Ölüleri gömdükten sonra doğan bir ozan: Nick Cave

ZEYNEP TUĞÇE KARADAĞ
Abone Ol

Öğretmen bir baba ile kütüphaneci bir annenin çocuğuolan Nick Cave, Avustralya'da Anglikan kilisesine bağlıolarak yetiştirildi. Müzikle ilk tanışması kilisenin çocukkorosunda oldu. Çocukluğunun bir kısmı nehir kenarındageçtiği için nehirleri her zaman sevdi. Denize ise hepmesafeliydi. Bundandır belki de annesini nehre, babasınıdenize benzetmesi. İtiraf ettiği üzere, babasını geçmekgibi bir savaşı vardı.

İlk kaybın sonsuz boşluğunda

Çocukluğunda, Cave ilkin Warracknabeal'da ve sonra da Wangaratta'da olmak üzere Avustralya'nın kırsal Victoria bölgesinde yaşadı.

Liseyi bitirdikten sonra resim okumaya karar verdi fakat profesyonel şekilde müzik yapabilmek için eğitimini yarıda bıraktı. Bu sıralarda asiliği iyice artmıştı, zaman zaman başını belaya sokup, geceyi nezarette geçiriyordu. Bu gecelerden birinde, babası trafik kazasında hayatını kaybetti. Onu nezaretten çıkartmaya gelen annesi, babasının öldüğünü söylediğinde hayatındaki her şeyi yutan bir boşluk meydana geldi. Edebiyatın önemini ona öğreten adamı kaybetmişti.

Babası, ona suçu yasalardan değil Dostoyevski'den öğreten adamdı.

Yıllar sonra “Dünyada 20.000. Gün” adlı belgeselinde kendisine babası sorulduğu zaman Nabokov'un “Lolita” kitabını ona okuduğu anı unutamadığını söyleyip sözlerine devam edemedi Nick Cave. Yıllar geçse de bu ölümün boşluğunu ne yaptığı şarkılar ne de yazdığı kitaplar dolduramadı.

Kilise, bağımlılık ve hesaplaşma

Nick Cave, her zaman dinlere ilgi duyan bir insandı. Kutsal kitaplardan ilham alarak pek çok şarkı yaptı. Dine en çok ilgi duyduğu dönemse uyuşturucu bağımlısı olduğu dönemdi. Uyanır uyanmaz kiliseye gittiği günlerde, bir nevi iç denge kurmaya çalıştı. Bağımlılığın yıkıcılığını inançla tamir etmekti tüm yaptığı.

Kötü tohumlarla güzel bir başlangıç

İlk müzik grubu Boys Next Door kısa süre sonra The Birthday Party’e dönüştü. “King İnk”, “She’s Hit” gibi şarkılarını bu süreçte yaptı. Bir süre sonra grup konserlerinde hep aksiyonlar meydana gelmeye başladı. Yaptıkları müzikten ziyade olaylarla anılan bir grup olmaya başladıkları sırada grup dağıldı.

  • Eski üyelerden Nick Cave ile beraber Mick Harvey kaldı geriye ve Nick Cave and The Bad Seeds kuruldu.

“From Her to Eternity” albümüyle iyi bir başlangıç yapan grup, Los Angeles'tan Berlin'e taşındı. Cave,burada romanı “Ve Eşek Meleği Gördü”yü tamamladı. Berlin'den çok fazla beslendi. Burada en üretken yıllarını geçirdi.

Babası bir İngiliz Dili ve Edebiyatı öğretmeni, annesi ise kütüphaneciydi.

Yerleşik Yabancı

Berlin'den sonra Londra, Sao Paulo gibi farklı şehirlerde yaşamaya devam eden Cave, sadece bir odadan ibaret evler kurdu kendine. O odada huzursuzluğun getirdiği yaratıcılığı buldu. Anılarından şarkılar inşa etti. Her şeyin özünü görmeye çalıştı, şarkılarında hep hikâyeler anlattı dinleyiciye.

Gerilim, hüzün, isyan, cinayet, şiddet, inanç ve aşk içeren hikâyeler…

Bir varoluş şekli: Yazmak

Nick Cave, en çok rock'n'roll grubu Nick Cave and the Bad Seeds ile Amerikan müziğine ve onun köklerine duyduğu büyük ilgiyle tanınır.

Kendini bildi bileli yazmaya tutkundu Cave. Hayatında günlük tutmadığı dönemler çok azdı. Yazmak onu gerçeklikten kurtaran bir eylemdir.

Mesela, Cave'in en korktuğu şey doğadır.

Hava durumuyla, doğanın insanlardan intikam aldığını düşünür fakat bunu kelimelere döktüğünde her şey kurguya dönüşür. Artık gerçeklik geride kalmıştır bu da onu rahatlatır. Roman ve düzyazının yanı sıra senaryoları da vardır. Bu durumu şöyle açıklar:

“Yıllar boyunca yazdığım kelimeler sadece bir cila. Kelimelerin yüzeyinin altında yatan gerçekler var. Bir deniz canavarının kamburu gibi apansız ortaya çıkan ve sonra tekrar yok olan gerçekler. Sahne performansı ve şarkı yapmak benim için bu canavarı ortaya çıkarmanın yolu.”

Oğlunu gömen bir babanın ağıdı: Sketelon Tree

Bir Anglikan olarak yetiştirildi ve Wangaratta Katedrali'nin çocuk korosu'nda şarkı söyledi.

İkiz çocuklarından Arthur, on beş yaşındayken kayalıklardan düşerek hayatını kaybeder. O günden sonra Nick Cave, babasını gömmenin acısının üzerine bir de oğlunu gömmenin acısını ekler. Bir sene sonra “Sketelon Tree” albümünü yapar.Bu albüm bir babanın oğluna ağıtı gibidir. Burada yer alan tüm şarkılarda dolup taşan bir acı hissedilir. Genel olarak diğer albümlerinden daha yavaş bir albüm olması dikkat çeker. Sanki artık bir nefes daha alamayacak kadar yorgundur Cave. “Jesus Alone”ın girişinden “Girl in Amber” şarkısına kadar tüm yaşadıklarını hissettirir bize.