İnsanın statüko hâli

CAN ACER
Abone Ol

Statü kişinin cemiyetteki yerinin, statüko ise bir olgunun mevcut durumunun ifadesidir. Latince ayakta duruş anlamına gelen “statum” sözcüğün köküdür. Mevcut durum, kurumsal yapıların ya da sosyal rollerin durağan yönünü vurgular. Durağanlık, tabakalaşma ve hiyerarşik yapının sabitleşmesi sonucunu doğurur. Dinlerin etik idealleri ve eşitlikçi yapısı bu tabakalaşmaya karşıdır. Çünkü din topluma karşı ayakta durmaktan önce Tanrı karşısında eğilmeyi önceler. Hiçbir verili (ırk, cinsiyet, yaş vs.) ve kazanılmış statünün (meslek, servet, şöhret vs.) taşınamadığı bir alanda kuruludur Tanrıyla ilişkimiz. Tanrı sıfatlarımızdan arındığımızdaki gerçekliğimizle belirler bizim nihai statümüzü.

Antisthenes’e insanların kendisinden övgüyle bahsettiği söylendiğinde “Neden ki, nerede hata yaptım?” cevabını vermiş.

Can Acer.

Fakat bu bilgi dünya hayatında insanlara kapalıdır. Üstünlük takvadadır ve kimin takvalı olduğunu tespit etmek mümkün değildir. Dinlerin eşitlikçi yapısı da burada başlar. Çünkü sınav anında bütün öğrenciler eşittir.

Bu verili ve kazanılmış statülerin zemininde kendimizi inşa etmek zorunda olduğumuz da bir gerçek. Bu durum bireyler için geçerli olduğu kadar toplumsal olgular için de geçerlidir. Hıristiyanlığı ele alalım. Whitehead, Hıristiyanlığın sakin bir atmosferde, uygun bir iklime ve sade bir hayata sahip, ne zengin ne fakir, bir köylüden beklenmeyecek kadar tarihi ve dini kayıtları araştırma alışkanlığına sahip Filistinli köylüler arasında doğduğunu belirtiyor. Roma İmparatorluğu’nun koruyucu yapısı nedeniyle içerden ve dışarıdan gelecek saldırı ve rahatsızlıklara karşı korunaklı bir toplum. Bu korunaklı alanda nezaket, merhamet, lütufkârlık gibi ideal ilişki kavramlarının şekillendirdiği ideal bir çevre oluşuyor. Whitehead’in çizdiği tarihsel tablodan şu sonucu çıkarabiliriz: Statükonun toprağında tarihin belki de en statüko karşıtı çıkışlara sahip dini boy atıyor. Barnabas İncil’inde geçen, Hz. İsa’nın halka hitap ederken kurduğu şu cümlede bunu görebiliriz: “Yeryüzünde yürüyen bir toprak parçasıyım.” Bu cümle Peygamber Efendimizin “Dünyada bir garip ya da bir yolcu gibi ol” hadisinin eşdeğeridir. “Bir toprak parçasıyım” garipliğin ifadesidir. Ve iki cümlede de aynı vurgu, yolculuk ve yürümek. Statükonun sabiteyi, durağan bir tabakalaşmayı içerdiğini düşündüğümüzde bu hareket, daha doğrusu “geçicilik” vurgusu daha da anlamlı hale geliyor.

Din, öznel statü algılarını (bireysel saygınlık anları) ve nesnel statü algılarını (bireyin sosyal ve hukuksal konumu) silikleştirip toplum lehine bir çözüme doğru ilerlerken takva merkezli, kendine özgü bir onurlu duruşu telkin eder. Bu ümmetin kendi içinde bir tabakalaşması değil diğer ümmetler içindeki merkeziliğidir. Peygamber Efendimizin pek çok hadisindeki “bizden değildir” ifadesi bu merkeziliğin işareti.

Statü çevrenin bize dair, kolay kolay etkisinden çıkamayacağımız kanaatidir. Bu tesirden uzaklaşmanın yollarından biri kanaat merci olarak insanları değil Tanrı'yı tanıyan dini düşünce. Diğeri ise çevrenin yargılarını alt üst edecek yahut küçümseyecek felsefi tavır. Antisthenes’e insanların kendisinden övgüyle bahsettiği söylendiğinde “Neden ki, nerede hata yaptım?” cevabını vermiş. Antisthenes gibi küçümseyerek ya da Büyük İskender’le egemen olmanın gerçek tarzı üzerine tartışırken değneğinden sanki bir asaymışcasına gurur duyan Diogenes gibi değerleri ters yüz ederek statü dayatmalarını aşmaya çalışabiliriz. Fakat ne yaparsak yapalım bu tavırlarımızın kökeni bazı yönleriyle mevcut statümüzden kaynaklanacak ve düşüncelerimizle eylemlerimiz bize toplum içerisinde olumlu ya da olumsuz yeni statüler verecektir.