Kafesin biri kendine
Batılı bir fotoğrafçının, doğulu bir amcayı kadrajına aldığı o an...
Dündü ya da önceki gün emin değil, anası ölmüş. Allah taksiratını affetsin. Çocukcağız daha nasıl üzüleceğini bilmiyor. Nasıl üzüleceğini bilmediğinden annesinin ölümünün onun için sarsıcı olmadığını, kederlenmediğini sanıyor, acıdım. Bu haliyle ölmüş anasından daha acınacak halde çünkü.
Yanına yaklaştım. “Bayım” dedim, duymadı ya da duymazdan geldi: “Sir hey sir! Where are you from?” Soluk benzine, buz rengi gözlerine yakışmayan ama yüzünü az da olsa ısıtan bir gülümseme belirdi dudaklarında: “I’m from Germany!”
Sohbeti ilerletecek kadar İngilizce bilmiyordum. Garip, onları uzaktan izlerken gülmeyi, eğlenmeyi hatta yaşamayı bile bilmiyorlar gibi geliyor. Bizden farkları yok biliyorum sadece garip takıntıları var; zamana karşı mücadele ediyorlar, oysa zaman Allah’tır.
Hep didiniyorlar, hep didiniyorlar bu yüzden hep yeniliyorlar.
Doğanın, hayvanların hatta bitkilerin, nesnelerin sahibi olduklarını sanıyorlar. En garibi de duygularından korkuyorlar. Hislerin onları zayıf göstereceğini sanıyor olmalılar. Bilseler akıl yürümeni sağlar kalp sıçratır, akıl tarif eder his kuşatır. Akıl bakar tartar yanılır, kalp bakar bakmaz görür ve yanılmaz.
Gülümsediğini görünce elimi omzuna attım, içinden geldiği gibi davranmasını, anasına ağlamasını, rahatlamasını söyledim. Anlamadı. Arapça bilmiyordu.
Nasıl anlatmalıydım?
Kafeslerin önüne davet ettim. Kafeslere bakmasını sağlamaya çalıştım. Onu kandırmak, parasını almak istediğimi düşündü. Batılıların paraları çok kıymetlidir; acaba onlardan gülerek umursamadan aldığımız parayı aynı umursamazlıkla harcadığımızı; onları kandırırken de paralarını saçarken de yeterince eğlenceli bile saymadığımız bir oyunu oynadığımızı biliyorlar mı?
Sanmam. Bir süre sonra fotoğraf makinasını gösterip maymun gibi davranmaya başladı. Ne? Ne istiyor olabilir? Fotoğraf çekmek mi? Bunlar böyledir. Yaşlı sakallı bir Doğulu görünce fotoğrafını çekmeye bayılırlar. En çok yaşlıları ve çocukları seviyorlar.
Geçip kafeslerimin altına oturdum.
Bu durumdan hoşnut olmadığımı belli etmeye çalıştım. Anladı mı? Sanmam. Tam makinanın düğmesine bakarken Hacı Ağa’yla oğlu Mahmut kapıda belirdiler.
Hacı Ağa yine oğlunu azarlıyordu. Mahmut, yıllardır bir kıza aşık. Leyla. Vefasız Leyla! Mahmut’un yüzüne bile bakmıyor. Mahmut, ne yapsa ne etse kızın dikkatini bile çekemiyor. Halı alıp sattıkları dükkânda müşterilerle ilgilenirken yüreğinde güvercin gibi sakladığı sevdası ne zaman uyansa panter gibi ayağa fırlayıp çöle doğru koşuyor, koşuyor, koşuyor.
Mahmut’a göre Leyla’nın saçları Mahmut’un bahtından bile daha siyahmış. Mahmut’a göre Leyla aklına düşünce kendisini çöle atmasa delirirmiş. Delilik şimdi olduğundan başka bir şeymiş gibi.
Batılı çocuk adam, fotoğrafını çekti. Hacı Ağa yanımızdan geçerken bana dik dik baktı. Arkasını dönünce Mahmut’a göz kırptım, karşılık verdi. İşime döndüm. Anasının ölümüne üzülemeyen şu çocuğu yeniden kafeslere yaklaştırmalıydım. Cebinden çıkardığı paraları… Elimin tersiyle ittim. Hiç anlamıyor!
Kolundan tuttum, çektim. Kuşlara bak,kuşlara bak, kuşlara bak! Anlamıyor. Kafesin birini açtım, içinden güzelim kanaryalardan birini çıkarıp saldım. Kanatlanmasını izledi mi? İlk kanat darbelerinin kararsızlığını sonra mutlulukla özgürlüğe uçuşunu? Göğe yükselişini o mutlu ötüşü. Kanatlarının kuvvetlenişini.
Iıh, anlamıyor. Yanındaki kafesi de açtım, hayır anlamıyor. Bülbülü, bıldırcınları, elimdeki bütün kuşları birer birer serbest bıraktım. Çocuk adamın yüzündeki ifade gittikçe donuklaşıyordu. Ne yapsam boş, anlamıyor. Sonunda yenilgiyi kabul ederek kafeslerin dibine az önce fotoğrafımı çektiği yere tekrar oturdum.
O ne yaptı?
Bir fotoğraf daha çekti. Yanlıştı biliyorum ama kendimi öfkeye kaptırdım. Mahmut yüzünden. Onu görmek beni duygusallaştırıyor. Ayağa fırladığım gibi boş kafeslerden birini alıp çocuk adamın eline tutuşturdum. “Yallah yallah” dedim.
Anladı.
Güneşin battığı yöne doğru yürümeye başladı. Kafesim de yanı başında. Ona bakarsan mutlaka kafes kendine bir kuş aramaya çıkmıştı. O da kafesin bekçisiydi. Hey Allah’ım! Sakalımı üzerimi başımı düzelttim, oturup beklemeye başladım. Az sonra Mahmut babasından kurtulup gelir, özgür bırakılan kuşların göğe yükselişindeki muhteşem kuvveti konuşuruz. Bekleriz. Çünkü Doğu, oturup beklemenin yeridir.