Lev Troçki: Bana Türkofil derler
1879'da güney Ukrayna'da zengin bir çiftçinin oğlu olarak doğan Troçki, 1917 Ekim Devrimi'nin ve Sovyet rejiminin en önemli liderlerinden biriydi. Politbüro ve Kızıl Ordu'nun kurucu üyelerinden olan Troçki, Lenin'in 1924'teki ölümünden sonra Stalin'le mücadeleye girdi. Ancak 1929 yılında Stalin’e yenildi ve ölümüne kadar sürecek sürgün hayatı başladı. Modern Komünist düşüncenin mimarlarından Lev Troçki’nin Türkiye ile tanışıklığı ise işte bu yıllara dayanıyor.
Troçki, 1929 yılında, ailesi ile birlikte özel bir trene bindirildi ve zorlu bir yolculuğun ardından önce Odessa Limanı’na, oradan da İstanbul’a geldi. Bir ev kurup Türkiye’de yaşamaya başlayan Troçki’nin yanında Türk istihbaratının görevlendirdiği bir de Rum bahçıvanı vardı.
Fakat bundan önce, Türkiye’nin Troçki’yi kabul etmek için bazı koşulları vardı: Troçki, politik bir göçmen olacaktı. Ona ayrıcalıklı işlem yapılmayacaktı. Türkiye’de komünizm uğraşısı göstermeyecek, fakat istediğini yazabilecek ve bunları dışarıda yayımlayabilecekti. Troçki’ye Türkiye’de Rusya tarafından hiçbir suikast düzenlenmeyecek, Türk Emniyeti her türlü güvenlik önlemlerini alacaktı.
Troçki İstanbul’a gelmişti gelmesine ama buradaki hayatı epey masraflı geçiyordu. Çalışanlarının maaşı ödemekte çoğu zaman zorlanıyordu. Troçki’nin imdadına ise Amerikan yayınevleri ile Fransız ve Alman gazeteleri yetişti. Süreli yayınlardan önemli miktarda telif alan Troçki, üç ciltlik Rus Devrimi adlı eserini de Büyükada’da yazmıştı.
Türkiye’ye gelişinin ikinci günü dünya basını, “Troçki İstanbul’da” diye yazmaya başlamıştı. Devam eden günlerde, sürgün lider, bu kez de Türk basın mensuplarının önüne çıkmıştı. Troçki’nin, Türkiye’deki ilk sözleri şöyle olmuştu: “Öteden beri Türk ihtilalini takdir edenlerdenim. Hatta o zaman Türk ihtilaline yardım ettim, bunu muhterem reisiniz de bilirler… Yazılarımda Türkleri o kadar övdüm ki, bana Türkofil dediler. O tarihlerde Rusya’da Türklere karşıt çok insan vardı. Türk dostluğunu daha sonra Türklerin ulusal savaşında da gösterdim. Türkiye’nin bağımsızlık savaşını çok büyük ilgiyle izledim ve sonuçtan kıvanç duydum.”
Troçki, İstanbul’daki günlerinde, bir de tekne almıştı. Telif işlerinin dışında, zamanının çoğunu balık tutarak değerlendiriyordu. Balığa çıkmanın yanı sıra Samandıra’ya gidip bıldırcın ve tavşan avına çıkıyordu. Yine böyle bir av partisinde, hava bozduğu için Şile yakınlarındaki bir köyde mahzur kalan Troçki, geceyi, beraberindekilerle birlikte köy imamının evinde geçirdi.
İstanbul'da geçirdiği 5 yılda şehir merkezine nadiren inen Troçki, bunlardan birinde Taksim'de Charlie Chaplin'in, “Şehir Işıkları” filmini izledi. Süleymaniye, Ayasofya, Beyazıt ve Yavuz Sultan Selim Camii gibi eserleri ziyaret eden Troçki, Maslak civarında Belgrad ormanlarını da gezdi.
Ancak Başbakan İsmet İnönü’nün 1932’de Rusya’ya gidişi ve Türk-Sovyet ilişkilerindeki yeni gelişmeler Troçki’yi kuşkulandırmıştı. Stalin’in Türkiye’yi ikna edeceğini ve kendi sonunun geleceğini düşünüyordu. Bu yüzden önce Fransa’ya, daha sonra Norveç ve Meksika’ya sığındı.
Troçki, Stalinciler tarafından amansızca izleniyordu. Meksika'da, Ramon Mercader adlı bir İspanyol komünist, Troçki'yi, kafasına vurduğu bir buz kıracağıyla ağır biçimde yaraladı ve Troçki, 21 Ağustos günü öldü.