İsviçreli 'Türk' ressam: Jean-Étienne Liotard

CELİNE SYMBİOSİS
Abone Ol

18. yüzyılın ilk yarısından itibaren Avrupa’da yaygınlaşan Rokoko üslubunu, Fransa’da başlayan ve sonra diğer Avrupa merkezlerine yayılan Turquerie modasıyla birleştiren Jean-Étienne Liotard, benzerliği yakalayıp bunu sarsıcı bir açıklık ile yorumlama konusunda olağanüstü bir yeteneğe sahip eşsiz bir portre ressamıydı. Çağın ihtişamını ve kültürel merakını sade ama gerçekçi ayrıntılarla gözler önüne seren İsviçreli ressam, hayatı boyunca Londra'dan Doğu'ya kadar geniş bir coğrafyaya seyahat ederek kraliyet ailelerini, papaları, kardinalleri ve aristokratları resimleyerek başarılı bir kariyer elde etti.

İlk yıllar

Jean-Etienne Liotard, Nantes Fermanı’nın feshedilmesinden sonra Fransa’yı terk etmek zorunda kalarak Cenevre’ye sığınan Huguenot bir ailenin çocuğu olarak 1702 yılında dünyaya geldi. Kuyumcu olan babası onu küçük yaştan itibaren el sanatlarıyla uğraması için teşvik ederek ilk eğitimi için minyatür ressamı Daniel Gardelle’den (1673-1753) ders almasını sağladı. Liotard bu teknik üzerine kendini geliştirmek için 1725'te Paris'e giderek Jean- Baptiste Massé (1687-1767) ve François Lemoyne'un (1688-1737) öğrencisi oldu. Eğitimi sırasında yağlıboya ressamlığı yapmaya çalıştı, ancak 1735'te Kraliyet Akademisi’ne sunduğu dini içerikli resmi reddedilince hayal kırıklığına uğrayarak kendisini sadece portre resmine adadı. Yağlıboya yerine o dönem Rosalba Carriera tarafından Fransa'ya tanıtılan ve yumuşak ama ışıltılı parlaklığı nedeniyle Fransa'da giderek daha fazla beğeni kazanan pastel boyaya yöneldi.

Başarısızlık gibi görülen bu olayın ardından Fransız Büyükelçisi Marquis de Puisieux’in davetiyle, yeterli imkânlara ve rütbeye sahip her üst sınıf Avrupalı erkek gibi Büyük Tur (Grand Tour) seyahatine çıktı. 1735 yılında Roma’ya vardığında Papa XII. Clement ve birkaç kardinalin portrelerini yaptı.

  • Portrait of Madame James Fremeaux (Margaret Cooke), 1738.
  • Sandwich'e göre Liotard'ın bu seyahatteki görevi, gittikleri her yerin yerel ve geleneksel giysilerini çizmek, tarihi tüm önemli yerlerin görünümlerini almak ve antik çağın kalıntılarını resim yardımıyla hafızalarında muhafaza etmekti. Osmanlı topraklarına varana kadar konakladıkları çeşitli limanlarda bu görevi sorunsuzca yerine getirdi, ancak İzmir’e vardıklarında Liotard'a Müslüman kadınlarla iletişim kurma izni verilmediği için burada yaşayan Avrupalı insanların yerel kostümlerle poz vermelerini istedi. Burada çeşitli diplomatların ve şehirdeki bazı gayrimüslimlerin portrelerini yaparken çalışmalarında yeni bir tarz ortaya çıkmadı başladı. İzmir’de görev yapan İngiliz konsolosunun kızı ve tüccar James Fremeaux’nın eşi olan Margaret Cooke’un portresinde görüldüğü gibi modellerini ayakta, hafifçe dönmüş bir şekilde, mekânla ilgili herhangi bir ipucu olmadan tasvir etmeye başladı.

