Sanatın soylu bohemi: Henri de Toulouse-Lautrec

CELİNE SYMBİOSİS
Abone Ol

Henri Marie Raymond de Toulouse-Lautrec-Monfa, 24 Kasım 1864’te,Güney Fransa’nınAlbi kentinde aristokrat bir ailenin çocuğuolarak dünyaya gelir. Babası Kont Alphonsede Toulouse-Lautrec-Monfa, bölgede yaklaşıkbin yıldır hüküm süren, kökleri Şarlman’a(Charlemagne) kadar uzanan soylu bir aileyemensuptur. Annesi Kontes Adèle Zoë Tapiéde Celeyran ise babasının teyzesinin kızıdır. Henri’nindoğumundan dört yıl sonra doğan ikinci erkek çocuğunölümünden sonra annesiyle babası ayrılır.

Henri’nin akraba evliliği yüzünden küçük yaşta ortaya çıkan genetik kemik hastalığı, 1878 ve 1879’da iki bacağını art arda kırmasıyla hayatını zorlaştırmaya başlar. Kırılan kemikleri asla tamamen düzelmez, bacaklarının uzaması durur ve hayatı boyunca baston kullanmak zorunda kalır. Yaşadığı dönemde aristokratlar arasında ressamlık, bir hobi olarak bile hoş karşılanmamasına rağmen tedavisi sırasında resimle ilgilenmeye başlar.

  • Otoportre (Self-portrait in front of a mirror), 1882-83
  • Fiziksel görünümünden hiç hoşlanmayan Lautrec, kendi portresini nadiren yapardı. Bu otoportreleri içinde karikatüre kaçmadan, ciddiyetle işlediği tek eseri ise bu resmiydi. Burada bile olabildiğince kendini gizleyerek, yüzünü olabildiğince gölgede bırakmıştır.

Paris

Lautrec sanat konusunda eğitim almak istediğinde babası bu duruma karşı çıkmaz, çünkü onu usta bir binici, avcı ve maceraperest olarak yetiştirmekten vazgeçmiştir. Kont Alphonse ressam dostlarıyla konuşarak oğlunun Paris’te yaşayan René Princeteau’nun yanına girmesini sağlar. 1882’den sonra kendini geliştirmek için dönemin ünlü ressamlarından Léon Bonnat ve Fernand Cormon’un atölyelerinde eğitim görür. Bu sıralarda Paris’in gece hayatında boy göstermeye başlar. 1885 yılından itibaren çalışmalarını çeşitli kabarelerde sergilenir. İki yıl sonra Paris’in sanatçı mahallesi olarak bilinen Montmartre’da kendi atölyesini kurar. İlk bakışta tanınan üslubunu tarzını bulması pek uzun sürmez.

  • "Fransız sanatında devrim yapacak değilim. Bana hiçbir kötülüğü dokunmamış ama benim her türlü saçmalığıma katlanmak zorunda kalan kâğıt parçasıyla boğuşup duruyorum, hepsi bu."

Balerinler (Ballet Dancers), 1885

Balerinler (Ballet Dancers), 1885

Lautrec resim yapmaya başladığından itibaren asıl ilgi alanı hareketi yakalamak ve renk üretmekti. Arkadaşı Émile Bernard’ın sayesinde İzlenimci ressamların eserleriyle tanıştı. İzlenimci ressamların modern hayatı betimleme yaklaşımını kendine yakın buldu. Bunların arasında onu en çok etkileyen Edgar Degas olmuştu. Charles Garnier’in 1875’te tasarladığı Opera Binası’nı sık sık ziyaret eden Lautrec, aynı Degas gibi balerinlerin provalarını da resimledi.

Bohem bir hayat

Vincent van Gogh’un Portresi (Portrait of Vincent van Gogh), 1887

Lautrec eğitimini tamamladıktan sonra kendini Paris’in bohem hayatının kollarına teslim eder. Ailesinin aristokrasiden gelen katı kuralcılığını reddederek, Montmartre’da karşılaştığı çeşit çeşit insanlarla birlikte bir hayat kurmaya başlar. Aile servetinin sağladığı maddi bağımsızlık sayesinde, para için resim satmak zorunda değildir. Zaten resimleri sanat dünyasında birkaç sanat eleştirmeni dışında kimse tarafından beğenilmez. Barların ve kabarelerin müdavimi olan Lautrec, bu mekânları ve bu mekânlarda yaşayan insanları sanatının başlıca konusu hâline getirir.

