Üç dönemin başkenti: Bükreş

H. YILDIRIM AĞANOĞLU
Abone Ol

Romencede bucurie kelimesi neşe demektir. Bu nedenle Romanya’nın başkenti Bükreş (Romencesi București) şehri “neşe şehri” anlamına gelmektedir. Romenler Bucuresti ismiyle Budapest’in Avrupalılar tarafından karıştırılmasına çok sinirlenirler. Başkentin günümüz nüfusu yaklaşık iki milyon civarında. Dolayısıyla nüfus fazla olmadığı ve geniş bir alana yayıldığından şehirde çok büyük bir karmaşa yok, düzen ve intizam ön planda.

Bükreş’in tarihi dönemine ait üç yüzü var. Bükreş’i dolaşırken şehrin tarihi değişimini de gözlemleyebiliyorsunuz. Kral I. Carol zamanında inşa edilen yapılar, insana sanki bir Orta Avrupa ülkesinde dolaşıyormuş izlenimi veriyor. Eski şehirden uzaklaşıp Sosyalist Çavuşesku’nun inşa ettirdiği fotoğraf kadrajına sığmayan devasa sarayı, çirkin toplu konut apartmanları ve soğuk yüzlü devlet binalarıyla karşılaşınca, buralarda bir zamanlar baskıcı sosyalist bir rejimin hüküm sürdüğünü hatırlıyorsunuz. Gökdelenler, AVM’ler ve lüks caddeler ise devrim sonrasına ait mimari yapılar ve dünyanın her yerinde maalesef aynı olan modayı çağrıştırıyor. Kısa bir yürüyüşte bütün bunları görmek kişide âdeta bir zaman tünelinde dolaşıyor izlenimi uyandırıyor. Bükreş, geçmişte Romenlerle ortak tarih ve kültürel özelliklere sahip olduğumuz bir Balkan şehriydi. Ancak 1890’lardan itibaren artık balkan değil, Avrupalı yüzü daha ağır basan ve Balkanların Paris’i denen bir başkent oldu.

Herastrau Parkı.

Bükreş, Osmanlı’nın Eflak eyaletinde, Tuna’nın kuzey kıyısına yaklaşık 50 km. uzaklıkta Dambovita nehri üzerinde kurulmuş. Kazıklı Voyvoda adıyla bilinen III. Vlad Tepeş, 1459 ve 1461’deki emirnâmelerini burada çıkardı. 1462’de Fâtih Sultan Mehmed’in tayin ettiği Prens Radu Cel Frumos (Güzel Radu), Yerköyü’nde (Giurgiu) bulunan bir Türk garnizonunun himayesinde idaresini Bükreş’te kurdu ve Osmanlılar’a vergi verdi. XVII. yüzyılda Evliya Çelebi, Bükreş’in kalesi olmayan büyük bir şehir olduğunu, ahşap 12 bin ev, 1.000 kadar dükkân, 14 manastır, Müslümanlar için bir misafirhaneyle köprü başında, içinde bir cami ve bazı mezarların yer aldığı 50 odalı bir kervansarayın bulunduğunu ifade eder.

XVII. yüzyılın sonlarında şehirde yaklaşık 50 bin kişi yaşarken XIX. yüzyılın ilk yarısında ise nüfus 100 bine kadar çıkmıştı. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda imzalanan Berlin Antlaşması’yla Romanya bağımsız oldu. Bükreş, Romanya’nın başşehri olunca hükümet binaları, kültür ve eğitim kurumlarının inşasıyla hızla gelişti. Şehir I. ve II. Dünya Savaşı’nda Almanlar tarafından işgal edildi. Başkentin asıl gelişmesi ise II. Dünya Savaşı’ndan sonradır.

Carol Park.

