Mahvolma şansı: Philip K. Dick

MERT MEVLÜT GÖKÇE
Abone Ol

Philip K. Dick Amerikalı bilim kurgu yazarı. Bilim kurgu tarihinin en sıradışı yazarlarından. Çocukluğunda takip ettiği bilim kurgu dergilerinden etkilenerek yazmaya başladı. Gençliğinde uzun süre radyo ve müzik ortamlarında çalıştı. 1950'den başlayarak roman ve öyküler yazdı.

Durağan bir yaşamı yoktu. İkiz kardeşi Jane, daha çok küçükken ölmüştü. 1948'de ilk evliliğini yaptı. İki yıl sonra dul ve alımlı komşusu Anne'ye gönlü düşünce Kleo'dan boşanıp onunla evlendi. Neden sonra Anne'in eski kocasını öldürdüğü ve kendisini de aynı sonun beklediği paranoyasına kapıldı. Bu çılgınlığa son vermek amacıyla 1962'de tek başına bir kulübeye taşındı. Orada yaşadığı yıllarda -iki üç yıl- 11 roman yazdı. Daha sonraki yıllar, ilaçlar ve depresyonlarla geçti. Bu arada dördüncü karısı Nancy de onu terk etmişti. Sonra yeniden evlendi ve tekrar yazmaya başladı.

Kendisini de romanlarına bir karakter olarak dahil etti. İsmi PKD’ydi. Yaşadığı dönemde yazdıklarının gerçek değeri maalesef anlaşılmadı. Ölümünden sonra hikâyeleri ve romanları sinemaya taşındı ve sinema tarihinde derin izler bırakan filmler olarak iz bıraktı PKD’nin kurguları.

Metinlerinin başlıca problematiği gerçek nedir sorusu etrafında şekillendi. Anlattığı muhayyel gelecek ona gerçek üzerine düşünme fırsatı da veriyordu. Hem zaman ve mekân olarak gerçeğin dışına çıkıyor hem de gerçek dışının içinde gerçeği yakalamaya çalışıyordu. Tuhaf bir şekilde bilim kurgu edebiyatı içinde muhalif bir tarzı vardı PKD’nin. Teknolojinin tek tek bireylerde yarattığı yıkımı net bir biçimde romanlarında görmek mümkündür. Bu yönüyle distopik bir havası da vardır onun metinlerinin.

Yazmanın dışında iki tutkusu daha vardı: Müzik ve uyuşturucu. Bir dönem evini uyuşturucu bağımlılarıyla paylaştı. Tanrı ile iletişime geçtiğini iddia ettiği sanrılar görmesi ise başarısız evliliklerinin ardından gelen bir depresyon dönemi olarak hayatının keskin virajlarından biriydi, son dönem romanlarının tümünde yoğun olarak metafizik denilebilecek konulara eğildi.

Hikâye normal seyrinde giderken kahramanlarını yepyeni dünyalara atmaya bayılıyordu o. Temel yaklaşım noktası “herkesin kendi gerçekliği vardır” idi. Uyuşturucu etkisinde görülen hayaller, robotlar, androidler, mistik sanrılar, paranoyak davranışlar onun yarattığı değişken evrenleri tamamlayan unsurlardı. Okuyucusunu etkilemek için bilim-kurgunun vazgeçilmezleri olan çılgın buluşlara, uzay gemilerine, karmaşık geleceklere asla sığınmadı. Onun için önemli olan her zaman için insan faktörüydü.

Philip K. Dick üzerine Bülent Somay’ın güzel bir tespiti var: “Philip K. Dick hayatının son zamanlarında kalkıp da FBI'a şöyle bir mektup yazmıştır: “Stanislav Lem diye bir Polonyalının romanları çevrilir oldu. Bu adam muhtemelen Rus ajanıdır, aman bu konuya dikkat edelim.” Yani Dick, her yönüyle devrimci bir adam gerçekten. Üslup açısından devrimci, muhayyilesi çok devrimci, “insan nedir”i tartışıyor, “benlik nedir”i tartışıyor vs... Ama gündelik hayatta “FBI’a ‘İmdat Rus ajanları geliyor” diyen bir paranoyak.

İnsanın hayal gücü bu dünyada ya da başka bir dünyada hakiki olmayan, gerçek olmayan bir şey icat edemez. Hayalin gerçekteki izdüşümü sandığımızdan daha renkli ve net hatlara sahiptir. Philip K. Dick’in yazdıklarına bu minvalden bakınca aslında Dick’in bilim kurgu konseptini bir enstrüman olarak kullandığını rahatlıkla söyleyebilirim. O tıpkı Emma Bovary’nin ölümünü daha iyi anlatabilmek için arseniğin tadına bakan Gustave Flaubert gibi yazdıklarını daha gerçek hâle getirmek için bilim kurguya sığınıyordu. Çünkü yaşanan yani deneyimlenen gerçeklik rengini sahtekârlıktan alıyordu. Dick bu sahtekârlığı aşabilmek için ya müziğe kaçtı ya uyuşturucu müptelası oldu ya da yazdı. Bazen olur ki, insan görevi gereği zorunluluklar labirentine girer. Mesela bir asker görevi icabı aptallaşmak zorundadır. Dick de yazar nosyonuna halel getirmemek için gerçek hayatına bir simülasyon çehresi katarak yaşadı. Buna mecbur hissetti kendini. Mecburiyet inanmakla başlıyordu. Ne de olsa inanan biri olduğu sürece gerçek olmayan öykü yoktur.