  • Moulin Rouge’da Dans (At the Moulin Rouge, The Dance), 1890
  • 1889 yılında Clichy Bulvarı’nda açılan Moulin Rouge kabaresi, sahneye çıkardığı yıldızları ve sıra dışı dekoruyla Montmartre’ın en beğenilen eğlence yerlerinden biri olmuştu. Adolphe Willette’in tasarımı olan bu mekân, sizi önce bir yel değirmeniyle, sonra Paris Dünya Sergisi’nden (Paris International Exposition) satın alınan kocaman bir fil heykeliyle karşılıyordu. Kabarenin en canlı yeri, dans pistiydi. Burada her zaman Lautrec için ayrılmış bir masa bulunurdu ve çoğu gece onu orada görmek mümkündü.

Moulin Rouge (La Goulue), 1891

Lautrec sıkça vakit geçirdiği kabarelerin afişlerini tasarlamaya başlar. Japon baskılarının minimalist estetiğinde ve kompozisyonundan esinlenerek ürettiği bu baskılar oldukça ses getirir. Kısa süre sonra o kadar popüler olur ki koleksiyoncular afişlerini duvarlardan söküp saklamaya başlarlar. Bu sayede kitap kapakları ve süreli yayınlar için illüstrasyon da resimlemiştir.

Moulin Rouge (La Goulue), 1891

  • Moulin Rouge’da Bir İngiliz (The Englishman at the Moulin Rouge), 1892
  • Bastonu, silindir şapkası ile tepeden tırnağa şık giysiler içinde görülen Lautrec’in İngiliz ressam arkadaşı William Ton Warrener’dir. Kadınlarla arası oldukça iyi olan Warrener, Paris’te kaldığı dönemlerde gece hayatının önemli kişiliklerinden biri hâline gelmiştir.

Mağribi Dansı (Moorish Dance), 1895

Moulin Rouge’un en sevilen dansçısı La Goulue’nun (Louise Weber), kariyeri kısa ömürlü olur ve yıldızı birkaç yıl içinde sönmeye başlar. Aşırı yiyip içme alışkanlığı yüzünden şişmanlamaya başlayan dansçı daha önce kabarelerde sunduğu gösterisini panayırlarda sürdürmek zorunda kalır. Bu resim, yeni gösterisinde panayır alanını süslemek için Lautrec’e sipariş ettiği iki dekoratif panelden biridir. Resimde, bize arkası dönük izleyiciler arasında Oscar Wilde da var.

Mağribi Dansı (Moorish Dance), 1895

Son yılları

1895 ile 1899 yılları arası, Lautrec’in katıldığı ve ona yurtdışında da şöhret kazandıran sayısız sergiyle geçti. 1893’te, arkadaşı Maurice Joyant’ın organizasyonuyla ünlü Galerie Goupil’de tek kişilik sergisini açtı. Fakat yıllardır sürdürdüğü sefahat hayatı nedeniyle sağlığı hızla bozulmaya başladı. 1899’da ailesinin istediği üzerine bağımlılık ve depresyon tedavisi için sanatoryuma kaldırıldı. Üç aylık arınma sürecinden sonra, eski hayatına dönmesi uzun sürmedi. Ölümünün yaklaştığının hissedince, yarım kalan işlerini tamamlamaya başladı. Stüdyosundaki eserlerini elden geçirip mükemmel olmadığını düşündüğü birçok eserini yok etti.

Fishing Boat, 1880

1901’de Taussat’da geçirdiği kalp krizi sonucunda felç geçirdi. Sağlığının artık kolay kolay düzelmeyeceğini anlayan annesi onu Malromé Şatosu’na getirerek, bakımını üstlendi. Kısa süreli bir iyileşme döneminin ardından 9 Eylül 1901’de, henüz 36 yaşındayken hayatını kaybetti.