Balkanlar’ın Türkiye’den sonra gerek nüfus gerekse yüzölçümü olarak en büyük ülkesi olan Romanya’nın başkenti Bükreş’e 2006 yılında bir sempozyum vesilesiyle gitmiştim. Sempozyum üç gün sürmüştü. Cuma günü geldiğinde birkaç arkadaş Cuma namazı kılmak üzere cami arayışına girmiştik. Şehre ilk defa gelmeme rağmen “caminin yerini biliyorum şimdi bir taksiyle gideriz” dedim. Kartpostal koleksiyonu yapan biri olduğumdan elimde 1906 yılında Carol Parkı’nda bir gölette yer alan küçük bir adanın üstüne yapılan Hünkâr Camii’nin bir fotoğrafı bulunuyordu. Taksiciye Carol Parkı’na sürmesini söyledik. Geldiğimizde gördük ki park geniş ferah bir dinlenme yeriydi. Gölet parka başka bir güzellik katıyordu. Ancak gölet ve üstündeki ada aynen durmasına rağmen cami yerinde yoktu. Sora sora zor zahmet caminin birkaç kilometre ileride bir sokak arasında olduğunu anladık ve bulduk. Caminin hikâyesini sonradan öğrendim. Kral’ın adını taşıyan Carol Parkı'nda, 1906 yılında Romanya’nın kültürel ve ekonomik zenginliklerinin duyurulmasını amaçlayan büyük bir fuar düzenlenmişti. Parkın farklı yerlerinde ülkenin dört bir yanındaki vilayetleri simgeleyen mimari unsurlar inşa edilmişti. Bunlardan biri de parkın içindeki gölde kıyıya küçük bir köprüyle bağlı bulunan “Yılan Adası” üzerinde Dobruca Bölgesi’ni simgeleyen biblo gibi bir camiydi.

Grigore Antipa Tabiat-Tarih Müzesi.

Bu camii, Romen halkının ve yönetiminin Türk-Tatar toplumu aracılığıyla Müslümanlara duyduğu yakınlığın anlamlı bir sembolüydü. Avrupa’da bir Hristiyan hükümdar tarafından Müslüman tebaanın ihtiyacı için yaptırılan ilk ibadethane özelliği taşıyan bu camiye verilen “Hünkâr Camii” ismi Romanya Kralı I. Carol’u nitelendiriyordu. Parkta dikilen diğer binaların hemen tamamı fuar bittikten sonra söküldüyse de cami parkta Müslümanlara ibadethane olarak hizmet vermeye devam etmişti. Yine komünist dönemde de ibadethane olarak hizmet vermeye devam etti. Ancak 1959 yılında, Komünist Parti Genel Sekreteri Gheorghiu-Dej’in, parkta bir anıt yaptırma kararı vermesi üzerine bu cami taşları numaralanıp yıkılarak, Constantin Manescu Caddesinde aynı plan uyarınca yeniden inşa edildi. Mesele aslında gören gözler için gayet açık. Fotoğraflarda gördüğümüz kadarıyla caminin konumu ve temsili değeri o kadar güzel ve anlamlıydı ki, muhtemelen komünistler anıtı bahane ederek onu gözden ırak sokak arasında bir yere âdeta sürgün etmişti.

Hünkar Camii.

Bükreş’te eski şehri yürüyerek gezdikten sonra Askeri Müze’ye gittim, size de tavsiye ederim. En etkilendiğim obje ise 22 Aralık 1989’da Çavuşesku’nun devrilmesi esnasında ortasından kızıl yıldızlı kısmın kesilmesiyle kullanılan Romanya bayrağı oldu. Bu devrime katılanlar tarafından imzalanarak sembol hâline gelmişti. Yine Grigore Antipa Tabiat-Tarih Müzesi ile Dimitrie Gusti Ulusal Köy Müzesi de zevkle gezilecek yerlerden. Şehir gürültüsünden kaçacağınız yapay bir gölet etrafında kurulmuş Herastrau Parkı ile Carol Parkı da kuş sesleri içinde yeşile doyacağınız merkezler. Romenlerin çoğu Ortodoks mezhebine mensup, dolayısıyla Bükreş’te Sf. Eftimie ve Stravropoleos kiliselerini gezip dini hayat hakkında fikir sahibi olabilirsiniz.

Dimitrie Gusti Ulusal Köy Müzesi.

Bükreş’te yemek kültürü biraz vasat. Köfteye chiftele, sarma dolmaya sarmale diyorlar. Geleneksel yemeklerinden tochitura içerisinde; yumurtalarla süslenen etler ve patates püresi var. Sarı ve kırmızı biberden yapılan dolmaya ardei umplutiyi diyorlar. Benim damak zevkime en uygun kahvaltılık ise sıcak ekmeğe sürüp yiyebileceğiniz zacusca denen patlıcan ve domatesle yapılan özel bir sostu. Yolunuz düşerse mutlaka denemelisiniz.