Nietzsche'nin kozası: Sorrento
"Filozofun evi olur mu?" sorusu, anlamını hiçyitirmeyen bir serzeniş gibi çok uzun zamandan berivarlık gerekçesini sürdürüyor. Düşüncenin sınırsızözgürlüğü ve mekânsız olma haline dair anlaşılır biratıf var burada. Ama yine de zihinsel etkinlik ve üretimiaidiyetten bağımsız düşünmek zor. Elbette filozoflarda aidiyet duygusundan münezzeh değiller. Mekân;zihni kışkırtan, ruhu dinlendiren ve ilhamı bahşedenönemli bir belirleyici. Peki o halde filozofun (yaniNietzsche’nin) evi neresi?
Leipzing değil, Naumburg ya da Bonn değil. Basel asla değil, olsa olsa zindanı olabilir zaten Basel. Nietzsche uçurum kenarlarında dolaşmayı seven ve bunu iradi olarak tercih eden bir filozof. Akdeniz falezlerinde bir uçurum kasabası olan Sorrento, onun kafasındaki "güney" imgesini tam olarak karşılayan bir yer aslında. Fotoğraftaki o huzurlu balıkçı kasabası olarak güneyi simgeleyen, dar sokakları, renkli evleri ve portakal bahçeleriyle nam salmış, denizcileri ayartan güzel sesli kızların (siren) yaşadığı bu mitolojik kasaba, Nietzsche’nin turist unvanıyla gidip de evi-yurdu olarak anladığı tek yolculuğu olarak kayıtlara geçecektir. Sorrento, deniz kızlarının yalnız ülkesi. Filozofun evi.
Doktorasız bir kabul ve doğrudan profesörlük davetiyle 20’li yaşlarının başında geldiği Basel Üniversitesi’nde genç bir filoloji profesörü olarak görev yapmaktayken, bir türlü bitmek bilmeyen buhranlar, kalbini kemiren kabuslar ve dayanılmaz ruhsal acılardan kurtulmak, belki bir nebze olsun iyileşmek için -dostlarının daveti üzerine- Sorrento’ya gitme kararı almıştır Nietzsche. 30’lu yaşlarının başında, kalbi yorgun, ruhu ıstırap içinde bir deha. Yola düşmeye mecbur belki de. 1876’da her şeyi geride bırakarak yola koyulduğunda içi ilk kez rahattır. Karanlık kâbusu Basel’den, güneşli bir aydınlık bulmayı umduğu Sorrento’ya yolculuğu, aynı zamanda güneye yaptığı ilk seyahat olarak kişisel tarihine eklenir. Hikâye şöyle başlayacaktır:
"İşte sonunda Sorrento’dayız. Bex’ten buraya yolculuk 8 gün sürdü. Sorrento’daki Villa Rubinacci’ye doğru yola çıktık. Yüksek tavanlı, terası olan, çok büyük bir odam var. Biraz önce ilk kez denize girip çıktım. Hiç abartmıyorlar Sorrento çok güzel. Buranın havası dağ ve deniz karışımı bir hava. Gözler bayram ediyor. Terasımın önünde kışın bile yeşil kalan büyük bir bahçe, gerisinde koyu rengiyle deniz ve en arkada Vezüv Yanardağı var. Umut edelim."
