Son rüzgar yüreğimizden esene kadar

ÖMER MUSA TARGAL
Abone Ol

Bolivya’nın başkenti La Paz… Deniz seviyesinin 3640 metre yüksekliğine kurulmuş bir şehir. Bu şehri ziyaretine gelen turistlere nefesleri daralmasın diye yavaş yürümeleri tavsiye edilir. Latin Amerika turumun ortalarındaydım. Daha bir gün önce şehre gelmiştik ve sabahında hosteldeki yol arkadaşımla bir etkinliğe gitmeye karar verdik. “Çamaşırlarımı yıkamaya vermiştim, hemen alıp geleyim ve çıkalım” dedim. Yüksek bir merdivenin başındaydı dükkân. Koşa koşa çıkmaya başladım. Sanırım kahvaltıda yediğim yüreğe güvenmiştim. Merdivenlerin sonuna geldiğimde bayılmak üzereydim. Kıpkırmızı hâlimi gören dükkân sahibi kadın hemen bir bardak suyla koştu geldi. Nefesim düzelene kadar merdivenlerin başında oturdum. Şehir yükseğe kurulmuştu bir kere. Düz sokaklarında yürümek bile nefesi daraltabiliyordu.

Floransa Katedrali.

Şimdi beklenmedik bir soru: “Burnu 3000 metrenin üzerinde bir insanın yanında hiç nefesiniz daraldı mı?” O kadar yukardan bakar ki size, merdivenlerini çıkmak zorunda kalırsınız göz teması kurabilmek için. Sokaklarında yürümek bile nefesinizi daraltmaya yeter gerçi. La Paz gibi insanlar vardır.

Kıta değiştirelim. İtalya’nın tarihi şehri Floransa. Deniz seviyesinin yalnızca 50 metre yüksekliğine kurulmuş bir şehir. Sokaklarında yürürken şu arayı dönünce acaba nasıl bir mimari ya da estetik bir harika göreceğim diye heyecanlandığınız bir şehir. Muhtemelen burada da yavaş yürümeniz tavsiye edilir. Ara ara durup güzelliğinden nefesinizin kesileceği ayrıntılara odaklanabilmek için. Erasmus eğitimini Roma'da alırken Floransa’ya da yolum düşmüştü. Sokaklarında yürürken köşelerinde durup zamanı yavaşlatabilmek için en fazla kahve içtiğim şehirdi sanırım. Manastırlarında ilahi bir pencere açıp müzelerinde kalbe estetik bir ruh üflerdi.

Yine bir soru: “Biriyle konuşurken muhatabınızın ruhundan yansıyan ince ayrıntılar nedeniyle hiç nefesiniz kesildi mi?” Sokaklarında yürürken acaba şimdi nasıl bir sürprizle karşılaşacağım diye heyecanlandığınız… Mabetlerinde dinginleştiğiniz, müzelerinde hayranlıkla yürüdüğünüz... Floransa gibi insanlar vardır.

La Paz, Bolivya.

Bazı insanlar vardır, içinde eğlence parkları olan. Bazı insanlar vardır, içinde felaketler kopan. Kimilerinin içinde kalabalık, kimilerinin içinde terk edilmiş bir şehir. Her insan bir şehir gibi aslında. Sokakları, kendi insanları, mabetleri, haberi olmadan dikilen gecekonduları, geçmişin eyvahları ve geleceğin evhamlarıyla dolu ana arterleriyle.

Dünyanın farklı köşelerinde gezerken onlarca şehir tanıdım ve yüzlerce insan. Her şehrin bir rengi, estetiği, müziği, enerjisi, statüsü ve tarihi var. Kimisi duvarlarla çevrili, kimisi deniz kıyısında, kimisi çöl ortasında. Kimi kasvetli, kimi ruha dinginlik veren. Kimi kaotik, kimi ıssız. Kimi turistlerin istilasında seyirlik mekanlara dönüşmüş, kimi hiç dokunulmamış bile, yabancı görmemiş.

La Paz, Bolivya.