Bu sırada tesadüfen bir kafede, sonradan II. Bessborough Kont’u olan Lord William Ponsonby ve Sandwich Kontu John Montagu ile tanıştı. Ponsonby onu Montagu ile birlikte çıkacakları Doğu Akdeniz gezisine davet etti. Liotard daveti kabul ederek 1738’de Ponsonby’nin gemisiyle Napoli’den ayrılarak Capri Adası, Messina, Sirakuza, Malta, Milos, Argentario, Antiparos ve ardından Paros Adası’na ulaştılar. Birkaç ay sonra, Türkiye sahillerinin beş mil açığında bulunan ve çok sayıda İtalyan kökenli ailenin yaşadığı Chios (Sakız) adasına geçtiler. Mayıs 1738'de, Sakız Adası’ndan Osmanlı İmparatorluğu anakarasına geçerek zengin bir liman olan ve çoğunlukla Rum/Yunan, Fransız ve İtalyan kökenli ailelere ev sahipliği yapan Smyrna (İzmir) ulaştılar. Bir süre burada konakladıktan sonra haziran ayında Liotard’ın dört yıl yaşayacağı İstanbul’a gittiler.

  • Monsieur Levett and Mademoiselle Hélène Glavani in Turkish costume, 1740.
  • Portrait of a Grand Vizir, 1738-42. Sultan I. Mahmud döneminde (1730-54) İstanbul’a gelen Liotard, burada kaldığı dört yıl boyunca birçok dost edindi. Onun gelişinden bir yıl önce, uzun yıllar boyunca diplomat ve elçilerin tercih ettiği ressam Jean-Baptiste Vanmour ölmüştü. Ondan açılan boşluğu dolduran Liotard, İstanbul’da o yıllarda görev yapan neredeyse tüm Avrupalı büyükelçilerin, diplomatların ve onların da çevresinde yer alan diğer pek çok kişinin portrelerini yaptı. Özellikle İngiliz tüccar Mösyö Levett, Liotard’ın İstanbul’da Pera’nın zengin sosyetesini yakından tanımasını sağlayan isimlerden biriydi. Liotard, Lewett aracılığıyla girdiği çevrede, şehrin ileri gelen zenginlerinden ve dönemin sadrazamlarından portre siparişleri almaya başladı.

Doğu’dan dönüş

1742’de İstanbul’dan ayrılan Liotard’ın Avrupa’ya döndüğünde bile sakal bırakmaya devam etmesi ve Doğu’ya özgü kostümleri benimsemesi ona "Türk ressam" lakabını kazandırdı. Avrupa’da yükselişe geçen Oryantalizm’in gücünden yararlanarak bir gezgin gibi sarayları dolaşmaya başladı. İlk olarak imparatorluk ailesinin portrelerini yapmak için 1742'de Viyana'ya gitti. Viyana üzerinden Cenevre'ye döndüğünde, Büyük İmparatoriçe Maria Theresa ve kraliyet ailesine mensup birçok kişinin portresini çizerek imparatorluk ailesi nezdinde başarı kazandı. 1744'e gelindiğinde, Toskana Büyük Dükü ve geleceğin Kutsal Roma İmparatoru I. Francis tarafından, kendisinin bir otoportresini (Self-Portrait, 1744) yapmak üzere görevlendirildi.

Seyahatlerinin ardından uzun sakalıyla Paris'e döndüğünde, neredeyse tüm Avrupa’da ünlü bir portre ressamı olarak üne kavuşmasına rağmen Kraliyet Akademisi üyesi olmasına yetmedi. Hem Fransız hem de İngiliz sanat eleştirmenlerine göre çalışmaları yaratıcılıktan yoksundu. 1753 yılında "Türk ressam" olarak müjdelendiği Londra’da kraliyet ailesi de dâhil olmak üzere İngiliz sosyetesi üyelerinden çok sayıda portrelerini resimlerken Kraliyet Akademisi'nin ilk başkanı olan Joshua Reynolds, onun çalışmalarındaki titiz işçiliğin düşük dehanın ve hatta sıradanlığın karakteristik özelliği olduğunu yazıyordu.

