Kim Ki-duk: Sinemaya bir şair hassasiyetiyle yaklaşıyorum

GİZEM ERTÜRK
Abone Ol

7. Boğaziçi Film Festivali kapsamında düzenlenen BosphorusFilm Lab’in bu yılki onur konuğu usta yönetmen Kim Ki-duk’tu.Masterclass etkinliğinde sinemaseverler ile buluşanusta yönetmen, sinema sektörüne dair deneyimlerinipaylaştı. Saatler öncesinde kapıda uzun kuyrukların oluştuğuetkinliğe dolayısıyla da Kim Ki-duk’a oldukça yoğun bir ilgivardı.

Kim 7. Boğaziçi Film Festivali’nin Onur konuğu olarak davet edildiniz. Neler hissediyorsunuz?

Öncelikle festivalden gelen davet için çok teşekkür ediyorum. En büyük teşekkürüm ise filmlerimi izlemiş olduğunuz için sizlere. Filmlerimin Türkiye’deki sinema seyircisinde karşılık bulduğunu görmek benim için mutluluk verici bir tecrübe oldu. Yaptığı işlerin farklı kültürlerde de anlaşılıyor olması bir yönetmen için gurur verici.

Bir filmin fikir aşaması nasıl oluşuyor?

Kim Ki-Duk, 20 Aralık 1960'ta Güney Kore Bonghwa'da Kyungsang'ın kuzeyindeki bir taşra köyünde dünyaya gelmiştir.

Şimdiye kadar 25 senelik kariyerimde 25 adet film ürettim. Her seneye bir film sığdırdım. Bir film üretme fikri oluştuğunda her zaman, her film özelinde ayrı bir süreç işliyor. Çok basit bir nesneden veya olaydan ilham gelebiliyor. Örneğin birçoğunuzun izlediğini tahmin ettiğim "İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış ve İlkbahar" filminde bir gün baktığım bir dağın zirvesindeki karlardan ilham almıştım. Notlar üzerinden filmimi oluşturdum. Bütün ekipteki arkadaşlarla birlikte, bir sonraki sahnenin ne olduğunu bilmeden bir film oluşturduk. Bir sahneyi çektikten sonra ben başka bir sahneyi düşünürken bütün ekip bekliyordu. Süreç hep böyle işledi. Bu yüzden film çekme yöntemlerimin sektörel anlamda pek profesyonel olduğunu söyleyemem. Bir şair nasıl ilham geldiğinde kâğıdı kalemi eline alıp yazmaya başlıyorsa aynısı yönetmen için geçerli olabilmeli. Benim film yapma sürecim de biraz böyle ilerliyor.

Bir şair hassasiyetiyle sinemaya yaklaşıyorum.

En çok bilinen filmlerinizden biri olan "Boş Ev"de bu süreç nasıl gelişti?

"Boş Ev" filminde ise çok basit bir fikir üzerinden yola çıktım. Orada da kendi evimdeki çekmeceyi açtığımdaki bir reklam broşürü üzerinden çıkmıştı fikir. Sonra üzerinde düşündükçe daha sade ve mistik bir hâl aldı hikâye.

Peki, "Ada"daki ilham kaynağınız neydi?

"Ada" filmimde de bir gün otobüs yolculuğunda bir gölün kenarından geçerken gölün yanında gördüğüm küçük evlerden ilhamı aldım. O güzel manzarayı gördüğüm anda içimde sözle tarif edemeyeceğim duygular oluştu. Bu duyguları ancak görüntü diliyle aktarabilirdim ve hemen senaryoyu yazmaya başladım. Dolayısıyla her filmim için standart bir şey yok, filme özel fikirler oldu. Bir bakıma film kendini tamamlıyor. Bu filmim de genelde insanların baktıklarında kötü olarak niteledikleri insanlar üzerinden çıkan bir fikirdi.

Bizler aslında kötü insanlar olarak gördüğümüz kişilerin de zayıf noktaları olduğunu unutuyoruz, ona odaklanan bir filmdi.

Kore’de anne sevgisi tabiri çok önemlidir. Kötü olan karakterlerimin temeli anne sevgisi eksikliğine dayanıyor. Anne sevgisi o kadar güçlü bir duygu ki varlığı içimizdeki tüm kötü duyguları bastırabilir, yokluğu ise felakete sürükleyebilir.

