Mutluluktan biraz daha fazlası: Sinop
Şehirlerin de insanlar gibi karakterleri var; bunu biliyoruz. Amaçoğu zaman unuttuğumuz şu ki; bazı mekânlar, bazı şehirler bir andaele vermiyorlar, bırakmıyorlar kendilerini. Bu şehrin gösterdiği birdirenç değil sadece; halleri öyle, tavırları bu. Tıpkı biz insanlar gibi,dünyaya açılma şekilleri böyle. Türkiye’nin en mutlu şehri Sinop dakendini birden ele vermeyen şehirlerden biri. Bakmayın siz onun "mutluluk" içinde yüzdüğüne; bu mutluluğun arkasında Diyojen’ingölge bile istemeyen derin bakışı, duruşu var esasında.
Rivayet odur ki, Büyük İskender bir gün Diyojen’i, üst üste yığılmış insan kemikleri içinden bir şey ararken görür ve ne yaptığını sorar. Diyojen’in cevabı her zamanki gibi hem vakur ama bir o kadar da nezaketlidir: "Babanızın kemiklerini arıyorum, ama hangisinin kölelere, hangisinin babanıza ait olduğunu kestiremiyorum."
Diyojen'in mirası
M.Ö. 412’de Sinop’ta doğan ve ilk gençlik yılları dâhil hayatının azımsanmayacak bir kısmını burada geçiren Diyojen’in, sinik felsefesiyle Türkiye’nin en mutlu şehri olmayı başaran Sinop arasında derin bir ilişki olduğunu şehirde hiçbir trafik lambası olmadığını gördüğünüzde anlıyorsunuz aslında. Mesela büyükşehirlerde yokluğuyla trafiği bir kaosa çevirebilecek bu ışıklar, Sinop üzerindeki derin ve kesintisiz Diyojen etkisinin basit bir nişanesi. Bir öfke nöbetine dönüşen trafikteki bu büyük "riski", İskender’e bile pabuç bırakmayan bu çıplak uyarıcının gölgesinin değdiği bu şehir alabilirdi ancak. "Er kişi, evinden belli olur; dışarıda değil." diye bir deyim vardır. Manaya sadık kalarak bu deyimi Sinop’a şöyle uyarlamak mümkün: "Mutluluğun anahtarı, insanın öfkesini kontrol etmesinde saklıdır."
Geçmiyor günler geçmiyor
Yolu Sinop’a düşenlerden biri de Kürk Mantolu Madonna romanının yazarı Sabahattin Ali’dir.
1392’de Konya’dan Sinop Cezaevi’ne nakledilir. 9 ay burada kalır, genel afla birlikte cezaevinden kurtulur.
Ama bu dokuz ay onun edebiyat serüveninde çok önemli bir duraktır. 41 yıllık hayatına sığdırdığı önemli eserlerin tohumları burada atılır.
Adı mutlulukla anılan bir şehrin simge mekânlarından birinin bir "cezaevi" olması sizi şaşırtmasın. Geçmişine sahip çıkarak, onunla barışık yaşamayı bilmenin en büyük erdem ve mutluluk olduğunu bilen Sinoplular, şimdilerde bir müze olan Sinop Cezaevi’ni şehrin tarihinin önemli bir parçası olarak görüyor.
Ünlü seyyah Evliya Çelebi de seyahatnamesinde bu eski yapıdan şöyle bahseder:
Büyük ve korkunç bir kaledir. 300 demir kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığından 10 adam asılır nice azılı mahkûmları vardır. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır. Tanrı korusun, oradan mahkûm kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmazlar.
Şimdi artık oraya girmek de çıkmak da serbest ve kolay. Dışarıdaki deli dalgaların duvarları yaladığını, günlerin nasıl zor ve bir o kadar meşakkatli geçtiğini, asıl mutluluğun özgür olmak olduğunu bir kez daha hatırlamak için Sinop Cezaevi’ni görmekte fayda var.
Türkiye'nin en kuzeyinde ışıldayan fener
Ne zaman birisi fenerden, bir deniz fenerinden bahsetse İngiliz yazar Virginia Wolf’ün Deniz Feneri romanını hatırlarım. Bu romanın simgesi ve küçük çocuğun, Ramsey’in sürekli gitmek istediği “o yer” olan deniz feneri gibi Sinop’ta da ulaşmak istediğiniz ama sürekli sizden kaçan bir yer var: İnceburun Feneri.
İnceburun Feneri, Türkiye’nin en kuzey ucunda yer alıyor. 1863’te yapılmış olan fenerde uzun yıllardır feneri bekleyen bir aile yaşıyor. 12 metrelik bir kulesi olan fener, Sinop merkeze yaklaşık 20 km. uzaklıkta. Buradan Karadeniz’in uçsuz bucaksız maviliğine bakarken bir sırça fanusta uzun ve kesintisiz bir düşünce akışına kapılmamanız mümkün değil. Tıpkı Wolf’ün Deniz Feneri’nde olduğu gibi.