'Kendisi mekan; yürüyüşü zaman, ayarı insan': Saatin tarihi

AYLİN BOZOĞLU
Abone Ol

Anlaşılması güç bir gizem, derin bir muamma: Zaman… Her anı hem geçici hem kalıcı kılan bu paradoksu varoluşumuzdan bu yana anlamlandırmaya çalışıyoruz. Akışının durdurulamaz olduğunu, insanın ancak onu anlamaya çalışarak yaşamını yönlendirebileceğinin farkında olmamızın sonucu ise saat. Ve konumuz; zamanın gizemini çözme çabalarımızın bitmek bilmeyen serüveni, yani saatin tarihi.

Antik Mısır güneş saati.

Cezerî filli su saati.

Antik çağlardan günümüze uzanan bu serüvende zamanı ilk fark eden, gölgelerin okunabilir olduğunu keşfeden Antik Mısırlılardı. Güneşin gökyüzündeki hareketlerine bakarak zamanın farkında olmaya çalışıyorlardı. Başlangıçta devasa dikilitaşlar inşa ederek güneş saatlerini oluşturdular. Milattan önce 4000’li yıllarda Mısır’da ortaya çıkan dikilitaşlar, insanın zamanla ilgili sorularının cevabını doğada aradığının ilk göstergesiydi. Fakat gecenin karanlığı gündüzün berraklığını örttüğünde zaman da bilinemez oluyordu. Bunu üzerine insanlar, kum ve su saatlerini kullanmaya başladılar.

12. yüzyıla geldiğimizde İslam bilgini Cezerî günümüzde en çok bilinen eseri olan filli su saatini tasarladı. Cezerî’nin bu eseri Arşimet’in su prensibine ve Hint su saatlerinin çalışma biçimine dayanıyordu. Görsel olarak ise Hint fili, çeşitli Arap figürleri, Mısır Zümrüdüanka’sı, İran halısı ve Çin ejderlerinden oluşuyordu. Hatta bir rivayete göre saatteki kalenin üzerinde yer alan kişinin Selahaddin Eyyubi olduğu ve Cezerî’nin bu saatle büyük sultana saygısını ifade ettiği söylenir. Bu saatin çalışma prensibi ise şöyleydi: Öncelikle filin karnında bir su tankı ve onun içinde de zamana bağlı olarak batan bir kap var. Kabın hareketiyle bir top hareket ederek düzeneğin tepesindeki şahinin gagasına gider ve oradan ağırlığa duyarlı ejderin ağzına düşer. Ejder topu bırakınca da kabın içinden su sesi gelir. Bu ses, yarım saat geçtiği anlamına gelmektedir. Fakat günde iki kere kurulması ve su seviyesinin sürekli ayarlanması gereken filli su saati pek kullanışlı değildi, üstelik bir metreden uzun boyuyla taşınmak için oldukça büyüktü. Dolayısıyla insanlığın zaman meşgalesinin daha epey yolu vardı.

Zamanın Ruhu: Rönesans

Rönesans saati.

Avrupa’da ilk mekanik saatler 13. yüzyılda Fransa ve İngiltere’de görüldü. Giovanni di Dondi 1344’te süreyi görsel olarak göstermek için ilk defa saatlerde kadranı ve 24 dilimlik saati kullandı. 16. yüzyıla geldiğimizde Rönesans’ın etkisiyle artık kurmalı saatlerin dönemi başlıyordu. 1524 yılında Alman kilit ustası Peter Henlien, zembereği icat ederek tarihte bilinen ilk kurmalı saati tasarladı. Zembereğin saat sistemlerinde büyük ağırlıkların kullanılması gerekliliğini ortadan kaldırması, saatlerin küçülerek cebimize sığacak hâle gelmesini sağladı. Rönesans döneminde saat, aristokratlar ve zenginler arasında bir statü sembolü hâline geldi. Saatler altın, gümüş ve değerli taşlarla süslenerek adeta bir sanat eserine dönüştürüldü. Diğer yandan saatin gelişimi bilimsel gelişmelerle de paralel yürüyordu. Galileo 1582’de sarkacın zamanı sayabilme özelliğini keşfetti ve Hollandalı astronom Christian Huygens bu ilkeyi 1656’da saatlere uyarlayarak ilk sarkaçlı saati geliştirdi. Sarkaçlı saatin meydana çıkışıyla bilim insanları ve astronomların gökyüzünü daha doğru bir şekilde gözlemleyebilmesinin önü açıldı. Sarkaç, salındıkça zamanı çözüyordu; onun hareketi, insanın ölümlülüğü ve evrenin sonsuzluğu arasında bir dengeydi.

Zamanın endüstriyel kesinliği

Sanayi Devrimi’yle birlikte zaman, artık bireysel bir deneyim olmaktan çıkarak toplumsal bir tecrübe hâline geldi. Durmaksızın işleyen fabrikalar ve trenler zamanın kesinliğini zorunlu kıldı. Bu dönemde saatçiliğin merkezi tüm kalitesiyle İsviçre oldu. Ancak İsviçrelilerin zanaatı gittikçe büyüyen işçi sınıfı için yeterli gelmeyince 1850’de Amerika’da ilk kez büyük bir saat fabrikası açıldı ve ilk kez seri üretim başladı. Artık “işe geç kalmamak için” herkesin kolunda bir saat olacaktı. Ancak yine de saatler modern insanın hızına yetişemiyor ve geri kalıyordu. Bu yüzden 1952’de ilk kez pilli saatler üretildi. Pilli saatler hiçbir kurmalı saatin ulaşamadığı sağlamlık ve dakikliğe sahipti. Zira zaman çok değerliydi, tek bir saniye bile kaçırılmamalıydı.

Cep saati.

Durmaksızın işleyen fabrikalar ve trenler zamanın kesinliğini zorunlu kıldı.

1970’te tarihin ilk elektronik saatleri piyasaya sürülürken elektronik cihazlardaki baş döndürücü gelişim, 1980 ve sonrasında gittikçe daha karmaşık teknolojileri içeren akıllı saatleri karşımıza çıkardı. Günümüzde hayatlarımızda çok fazla yer kaplayan akıllı saatler, telefon görüşmeleri yapıp mesaj gönderebildiğimiz hatta nabzımızı ölçen cihazlar olarak arz-ı endam ediyor. Güneşin altın ışıklarıyla başlayan, usulca akan suyun sabırlı adımlarıyla devam eden, dişlilerin ve sarkaçların ahengine kapılıp dijital dünyanın ritmine ulaşan saatin hikâyesinin ise nihayetinde nereye varacağını zamanımız yeterse yaşayıp göreceğiz.