Kaju, kahve, kakao ve zıtlıkların kenti: Abidjan
İstanbul’dan, Benin duraklı bir uçuşla yaklaşık 8 saat sonra Abidjan’a iniyoruz. İstanbul Hava Limanı’ndan Abidjan Félix Houphouët Boigny Hava Limanı’na uzanıyoruz. Uzun bir süre giriş işlemlerimizi tamamlayabilmek için görevli polisleri bekliyoruz. Pek çok şey, ülkemize nazaran oldukça geri ve eski görünüyor. Abidjan, Batı Afrika’nın en gelişmiş şehri olarak anılıyor. Ülkenin iç bölgelerinden gelen nehirler ile Atlas Okyanusu’nu; ana kent içine sokulup küçük körfezler oluşturduğu blokta, sular âdeta sarılıp birbirine kavuşuyor ve ortaya enfes bir tablo çıkıyor. Yakaları birbirine bağlayan 5 tane büyük köprü var. Her biri birer Haliç misali ve su her yönden bizi sarmalıyor. Suların ortasındaki yarımada görüntüsündeki bölgenin adı Plateau. Abidjan’ın ticari başkent olması hasebiyle mülki idare amirlikleri, bakanlıklar ve hatta başkanlık sarayı da bu bölgede. Ülkenin siyasi başkenti Yamoussoukro. Ancak her şey Abidjan’da dönüyor.
Ülkede Fransızca ve yer yer yöresel diller konuşuluyor. Abidjan, Fildişi Sahili’nde ve hatta Afrika’da en önemli kent olarak 8 milyondan fazla insanın yaşadığı bir metropol. Trafik hayli yoğun. Özelikle bazı saatlerde kimi kilit noktalarda durma noktasına geliyor.
Resmi kayıtlara göre ülkenin yüzde 45’i Müslüman ancak yerel halkla konuştuğumuzda bu oranın yüzde 55 civarı olduğunu söylüyorlar. Büyük camileri ve katedralleri var. Kentteki en büyük cami: Plato Camii. Caddelerde, sokaklarda namaz vakti girdiğinde olduğu yerde namaza duran pek çok insana rastlıyoruz. Abidjan’da sosyo-ekonomik piramidin en üst ve -fakat- en küçük bölümünde ultra zenginler var. İkinci katmanda olan orta sınıf az. En alt kısım, yani yoksul kesimin payı ise maalesef çok yüksek.
Ülkenin ekonomisi; kakao, kaju, kahve gibi yöresel zenginlikleri yanında pek çok ülkede olduğu gibi inşaat sektörü ile ilerliyor. Lübnan asıllı ailelerin ticarette güçlü rol oynadığı, bununla beraber Dubai, Çin, Fransa ve ABD gibi ülkelerin yatırımlarının da bir hayli fazla olduğu aşikâr. Bu durum, kültür etkileşimini ve dolayısıyla sosyal dokuyu da etkiliyor. Cezayir ve Fas gibi kuzey ülkeleri dâhil, Afrika’nın her yerinden insana rastlamak mümkün.
Caddelerde ilerlerken lüks bir plaza yahut bir malikâne görüp “galiba burası zengin bir muhit” diyecekken, o görkemli binanın yanında alabildiğine siyah, sinik, isli bir baraka görüveriyoruz. Üstünde çürük bir tente, önünde bir kadın tencere yıkıyor. Yanda bir adam kahve ya da ananas satıyor. Ancak hâllerinden şikâyet eden bir tavırları yok, bilakis özgüvenli ve mutlu görünüyorlar. Fakat biraz yorgunlar.
Kadınlar, klasik Afrika fotoğraflarında gördüğümüz gibi yüklerini başlarının üzerinde, bebeklerini de boyunlarına sardıkları örtülerinin içinde taşıyorlar. Pazarda, dükkânlarda ya da alışveriş yaptığımız hediyelik eşya satan tezgâhlarda muhakkak pazarlık gerekiyor. Zira çok yüksekten açtıkları fiyatları, yarısından daha az tutarlarda neticelendirebiliyoruz.
Pazar günleri tatil. Müzeler kapalı. Hatta karakollar bile nöbet sistemi ile çalışıyor. Ancak hayvanat bahçesi ve büyük parklar açık. Hayvanat bahçesinde fil, timsah, maymun, aslan, kaplan gibi Afrika hayvanlarını da görmek mümkün.
Kara kıtanın hareketli şehrinde, bir dönem Galatasaray forması da giyen Didier Drogba en önemli isimlerden birisi. Anne Drogba da keza herkesin “annesi”. İsteseler Dünya’nın tercih ettikleri herhangi bir yerinde yaşama imkânına sahip olmalarına rağmen hâlen Abidjan’da yaşıyor. Drogba ailesinin ülkelerine olan sevgileri takdire şayan. Bu ailenin, Abidjan’ın en lüks semti Cocody’de yaşadıklarını öğreniyoruz. O bölge son derece lüks.
Türkiye’den geldiğimizi söylediğimizde pek çok insan bize de büyük sevgi duyuyorlar. Ancak “beyaz” sevmeyen bir kesim de var maalesef.
Abidjan’da, biraz tefekkür ettiğimizde aslında dünyanın kapital ve emperyal hikâyesini daha net görmeye kapı aralıyoruz. Tenekeden evlerle, parlak ihtişamın bu kadar iç içe olduğu tablonun içinde buluyoruz kendimizi. Kakaoyu üretip çikolata yapmayı bilmediklerini fakat yeni yeni öğrendiklerini söylüyorlar. Trafikte sürekli korna çalıyorlar ama bağırma yok, küfür yok, kavga yok. Dondurmaları harika! Yemek için Türk lokantaları ya da Lübnan lokantaları tercihimiz oluyor. Balık restoranları da çok fazla. Okyanus balıkları sunuluyor. Tercihe göre Hint lokantalarına da rastlamak mümkün.
Abidjan, kendi içindeki müthiş ritmi, yüksek temposu, yoksulluğu, zenginliği ve özgüveniyle tam gaz yaşama devam ediyor.