Sokullu Mehmet Paşa'nın Ayasofya'daki izi

FATİH SARIMEŞE , BEYZA NUR KOYUNCU
Abone Ol

İstanbul siluetinin en önemli imgelerinden biri şüphesizAyasofya’dır. Devasa kubbesiyle Tarihi Yarımadaya bakanherkese kendisini gösteren Ayasofya yapıldığı dönemdenbugüne güncelliğini koruyan bir yapıdır. Birden fazlaözelliğiyle insanlara kendisini hayran bırakan Ayasofyaayrıca fetihten sonra camiye çevrildiği hâlde adı değişmeyentek yapıdır.

Ayasofya'da yer alan İoannes Khrysostomos mozaiği.

İlk yapımına şehrin de kurucusu olan Büyük Konstantinos (324-337) döneminde başlanan Ayasofya, imparatorun oğlu Konstantios (337-361) zamanında tamamlanmış ve 15 Şubat 360 yılında ibadete açılmıştır.

20 Haziran 404 senesinde Patrik İoannes Khrysostomos’un şehirden ve patriklikten sürgün edilmesi üzerine taraftarlar galeyana gelmiş ve ayaklanma sırasında kilise harap olmuştur.

Büyük Konstantinos’un kurduğu şehri genişleten II. Theodosius (408-450) devrinde harap olan Ayasofya beş nefli bazilikal düzende tekrardan ayağa kaldırılmış ve 10 Ekim 415 senesinde tekrardan açılmıştır. İkinci kez yapılan Ayasofya bu sefer Iustinianos (527-565) devrinde imparator ve karısı aleyhine 532 senesinin 13-14 Ocak gecesi çıkan Nika ayaklanması sırasında yanmıştır. Kanlı bir şekilde isyanı bastıran Iustinianos, üçüncü Ayasofya’yı daha büyük ve muhteşem bir şekilde yaptırmak istemiştir. Yeni Ayasofya Anadolulu iki mimar Trallesli (Aydın) Anthemios ile Miletoslu (Milet-Balat) İsidoros tarafından 532-537 yılları arasında merkezi kubbeli bazilika planında inşa edilmiştir. Kaynaklarda inşaat sırasında toplam 10.000 kişinin çalıştırıldığı anlatılmaktadır.

Ayasofya'nın Kesit ve Plan Görünüşleri.

Yapıldığı dönemde dünya üzerindeki en büyük kiliselerden biri olan Ayasofya fetih dönemine kadar Bizanslılar tarafından neredeyse her yüzyıl onarım görmüştür.

1453 senesinin 29 Mayıs Salı günü kent Osmanlıların eline geçmiştir. Fetih ile birlikte "Fatih" unvanını alan Sultan II. Mehmed kentin yeni sahibi olarak fethin ikinci günü Ayasofya’ya devlet erkanı ile birlikte girmiştir.

Ayasofya’nın işlev açısından "ibadethane" unvanı değişmemiş ve Hıristiyanların yerine Müslümanların ibadet etmesi için cuma gününe kadar yapıya minber ve mahfil eklenmesini istenmiştir. Cuma namazı ile birlikte resmi olarak camiye çevrilen Ayasofya 1934 yılında müzeye çevrilene kadar kentin en büyük camisi olarak görevini sürdürmüştür.

Sokullu Mehmed Paşa'nın Yağlı Boya Portresi.

Bizans devrinde Ayasofya’nın merkezi kubbesi üzerinde haç yer almaktaydı. Fetihten sonra Fatih Sultan Mehmed tarafından haç yerine hilal şeklinde alem yerleştirildiği hakkında kaynaklarda bir bilgi yer almamaktadır. Haçın yerine alem konulmasa bile haçın kubbenin üzerinden indirildiği düşünülmektedir. Hadika’da (Hadikatü'l Cevami) yer alan bilgiye göre Ayasofya’nın merkezi kubbesi üzerinde yer alan altın varaklı alemSultan III. Murad (1574- 1595)devrinde, XVI. yüzyılın en önemli sadrazamı olan Sokullu Mehmed Paşa tarafından eklenmiştir. Hadika’da yer alan bu bilgi daha sonra Haluk Şehsuvaroğlu’nun Asırlar Boyunca İstanbul eserinde kullanılmıştır. Aynı bilgi ayrıca Ayasofya’nın Osmanlı devri onarımları hakkında doktora tez çalışması yapan Hasan Fırat Diker tarafından da onaylanmıştır.