Nietzsche Sorrento’da küçük bir arkadaş grubuyla birlikte günlerini gecelere ekleyerek yaşar. İyileşmeye, huzursuzluğunu bastırmaya ve kendisini duymaya çalışır. Bir Alman pansiyonu olan Villa Rubinacci’deki odasının balkonundan Vezüv Yanardağı’na bakarak geçirdiği günleri, yaşamın anlamını yeniden sorgulamasına yol açacak kadar görkemli ve derindir. Ischia Adası’nı izler penceresinden. Maviliklerde kaybolur. Sorrento’ya özgü rengârenk iplerle dokunmuş berelerden takarak, çiçekler açmış portakal ağaçları arasında yürür sabahları, başını geriye atarak, gözleri yarı kapalı halde ruhunun ıstıraplarını unutmuşçasına dolaşır sokaklarda, patikalarda, uçurum kenarlarında. Şöyle anlatır bu yürüyüşlerini:
Sert rüzgârlarla sallanan ağaçlar başımızın üzerinde aydınlık bir ışıkta gürlerken, esintilerden korunarak tatlı alacakaranlığın ağaçlı yollarında yürümek…
Rinaldo adını taktığı arkadaşı Reinhart von Seydlitz, 1877 yılında Sorrento’da Nietzsche’yle geçirdikleri günlerini şu ayrıntılarla anlatır: "1877’de Sorrento’da geçirdiğimiz günlerin hatırası aklıma geliveriyor. Sorrento’daki odamıza geldiğimizde, karım ona (Nietzsche) iyi gelen ve çok da beğendiği Türk kahvesini hazırlamak için acele ederdi. O zaman bahçeye çıkar, terasa veya piyanonun başına oturur ve kendi tarzından bize teşekkür ederdi. Elinde söyleyeceği söz veya müziğe dair en iyi ne varsa onu sunardı."
İyileştiğini, durulduğunu ve kalbindeki kaosun dindiğini hissetmiştir Nietzsche. Koca bir kışı bu uçurum kasabasında geçirdikten sonra 7 Mayıs 1877’de Sorrento’yu terk eder. Kısa süren bu ilginç seyahat, hayatını köklü bir şekilde değiştirmiştir. Sırtındaki "ağır yük" olarak adlandırdığı üniversitedeki kürsüsünü bırakarak gezgin bir filozof olarak yaşamaya karar verecektir. Wagnerci dönemi çoktan geride kalmış, oldukça derinlemesine bir zihinsel dönüşüm yaşamıştır
Voltaire’e ithaf ettiği "İnsanca, Pek İnsanca" kitabı, Sorrento günlerinin ilk ve en önemli verimi sayılır. Şöyle bir not düşer bu kitabın girişine: "Sorrento’da geçirdiğim kış (1876- 1877) sonrası yazdığım bu monolog kitap, 30 Mayıs 1878’in yakınlaşması, ruhun en büyük özgürleştiricilerinden birine tam saatinde kişisel bir saygı sunma arzusu uyandırmasaydı şimdi kamuoyuna açılmayacaktı."
Sorrento’dan ayrıldıktan sonra "Torna a surriento / Sorrento’ya geri gel" isimli eski bir İtalyan şarkısını mırıldanıp dursa da Sorrento’ya bir daha geri dönememiştir Nietzsche. Kim bilir, 1889 Ocak’ında Torino’da sahibi tarafından kırbaçlanan bir ata doğru koşup sarıldıktan sonra ağır bir krizle sarsılıp yere yığıldığında, aklında Sorrento’da geçirdiği o masalsı kış vardı belki de.
Sorrento şimdilerde turistlerin uğrak noktası bir cazibe merkezi.
Limon ağaçları altında tüm hızıyla akan kalabalık bir hayat. Nietzsche’nin terasından Vezüv Yanardağı’na bakarak zihinsel dönüşümünün temellerini attığı meşhur ikameti Villa Rubinacci, Vittoria Otel ismiyle anılıyor artık. Yürüdüğü patikaların, izlediği manzaraların, alnını dayadığı güneşin ve dağlar-denizler boyunca peşini bırakmayan o huzurlu havanın hatırı hissediliyor ama hâlâ. Nietzsche fazla uzaklaşmış olamaz, burası kesin. Sorrento aynı rüyaya açılan uzun ve tatlı bir uyku. Öyledir, tek bir gecesinde bile huzurla uyuyabildiğin o yer. İşte orasıdır insanın yurdu. İnsanca, pek insanca.