William Faulkner: Sanatçının ihtiyacı, yüksek bir bedel ödemeden elde edebileceği herhangi̇ bir sessizliktir

ZEYNEP KANTARCI
Abone Ol

Bu söyleşi Jean Stein tarafından 1956 yılında, New York’ta gerçekleştirilmiştir.

Bay Faulkner, geçmişte röportajlardan hoşlanmadığınızı söylemiştiniz.

Kişisel sorulara tepkisel yaklaştığım için röportajları sevmiyorum. İşimle alakalı soruları olabildiğince yanıtlamaya çalışıyorum. Ancak sorular benimle ilgiliyse cevap verebilirim de vermeyebilirim de. Cevap versem bile, aynı soru bana yarın tekrar sorulduğu takdirde cevabım değişkenlik gösterebilir.

Kendi yazarlığınız hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yazdığı, kişiyi asla tatmin etmemeli. Erişebileceğinizden daha büyük hayaller kurun, daha yükseği hedefleyin.

Ben olmasaydım da yazan başkaları olurdu elbet; ben, Hemingway, Dostoyevski ya da her birimiz... Bunun kanıtı, Shakespeare oyunlarını yazan kişinin kim olduğuna dair yaklaşık üç ayrı tahminin bulunması. Asıl değerli olan Hamlet ve Bir Yaz Gecesi Rüyası’dır; onları kimin yazdığı değil, birilerinin yazmış olmasıdır. Sanatçının bir önemi yoktur. Yazılabilecek her şey yazıldığına göre yalnızca üretilen eser bir değer arz eder. Shakespeare, Balzac ve Homer’in üçü de aynı şeyleri yazmışlardır. Eğer bin-iki bin yıl daha yaşasalardı kitabevleri başka kimseye ihtiyaç duymazdı.

Yazılacak yeni bir şey kalmadıysa da yazarın kendi benliği yine de mühim değil midir?

Kendisi için son derece mühimdir, evet. Geri kalan herkes, yazarın benliğini umursayamayacak kadar eserle meşgul olmalıdır.

Çağdaşlarınız hakkındaki fikirleriniz neler?

Hiçbirimiz kusursuzluk düşümüze ulaşamadık. Bu yüzden de bizleri, imkânsız olanı yapmak konusundaki müthiş başarısızlığımız temelinde değerlendiriyorum. Şahsen şuna inanıyorum; eğer eserlerimi yeni baştan yazabilseydim daha iyi bir iş çıkarabilirdim. Zaten bu da bir sanatçı için daha sağlıklıdır. Sanatçıların çalışmayı ve yeniden denemeyi sürdürmelerinin sebebi budur; her seferinde bu defa başarabileceklerine inanırlar. Elbette başaramazlar, bu süreç zaten tam da bu yüzden sağlıklıdır. Yazar, eğer eserini zihnindeki imgeyle, kendi düşüyle eşleştirebilirse geriye boğazını kesmekten, o mükemmellik doruğundan atlayarak intihar etmekten başka yapılacak bir şey kalmaz. Ben başarısızlığa uğramış bir şairim. Belki de her roman yazarı önce şiir yazmak istemiş ve yazamadığını fark ederek şiirden sonra en zorlayıcı tür olan öyküye geçmiştir. Daha sonra onda da başarısız olunur ve roman yazmaya başlanır.

Sanat, bir hırsızın, kaçakçının veya seyisin ellerinden çıkabilir. İnsanlar ne kadar yokluğa ve sıkıntıya katlanabileceklerini keşfetmekten korkuyorlar.

İyi bir roman yazarı olabilmenin herhangi bir formülü var mı?

Bu işin yüzde doksan dokuzu yetenek, yüzde doksan dokuzu disiplin, yüzde doksan dokuzu da çalışmaya bağlıdır. Yazdığı, kişiyi asla tatmin etmemeli. Erişebileceğinizden daha büyük hayaller kurun, daha yükseği hedefleyin. Sadece çağdaşlarınızdan veya sizden öncekilerden daha iyi olmaya çalışmayın, kendinizi aşmaya bakın. Sanatçı kötü ruhların ele geçirdiği bir kişidir. Niçin seçildiğini bilmez, bunu merak etmek için de genellikle fazla yoğundur.

Bir yazar için en uygun ortam neresidir?

Sanat çevreyle de ilgilenmez; nerede olduğunun hiçbir önemi yoktur. Dolayısıyla bir sanatçının ihtiyacı, yüksek bir bedel ödemeden elde edebileceği herhangi bir sessizlik, herhangi bir yalnızlık ve zevktir.

Yazarın ekonomik özgürlüğü olması gerekir mi?

Asıl değerli olan Hamlet ve Bir Yaz Gecesi Rüyası’dır; onları kimin yazdığı değil.