Yıllar geçtikçe insanlara birer şehir gibi, şehirlere birer insan gibi bakmaya başladım. Tanıştığım insanların bir kısmında üzerime çöken kasvetten nefes alamadım. Hemen çıkıp gitmek istedim sokaklarından. Bir kısmıysa içindeki ormanları gezdirdi bana, deniz kıyılarında şarkılar dinletti. İnsan bu ya, şaşırtıyor. Çöl gibi görünen bir insan, içindeki inanılmaz vahayı gösterdi bana. Sahil kasabası rahatlığındaki sokaklarına uğradığım bir insanın travmalarla yüklü bağ evinde ağladım. Lüks arabasıyla temiz ve düzenli sokaklarında beni gezdiren iyi giyimli bir insanın, arka sokaklarındaki torbacılarla tanıştım. Beni şehrinin çarşısındaki mabedine götüren bir insanın, yeraltındaki meyhanesinde sarhoş oldum. Şehrinin ışıltılı gece kulübünde beni eğlenceye çağıran bir insanın, köprü altlarındaki dergahında zikir çektim.

Bazen bir şehre girdiğinizde ana caddeleriyle ara sokakları arasındaki fark yüzünüze çarpar ya. İnsanlar da böyledir işte. Kimi sizi yalnızca ana caddelerinde dolaştırır. Kimi de bile isteye ara sokaklarına çeker. Hem kendine olan güveni hem de size olan güveni belirler bu ayrımı.

Malabo, Ekvator Ginesi.

Ekvator Ginesi’nde yaşadığım dönemde düşündüm bunu. Başkent Malabo’da bir Afrika Birliği Zirvesi düzenlenecekti. Şehrin tek otobanı havaalanından başlıyor ve yabancıların kaldığı şehrin en lüks oteline varıyordu. Bu otelin bulunduğu bölge de özel olarak inşa edilmişti. Kaldırımlarından ağaçlarına kadar. Peki, otoban kenarındaki yoksul mahalleler ne olacaktı? Çözüm bu mahallelerin göründüğü yerlere otoban kenarında duvar örmekti elbette. Kendini saklamak, özünü örtmek. Böylece şehre gelen misafirler sefaleti göremeyecekti. Peki, ya misafirler şehre gitmek isterse? Hemen şehrin ana caddelerindeki evlerin duvarlarına yetkililer tarafından kırmızı bir spreyle uyarılar yazıldı. Uyarı şöyleydi: ‘Eğer 24 saat içinde evlerinizi boyamazsanız cezai işlem uygulanacaktır.’

Sokaklarımızı ne kadar süpürsek de kirlenecek, birileri gecekondu dikecek, deprem olacak, sel götürecek. Son rüzgâr, yüreğimizden esene kadar.

Homo sapiens’ten (düşünen insan) homo videns’e (gören insan) geçenler olarak artık görmediğimize inanmama eğilimindeyiz malum. Gören insan diyoruz ama aslında bu bakmak. Bakmak şahitlikle, görmek derinlikle ilgili. Baktıklarımızda görebileceğimiz ne çok şey var halbuki. Ancak biri bize gösterecek ki o zaman görmeye başlayacağız. Çünkü bu kadar görüntü gözlerimizin önünden geçerken bakmak bile yeterince yorucu. O kadar çok şeye bakıyoruz ki artık görmeye de vaktimiz yok. Görünür olanların da göstermeye vakti yok. Seyirlik şehirlerde ve seyirlik insanlarda yaşıyoruz.

Görünmez olanın kutsanmışlığından kaçmaya çalışırken, yalnızca görünür olanın var olduğu kabulüne savruldu bu zamanın ruhu. Şehirler, turistler için hazırlanmış gezi rotası haritalarında gösterilenlerle var olabiliyor. İnsanlar da böyle. Tanıştığımız insanlar kendileri için sınırları belirli bir gezi rotası sunuyor artık. Peki, bir insan olarak bizim sokaklarımızı gezmek isteyen insanlara verdiğimiz turistik harita dışına kendimiz çıkabiliyor muyuz? Alelacele ördüğümüz ve boyadığımız duvarlar ne olacak? Kendimizin arka sokaklarında gezecek cesaretimiz var mı? Belki de ancak güvendiğimiz insanlarla bu sokaklara girip, boyalı duvarları yıkabileceğiz.

Sokaklarımızı ne kadar süpürsek de kirlenecek, birileri gecekondu dikecek, deprem olacak, sel götürecek. Son rüzgâr, yüreğimizden esene kadar.