  • Portrait of a Grand Vizir, 1738-42.
  • Kendini kabul ettirmeye çalışan bir ressam için yeni bir dünyayı keşfetme fırsatı çok değerliydi. Liotard’ın oğlu tarafından ayrıntılarıyla kaleme alınan anılarda ressamın, sadece İstanbul’daki yabancıların değil Türklerin de içinde yer aldığı geniş bir arkadaş çevresinde bulunduğu, Türkçe öğrenmeye çalıştığı ve sakallarını uzatıp Türk kıyafeti giydiği anlaşılmaktadır. Şehirde bulunduğu sırada sadece Avrupalı seçkinleri değil, Osmanlı’nın üst düzey görevlilerini ve bunların yakınlarını da resmettiği bilinmektedir. Resimdeki kişinin, Liotard’ın İstanbul’da kaldığı dönemde tanıştığı, Avrupa’ya döndükten sonra ise sadrazam olduğu haberini aldığı Koca Ragıp Paşa olduğu düşünülmektedir. Diğer bir görüş ise portredeki kişinin İstanbul’da kaldığı sürede sadrazam olan Nişancı Şehla Hacı Ahmed Paşa’nın olabileceğidir.

Liotard, Avrupa çapında bir sosyete portrecisi olarak hatırı sayılır bir başarı elde ettikten sonra 1756’da memleketi Cenevre’ye zengin ve ünlü biri olarak döndü. Sonraki yirmi yıl boyunca, ticari pratiğinin yanı sıra, Rokoko sanatına karşı görüşlerini güçlendirerek sanatının teknik ve estetik yönlerini geliştirmeye yöneldi. 1779’dan itibaren siyasi olayların gelişiminden endişe duyarak Cenevre'nin güneydoğusundaki bir kır evine çekilerek portre siparişi almayı bıraktı, tamamen farklı bir türle ilgilenerek Chardin tarzında natürmortlar resimlemeye başladı. Fransız Devrimi'nin başlamasından bir ay önce, 1789'da 87 yaşındayken hayatını kaybetti.

  • Self-Portrait, 1744.
  • 1699 Karlofça Antlaşması'ndan sonra Osmanlıların Avrupa'ya yönelik askeri tehdidinin azalması ve 1720’den itibaren gönderilen çok sayıda Türk elçilikler sayesinde diplomatik temasın yoğunlaşmasıyla Avrupalılar ve Osmanlılar arasındaki kültürel trafiği arttı. Avrupa'nın Doğu kültürüne olan ilgisi 18. yüzyıl sonuna doğru, Osmanlı İmparatorluğu'ndan ithal edilen kahvehanelerden, maskeli balolara, tiyatro gösterilerinden, padişahların görsel temsillerine kadar, Avrupa’nın her yerindeydi. 1744 tarihli otoportresinde görüldüğü üzere Liotard, Osmanlı topraklarından ayrıldıktan uzun süre sonra bile Doğu’ya özgü kıyafetleri giymeye devam ederek her gittiği yerde sansasyon yarattı. Resimdeki “Türk Ressam Lakaplı J.E. Liotard de Geneve” yazısı da ressamın söz konusu kostümleri sanatsal kimliğinin bir simgesi olarak gördüğünü göstermektedir.
  • The Chocolate Girl, 1743-44.
  • Liotard'ın görünüşü ne kadar sıra dışıysa, sanatı da öyleydi. 18. yüzyıl izleyicileri onun resimlerinde tuhaf bir düzlemsellik ve çağdaş Avrupa resminin geleneklerini kasıtlı olarak reddetme gibi hem ilgi çekici hem de tedirgin edici bir şeyler buldular. Hayranlarına göre "gerçeğin ressamı" olan Liotard benzerliği yakalama ve şaşırtıcı bir doğrudanlıkta resmetmek konusunda eşsiz bir yeteneğe sahipti. Ancak Horace Walpole gibi sanat eleştirmenleri ise onu, sadece gördüğünü resmettiği için hayal gücünden yoksun buluyordu.