Hayır, ekonomik özgürlüğe ihtiyacı yoktur. Tek ihtiyacı olan bir kalem ve bir de kâğıt. Karşılıksız bir gelir veya hediyeden güzel bir yazının doğduğuna hiç şahit olmadım. İyi yazar, kurumlara asla başvurmaz. Zihni bir şeyler yazmakla meşguldür. Eğer yüksek bir mevkide değilse zamanının ya da ekonomik özgürlüğünün olmamasından yakınarak yalnızca kendini kandırıyordur. Sanat, bir hırsızın, kaçakçının veya seyisin ellerinden çıkabilir. İnsanlar ne kadar yokluğa ve sıkıntıya katlanabileceklerini keşfetmekten korkuyorlar. Ne kadar sağlam olduklarını keşfetmekten korkuyorlar. İyi bir yazarı alt edebilecek hiçbir şey yoktur. Onu değiştirmeye muktedir olan tek gerçek ölümdür. İyi yazarların başarıyla ya da zenginlikle uğraşacak vakitleri de yoktur. Başarı tıpkı bir kadın gibidir; eğer karşısında eğilirsen seni ezip geçer.

Yazarın sinema filmleri için çalışırken taviz vermesini gerekli görüyorsunuz. Peki yazı dünyası hakkında ne düşünüyorsunuz? Yazarın okura karşı herhangi bir yükümlülüğü var mı?

Onun sorumluluğu, işini elinden gelen en iyi şekilde tamamlamaktır; geri kalanı hakkında dilediği gibi tasarrufta bulunabilir. Şahsen benim halkı dert edinecek vaktim yok. Rastgele bir insanın kendi eserim ya da başkalarının eserleri hakkındaki fikri beni ilgilendirmiyor. Ulaşmam gereken bir eşik var, benim derdim onunla. Bu eşik, eserimin bende Ermiş Antonius ve Şeytan’ı veya Tevrat’ı okurken hissettiklerimle benzer bir his uyandırması. Bu iki kitap, bana iyi hissettiriyor. Bir kuşu seyretmek de öyle. Eğer reenkarnasyon geçirecek olsaydım, bu defa bir şahin olarak doğmak isterdim. Kimse ondan nefret etmez, onu kıskanmaz ya da istemez. Ona ihtiyaç duyulmaz. Canı hiç sıkılmaz, hiçbir zaman tehlike altında değildir, üstelik her şeyi yiyebilir.

Arzuladığınız seviyeye ulaşabilmek için hangi yöntemi izliyorsunuz?

Bir yazar, eğer yöntemlerle ilgileniyorsa ameliyata girmeye başlasın, tuğla döşesin. Yazmanın mekanik bir usulü, bir kısa yolu yoktur. Genç yazarların teoriye bağlı kalmaları aptallık olur. Kendi hatalarınızı fark ederek öğrenin. İnsanlar yalnızca yanlışlar vasıtasıyla öğrenirler. İyi bir sanatçı, kimsenin ona tavsiye verecek yeterliliğe sahip olmadığına inanır. Çok gururludur. Yaşlı yazarlara ne kadar hayranlık duysa da onlara galip gelmeyi arzular.

O hâlde tekniğin geçerliliğini inkâr mı ediyorsunuz?

Asla. Sadece, bazı zamanlar teknik araya girip yazar henüz kendi düşüyle temas kuramadan idareyi ele alır. Bu bir güç gösterisidir; cümleler daha onları yazmadan yazar tarafından başından sonuna dek ezberlenmiştir. Böylelikle ortaya çıkan eser, tuğlaları özenle üst üste koyulmuş bir yapıya benzer. Döşeğimde Ölürken’i yazarken benim yaşadığım da buydu. Kolay olmadı. Dürüstçe yapılan hiçbir iş kolay olmaz zaten. Gerekli bütün malzemenin elimde olması bakımından basitti. Günde on iki saatimi alan ağır işten artakalan vaktimi ayırabildiğim hâlde yalnızca altı hafta sürdü. Bir insan topluluğunu hayal edip onları sel ve yangın gibi basit evrensel felaketlere maruz bıraktım. İlerlemelerine yön verebilmeleri için küçük, doğal saikler verdim. Fakat öte yandan teknik araya girmediğinde bir anlamda yazmak da daha kolay oluyor. Zira benim kitaplarımda her zaman karakterlerin ayaklanıp sorumluluk aldığı ve işi bitirdiği bir nokta vardır- bu romanda 275. sayfa gibibir yerde gerçekleşiyor. Kitabı 274. sayfada sonlandırsaydım hikâyenin devamında neler olurdu bilmiyorum tabii. Sanatçının, kendi eserini değerlendirirken tarafsız bakması, kendiyle dalga geçmemesi için de dürüst ve cesur olması gerekiyor. Çalışmalarımın hiçbiri dilediğim standarda ulaşmadığına göre, bu durumu bana en çok acı ve hüzün veren eserimin ışığında değerlendirmeliyim. Bir annenin hırsız ya da katil olan çocuğunu, rahip olandan daha çok sevmesi gibi.