Alem kelimesi Arapça da herhangi bir şeyin tanıtılması maksadıyla kullanılan işaret, alamet ve bayrak anlamlarına gelmektedir.

Mimaride minare ve kubbelerin en yüksek noktalarına, mimari dışında ise bayrakların tepelerine yerleştirilen ve Ay’ın hilâl haline benzeyen alemin menşei eski Türklerin ve başka milletlerin kuvvet remzi olarak kullandıkları boynuzdan gelmektedir.

Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından, 532-537 yılları arasında İstanbul'un tarihî yarımadasındaki eski şehir merkezine inşa ettirilmiş bazilika planlı bir patrik katedrali olup 1453 yılında İstanbul'un Osmanlılar tarafından fethedilmesinden sonra Fatih Sultan Mehmed tarafından camiye dönüştürülmüştür.

Alemin yapılarda yer alan minare ve kubbelerde kullanılmasının üç temel nedeni vardır. Bunlardan ilki yapı gerekliliği olarak bilinmektedir. Şöyle ki kubbelerin tepesini kaplayan kurşunların en uç noktada birleştikleri yerde bir açıklık meydana gelmektedir. Bu açıklıktan rüzgâr ve yağmurun girerek kurşunları kaldırmaması için bir örtü ile örtülmesi gerekmektedir. Örtünün ise üzerine ağır bir şey konulması ihtiyacında alem düşünülmüştür.

İkinci nedeni minare ve kubbe gibi bölümlere bakan kişinin dikkatini vermesini sağlamak ve minare ya da kubbe çizgisinden yukarıya doğru bakarak dikkatin semaya doğru çekilmesine olanak vermesidir. Böylece estetik olarak kubbeye bir yükseliş tesiri verildiği gibi minareler ise olduğundan daha yüksek görünmektedir.

Ayasofya'nın Kubbesi ve Alem.

Üçüncü neden ise aslında eski bir Türk geleneğine dayanmaktadır. İslam öncesi Türk hayatında özellikle çadırların tepesine hem tezyini bir süsleme için hem de inanılan kötü ruhlar ile nazarlara karşı koymak için bir tılsım mahiyetinde sırığa geçirilmiş yuvarlak formlu tepelikler konulmuştur. Bu yuvarlak tepelikler moncuk ya da boncuk isimleriyle bilinmektedir. Eski bir Türk geleneği olan ve İslam öncesi Şamanizm inancı ile bağlantılı olan bu duruma farklı sebepler eklenerek alemlerin günümüze kadar kullanılmasına ve mimaride özellikle minare ile kubbelerde önemli bir öğe olmasına vesile olmuştur.

Fetihten sonra kentin en büyük camisi yani "Cam-i Kebir" olarak anılan ve aslında fethin bir sembolü olan Ayasofya’ya altın varaklı bir alemi Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa’nın ekletmesi, Sokullu Mehmed Paşa’nın gücünü simgeleyen bir olaydır. Aslında dünyaya bir Hıristiyan olarak gelen hatta gençliğinde papaz yardımcısı olarak çalışan ve asıl adı Bayo (Bayiça) olan Sokullu Mehmed Paşa, Kanuni Sultan Süleyman’ın hükümdarlığının ilk senelerinde devşirilmiş, Enderun’da yetişmiş ve devlet teşkilatının en önemli konumuna gelerek Osmanlı tarihine adını bırakmıştır. Fatih Kadırga’da, Haliç Azapkapı’da, Eyüp’te ve Büyükçekmece’de inşa ettirdiği külliyelerle İstanbul’a adını bırakan Sokullu Mehmed Paşa kentin simgelerinden biri olan ve fethin sembolü olarak kabul edilen Ayasofya’nın merkezi kubbesine altın varaklı alem ekleme kudretine sahip olması Osmanlı tarihi ve Ayasofya tarihi açısından dikkat çekicidir.