Sokaklarda acılarımızın kaynağını araştıran şair: Didem Madak
Mustafa Akar’ın “bu annesiz evleri değiştirelim aniden” dizesini, bütün ömrü boyunca taşımış bir kadın o. Annesiz evlerin söylediği ya da gizlediği ne varsa hepsini duymuş biri. Duyduklarını kimi zaman açık açık söyleyen kimi zamansa kendinden bile gizleyen biri. Bir şair. Yorgun, umutlu, mutsuz. Her şeyin eşiğinde, her şeye yakın ve her şeye uzak…
Hikâyesi bir Füsun ile başlayıp bir Füsun ile bitti aslında. İki Füsun arasında geçen 41 yıllık bir ömür. Birincisi annesi, diğeri kızı. Annesini kaybettiğinde 12 yaşındaydı. Annesiz evlerle tanışacaktı. Ki tanıştı. Teyzesi ona ve kardeşi Işıl’a, annesinin gençliğinde tuttuğu defteri verdi. Öyle tanıştı Madak şiirle, annesinin dönemin ünlü ve iyi şiirlerini tuttuğu defteri görünce başladı hikâyesi. Annesizdi, elinde ondan kalan bir defter vardı. Bu mirasla başka ne yapabilirdi? Böyle bir durumda yazmaktan başka ne yapılır ki?
Bodrum katı. Hikâyesinin bir diğer dönüm noktası da burası biraz. Üç sene süren bir evliliğin ardından taşındığı bodrum katında şiirler yazdı o. “Limanı olanın aşkı olmazı” burada aklından geçirdi, “saymayı mutsuzların bulduğunu” burada… “Bütün renkleri mezun etmişler hayatlarından” dediği insanların yanından buraya döndü. Pulbiber Mahallesi burada kuruldu. Yanan ruhu Grapon Kağıtları’yla burada sarıldı.
Genç ölmek ve hayata erken başlamak onun hayatını böyle de tanımlayabiliriz. Git gellerle dolu bir yaşamdı onunki. Tezgâhtarlık, anketörlük gibi işlerde çalıştı. Af çıkınca birinci sınıfta bıraktığı hukuk eğitimini tamamladı. Yani savruldu, düştü, yaralandı, ayağa kalktı. Allah’a sığındı. Kendi tabiriyle 26 yaşına kadar her istediğini yaptı. Sonra: “Kendime dur demem gerekiyordu. İnsan ya ölerek ya da yaşamaya karar vererek kendini durdurabilir. Ben yaşamaya karar verdim. Bu yüzden Allah benim çaresizliğimdi, artık konuşabileceğim kimse kalmadığı için, konuştuğumdu. İster istemez şiirlerimde de bu konuşmanın izleri var. Tasavvufun önerdiği iç yolculuğu, önemli bir olanak olarak görüyorum kendi açımdan. Tasavvuf insanı günahkâr, aciz bir kul konumundan uzaklaştırıyor.”
Şiiri muziplik olarak gördü. Çocukluğundan kalan bir muziplik. Erken düşen çocukluğunu sürdürmenin yoluydu belki de şiir. Evdekilere hisli mektuplar yazıp kapı aralığından atan Didem’in belki de çocukluk alışkanlığıydı. Kendi deyimiyle “Kibritle oynayan bir çocuk” muzipliği. Yine de yangın çıktı. Birileri ona kaçması gerektiğini söyledi bu yangından. O, kaçmadı. “grapon kağıtları” yla yanan yerlerini süsledi.
Alışıldığı için göze değmeyen hayatın en küçük noktasında, hatta bir eşyada dahi kendi derinliğini yakalama imkânı buluyordu o. Bu nedenle de gündelik olan her şey onun şiirine tabiydi.
Ve hikâyenin diğer Füsun’u sahneye gelir. Kızı Füsun. Annesinin adını verir kızına Madak. Başka türlüsü mümkün de değildir. Kızı doğunca şiir yazamaz olur. Söyledikler i, yıllardır söyledikleri “bugün” gelsin diyeydi belki de. Mahalleler bu yüzden kurulmuş, Ah’lar bu yüzden çekilmiş, bu yüzden birikmiştir belki de uzun dalgınlıklar…
41 yaşında kolon kanserinden vefat etti Didem Madak. Ömrü boyunca “Ülkenin yürüyen caddelerinde acılarımızın kaynağını araştırmaya” çalıştı. İnsanlar için dualar ve beddualar dışında ne icat edebileceğimizi sordu. Bir bodrum katında. İki Füsun dilimi arasında.