1990 ' da bir uçak bileti alabilecek kadar para biriktirip, sanat eğitimi almak için Fransa'ya taşındı.

Bir film çekmeden önce olmazsa olmaz kurallarınız var mı?

Evet, kendime verdiğim üç büyük söz var. Kesinlikle yaşanmış bir hikâye olacak, tarihsel meselelere değinecek ve kendimi asla kandıramayacağım. Çünkü ben dürüst olmazsam seyircinin bunu mutlaka hissedeceğini ve filmle bir bağlantı kuramayacağını düşünüyorum. Seyircinin içinde bir yere dokunamayan film, pek çok açıdan eksik kalmıştır diyebilirim sanırım.

En büyük hayaliniz nedir?

Bir yandan seyahat ederken, bir yandan da film yapmak. Çünkü karşılaştığım her mekân ve insan farklı tecrübeler, bakış açıları sunuyor bana.

Sık sık yaşadığınız yeri değiştirdiğinizi biliyoruz. Şuan hangi ülkede ikamet ediyorsunuz?

Moskova’da yaşıyorum ama bu bilmediğim bir zamanda değişebilir. Gittiğim her yer farklı bir özgürlük hissi yaşatıyor bana.

Çeyrek asırlık sinema kariyerinize dönüp baktığınızda neler söylersiniz?

1993'te tekrar Kore'ye dönen yönetmen, film senaryosu yazmaya başladı ve bir yarışmada iki senaryosu birden ödül kazandı.

Benim herhangi bir sinema eğitimim yok. 15 yaşından itibaren işçi olarak fabrikalarda çalıştım. Bu süreç içerisinde hayatımın bir zamandan sonra benim için iyileşeceğini umdum. Beden işçiliği yaptığım için bir an önce kurtulup daha rahat bir iş yapmanın yollarını aradım. O sırada yeteneğimin olduğu şey resim yapmak ve fotoğraf çekmekti. Bunlar zaten bir okula gitmeden de yapılabilecek şeylerdi. Her zaman daha iyi bir hayatın rüyasını kurdum. Tabii ki zor bir süreçti. Dolayısıyla her zaman yeni şeyler yapmayı denedim.

20 yaşındayken, askerliğin zorunlu olduğu bir dönem olmamasına rağmen 5 yıl Deniz Kuvvetleri’nde görev yaptım.

Çok zor bir süreçti. O süreci yansıttığım filmim de "Sahil Koruma" filmimdi. 5 yıllık askerî hayatım donanmadan ayrılıp tekrar topluma karışmamla sona erdi. İki yıl boyunca görme engellilere yardım eden bir vakıfta çalıştım. Sonra azıcık bir parayla Fransa’ya gittim. Masada insanların portrelerini çizerek para kazandım. Ama bu karmaşık sürecin kişiliğime ve özellikle de yönetmenliğime katkısını inkâr edemem. Pek çok şeyi yaşayarak öğrenme fırsatı sundu bana hayat.

Sinema yapmaya karar verdiğiniz yer Fransa. Orada sizi en çok ne etkiledi?

Fransa’da iki film izledim, birincisi büyük sürpriz yaşadığım "Kuzuların Sessizliği", ikincisi ise "Köprü Üstü Aşıkları"ydı. Bu filmleri izlemek beni farklı düşüncelere sevk etmişti. Senaryo yazmaya ondan sonra başladım. Senaryo yazmayı bilmiyordum, düz yazı olarak başladım. Her denememde yanlışlarımdan yapmamam gerekenleri, doğrularımdan gidebileceğim istikameti öğrendim.

Kim, 1996 yılında küçük bütçeli Timsah adlı filmiyle ilk sinema deneyimine başladı.

Türkiye’den tanıdığınız ve takip ettiğiniz yönetmenler var mı?

İzlediğim filmlerin isimlerini ve yönetmenlerini çok hızlı unutuyorum ama dünyaca ünlü yönetmeniniz Nuri Bilge Ceylan’ın sinema tarzını fazlasıyla beğendiğimi söyleyebilirim. Neredeyse her filmi beni bilmediğim bir coğrafyaya bir adım daha yaklaştırdı.