oynadığımız maç yeni bitmişti. Maçın çıkışında, üstünde kıyafeti olmayan yalın ayak bir çocuk gelip benden kramponlarımın bağcıklarını istedi. Sadece bağcıkları istiyordu. Gözyaşlarımı tutamadım. Gerçekler kafama balyoz gibi indi o an. O çocuğu hiç unutamadım, unutmak da istemedim. O günden itibaren bu yavru yolumu aydınlatmıştır."

Metin Kurt, o andan itibaren kendisini "komünist" olarak nitelendirmeye başlamıştı. Fikirleriyle, söylemleriyle meşhur olmuştu. Tribüne en yakın yer olan çizgide oynuyor ve bunu da sık sık dile getiriyordu: "Halka en yakın yer neresi? Çizgi. Ben de çizgide beklerdim. Antrenör ve idarecilerin olduğu tarafta oynamayı sevmiyorum. Kapalının önünde oynamamak için bir devre sağ açık, bir devre de sol açık oynardım."

Futbolun Spartaküs’ü

Galatasaraylı eski millî futbolcu İsmail Kurt'un kardeşidir

Galatasaray günleri iyi gidiyor, “Çizgi Metin” adından sıkça söz ettiriyordu, çalımları, dikine koşuları tribüne onun için gelen bir taraftar topluluğunun oluşmasına vesile olmuştu.

73 yılı kışında sorunlar başlayana kadar her şey güllük gülistanlıktı.

Hem Çizgi Metin hem de Galatasaray için. Galatasaray’ın Metin Kurt’a borcu vardı ve oyuncu bu borcu açıklamaktan çekinmemişti; çünkü onun hakkıydı bu. Bir gün soyunma odasına girdiğinde işten uzaklaştırıldığını, maaş alımının durdurulduğunu anlayan bir mektupla karşı karşıya geldi. Oyuncuların zayıf sendikası sadece, neredeyse fısıltı halinde sadece şunu diyebiliyordu bu durum karşısında: "Metin Kurt’tan özür dilenmeli."

Çizgi Metin, o an anlamıştı güçlü bir oyuncu sendikasının kurulmasının gerekliliğini. 1975’te Amatör Sporcular Derneği’ni kurarak isyan bayrağını çekmeye hazırlanıyordu futbolun Spartaküs’ü. İlk harbini, Türkiye Kupası’nı kazandıkları için ödenmesi gereken primlerin ödenmemesi üzerine vermeye başladı. Galatasaray’ın başkanı Turgan Ece, "komünist" yakıştırmasını yaptı ve futbola anarşiyi getirdiğini beyan etti. Oysa Metin ve ona sonradan katılan dört arkadaşı sadece haklarını arıyorlardı. Bu beş arkadaş takımdan uzaklaştırıldı, ferman padişahındı. Metin Kurt 76 yılında Galatasaray tribünlerinin karşısına çıkarak Ece’nin istifasını ve beş kişinin affedilip takımdaki yerlerini almalarını istedi. Ne yazık ki, her kalkışmada olduğu gibi birileri güçlünün tarafına burada da geçmişti. Dört arkadaşı Metin’i yarı yolda bırakarak özür dilediler. Metin Kurt ise bir bakıma sürgüne, Kayserispor’a gönderildi.

Geriye kalan: Eşitlik duygusu

Teknik direktörlük ve yayıncılığın ardından sendikacılık yapmıştır.

Kurt’un futboldaki eşitliğe yönelik teklifleri Kayserispor döneminde daha da arttı. Belki de merkezden uzaklaşmanın getirdiği bir söylem rahatlığına kavuşmuştu artık. Futbolun çehresini değiştiren Bosman Kuralları’ndan yıllar önce, futbolcuların oynayacakları takımı özgürce seçme haklarının olmasını istedi. O dönemde görülmemiş bir şeydi bu tepki, her futbolcunun aklından geçip dile getiremediği bir şeydi bu. Açıklamasında şunları söylemişti Çizgi Metin, sahada olduğu gibi sağa sola kaçmadan, direkt bir şekilde: "Futbolcu da işçidir, kendi emeğini satabilme hakkına sahiptir. Eğer kulüpler futbolcuları keyiflerine göre alıp satıyorsa o halde köleden başka bir şey değiller."

Bosman Kuralları öncesi bir ön görüyle, hınçla ve adalet arayışıyla teklif götürüyordu Çizgi Metin. 78 yılında emekli oldu. Jübile istemedi. Jübileyi bir sadaka biçimi olarak değerlendiriyordu. 12 Eylül 1980’de tüm Türk Sporcuları için kurulacak sendikanın duyurusunu yapacağı gün Kenan Evren askeri bir darbe gerçekleştirmişti. Çizgi Metin daha sonrasında dergilerde yazmaya, politik duruşundan uzaklaşma da daha ölçülü olmaya çalıştı. Hocalık yaptı, dergilerde yazarlık yaptı, Milletvekili adayı oldu. Futbolun giderek endüstri haline gelmesine, harcanan paraların fazlalığına, haksızlığa öfkelendi. Futbolun borsada değil, arsada güzel olduğunu söyledi.

24 Ağustos 2012’de geçirdiği kalp krizi sonrasında 64 yaşında vefat etti.

Ondan geriye yontulmuş bir hınç, bir adalet arayışı, futbolda bir daha nadir rastlayacağımız eşitlik duygusu kaldı.