'Kendimi Arıyorum, meşgul çalıyor'

RIDVAN TULUM
Abone Ol

Çok gizli bir görev için yıllardır buradayım, burada, bu sığınak benzeri yerde. Bir arama bekliyorum, bir telefon, bana iletilecek koordinatları alıp, o koordinatların bulunduğu yere doğru harekete geçmek için. Evet, vatanım işgal altında. Çok uzun zamandır; önceleri halk ayaklanmaya direndi, günlerce direndi, aylarca, hiçbir zaman bitmeyen gecelerde direndi. Çünkü, işgal altında olmak hep gecede kalmaktır. Biz bunu biliriz. Güneş hiç doğmaz, “sen” artık “başkası”sındır. Elinde kalan tek şey hafızadır, hatıranda kalanlarla sürdürebilirsin ancak hayatını. Bir millet, hafızasını kaybetmediği sürece, işgal altında olsa dahi “var” olduğunu bilebilir. Bu yüzdendir işgalci kuvvetlerin o 'hafıza'yı yaralayıp durma gayretleri. Televizyon yoluyla, radyolar yoluyla, gazeteler yoluyla ve en acıklısı belki de eğitim yoluyla yaparlar bunu. Çok konuştuğumun farkındayım ama aylardır buradayım, bir ayaklanma haberi, bir koordinat, gelecek bir telefon, bir ses duymak için, bir ses: “Artık başlama vakti” demeli bana. Bunu duymak için yaşıyorum burada. Vatan kurtarılacaksa buradan, benden başlamalı. Çünkü ben beklemeyi öğrendim. İşgal altındaki bir milleti kurtaracak kişi “beklemeyi” bilendir demişti bana, ustam, beni buraya yollayan ustam. Teşkilatın önemli isimlerinden, Cevdet Usta.

II.

Kendi hâlinde bir bakırcı çırağıydım ben. Şehrin çarşısında ustasından iş öğrenen, Zehra’ya deli gibi yanık, Zehra’ya ibadet eder gibi âşık, ama ağzından iki kelime çıkmayan, iki güzel söz bilmeyen, Zehra’yı görünce eli ayağına dolaşan, bakırcılıktan da pek anlamayan bir âşık. Ustam Cevdet rahmetli babamın cepheden arkadaşı olduğu için bir türlü kovamıyordu beni. Biliyordum bunu, farkındaydım da gidecek yerim yoktu. Cevdet Usta’ya gücenmiyordum, kendime kızıyordum. Böyleydi benim hikâyem. Babasız büyümek zorunda kalmış bir çocuk, bakırcılar çarşısı, Zehra ve bir garip ana. Tâ ki…

III.

Sonra işgalciler geldi. Askerleriyle, gemileriyle, silahlarıyla geldiler. Yanlarında kendi bildiklerini de getirdiler; en iyi neyi biliyorlarsa onu getirdiler. Bizi kendilerine benzetmek. Başkalarını kendilerine benzetmek. En iyi bildikleri şey buydu onların. O gün, onların şehre baskın verdikleri gün, Zehra’ya “ben sana yanığım” diyecektim. Şartlamıştım kendimi. Vallahi billahi diyecektim. Diyemedim. Bulamadım Zehra’yı… Yine de bugünün geleceğini bilmiyor değildik, içten içe biliyorduk bugünün geleceğini, devletimiz üst üste savaşlar kaybetmişti çünkü. Yine de kimse kendini işgal edilmeye hazırlayamaz bunu bilirsiniz. Gündelik olan devam eder, gündeliğin içine gizlenir de “işgal korkusu” kimseye tek kelime edemez. Hayat sürer, gündeliğin içinde “kader” diye bir fısıltı duyarsınız da duyduğunuzu kimseye diyemezsiniz. Beklersiniz, bekler… Düşman gelene kadar, sonra aklınız başınıza gelir. Ve evet, bazen “sonralar” çok geciktirir insanı.

IV.

Önce direndik, sokaklara çıktık, gizli toplantılara katıldık ustamla. Anamla helalleştim ve köyümüze bir daha uğramadım. Toplantılarımız basıldı, sokaklarda arkadaşlarımız öldürüldü. Böyle böyle geçti günlerimiz, kan ve revan, kan ve hayat, kan ve ihtimal. Biz o ihtimale tutunuyorduk. Yaşamak, ihtimalinin ucunu bırakmaya niyetimiz yoktu; ama gel zaman git zaman halk işgal altında yaşamayı konforlu bulmaya başladı sanki. Sanki değil öyle. Çünkü insan alışır; daha doğrusu birçoğu alışır. Biz alışmayanlardık. Ustam ve arkadaşları gizliden bir ayaklanma planlıyorlardı, bana uzunca bir plan anlattı. “Şuraya gideceksin, bir telefon gelecek sana, bu telefon ne zaman gelir tam bir şey söyleyemem ama gelecek” deyip, uzunca anlatmaya başladı planı. Kurtaracaktık vatanı, el altından, düşmana sezdirmeden, gırtlaklarına çökecektik. Plan buydu ve planın en önemli kişisi ben gibiydim, değildim elbette ama öyle hissediyordum. Hissediyordum çünkü Zehra’yı bulamamıştım, bu planın nedense bana Zehra’yı da bulduracağını düşünüyordum. Ölmemişti, bir yerlerde saklanıyordu. Zehra…

V.

Aylar sonra telefonum çaldı. Ben her şeyden uzakta, bir yerde öylece beklerken çaldı. Rüya gibi geldi bu ses, sanki bir şarkıydı, büyük bir üstadın elinden çıkma bir ses gibiydi. Telefon çaldı, heyecandan açamadım, sonra tekrar çaldı bu sefer güç bela uzandım. Tanımadığım bir sesti. “Cevdet Usta’nın notlarından ulaştık sana, benim adım Rıfat, işgalciler def edileli 5 ay oldu, Cevdet Usta’yı kaybettik, başımız sağolsun, artık oradan çıkmalısın.” dedi. Sustum, beni unutmuşlardı; büyük bir planın parçası olan beni, ben Zehra’yı unutmamıştım, Cevdet Usta ölmüştü. İşgal bitmişti. Ben sadece beklemiştim. Belki de ben beklediğim, çok uzun beklediğim için işgal bitmişti. Hiçbir yere gidemeden, kimseye haber edemeden işgali sonlandırdım ben. Evet ben, ve artık koşmalıydım, bacaklarım müsaade ederse koşmalıydım; Zehra’ya doğru…